Emile Durkheim, toplum bilim (Sosyoloji)’nin kurucularındandır. O, bu kurucu vasfını Sosyolojinin muhtevasının ve yönteminin ne olması gerektiğini ortaya koymak suretiyle kazanmıştır. Emile Durkheim’e göre toplum, parçalarıyla mütenahi olmayan, parçalarının bütününden fazla olandır. Durkheim sosyolojisinin başat kaidesi budur. 

Toplumsal yapının temeli, toplum üyelerinin davranışlarını yönlendiren toplumsal ilişkilerdir. Toplumların nicelik ve nitelik açısından farklı olmalarına rağmen bir toplumsal yapı analizindeki temel unsurlar yapının farklılaşan birimleri arasındaki ilişkileri düzenleyen normlardır. (Gönül İçli, Sosyolojiye Giriş, s.89) Yapı kavramı, toplumsal ilişkiler ve bu ilişkilerin oluşumunda etkin olan, olması zorunlu olan formların bütünü olarak tanımlanabilir. 

Sosyoloji biliminin ortaya çıkışı 19. Ve 20. yy’larda Avrupa’daki toplumsal buhranlara çareler aramak maksadıyla bir çok gereklilikten doğmuştur. Ortaçağın getirileri hızlı bir değişime uğramış, üretim ilişkilerinin ve dini algının değişimi toplumun tüm unsurlarına sirayet etmiştir. Toplumdaki bu değişimin ortaya çıkarmış olduğu kargaşa haline anlam vermek isteyen sosyoloji ilminin kurucuları ‘Yapısal tanımlamaları’ belirlemekle işe başladırlar. 

Bu kurucuların en önemlilerinden biri Emile Durkheim’dir. Durkheim’e göre yapı kavramı, kültür ile içiçedir. Toplumsal gerçeğin bireysel davranışlar üzerinde etkisini ve belirleyiciliğini savunmuştur. Aksi durumları ise toplumsal sapma ‘Anomi’, olarak ifade etmiştir. Klasik sosyoloji açısından genel kabulde bu açıklama istikametindedir. “Yapı kavramı düzen, düzenlilik, örgütlenme özelliklerini vurgular. Durağan olmayıp devinim içindedir.” (Mine Tan; Toplum Bilimine Giriş, 63) Yani bu düzene ve düzenliğe aykırı bireysel davranışların varlığı da söz konusudur. Bunlar Durkheim Sosyolojisinde genellenerek olgusal bir tarif ile ‘Anomi’ olarak ifadesini bulmuştur. 

Durkheim Sosyolojisinde kültür ve iş bölümü olguları, bireysel davranışları özellikle bireyin sosyal davranışlarını yönlendirme konusunda belirleyicidir. Her yönüyle birey için toplum başat otoritedir. Toplum kurumlarını ve toplumsal ilişki örüntüleri, toplumsal yapının çizdiği sınırlar içerisinde okunabilir. Tüm bu özellikleri ile Durkheim sosyolojisinin, yapısal-işlevselciliğe önderlik ettiği söylenilebilir. 

Cumhuriyet döneminde Türkiye’nin kuruluş ilkelerini ve devlet eliyle gerçekleştirilmek istenilen toplumsal değişimi anlayabilmek için Durkheim sosyolojisine bakmak gerekir. Türkiye’de İlk sosyoloji kürsüsünün 1914 yılında İstanbul Üniversitesinde (Darülfünun) Ziya Gökalp tarafından kuruldu. Ve Ziya Gökalp’in, Durkheim sosyolojisinden etkilendiği açık bir gerçektir. Cumhuriyet döneminde toplumsal dönüşümün resmi ideoloji minvalinde gerçekleştirilmek istenmesi, yeni bir toplum inşa edilmeye çalışılması kısmen bu eksende düşünülebilir. 

O halde Cumhuriyet dönemi Türkiyesinde yapılmak istenen toplumsal dönüşümde Emile Durkheim’in görüşlerinin izlerini aramak yanlış olmayacaktır. Tabi bu Türkiye’de sosyolojik çalışmaları doğuran sebeplerle Avrupadakilerin benzeştiği anlamına gelmiyor. Türkiye toplumunun içinde bulunduğu durum ve meseleleri öznellik taşır.  Bu durumu iyi tespit eden Gökalp’in Durkheim Sosyolojisini olduğu gibi almayıp, dönüştürmek suretiyle Türk sosyolojisine bir yorum getirmiştir. Birey, yanlızca toplum içindir anlayışı Gökalp’in sosyoloji anlayışına getirilebilecek sığ bir tanım olur. Gökalp’i okurken Durkheim sosyolojisinden hareketle kurulmaya çalışılan milli inşaacı bir yapının izleri aranmalıdır.  

Durkheim, sosyolojinin, felsefeden bağımsızlığını kazanabilmek için empirik arastırmaya yönelmesi gerektigini ileri sürer. Bu iddia yeterince açık görünür, ancak durum, Durkheim’in sosyolojinin aynı zamanda bizzat sosyoloji içindeki bir felsefe okulunun tehdidi altında oldugu şeklindeki inancıyla daha karmaşık bir hale gelir. Ona göre, sosyolog olduğunu düşünenler çagının iki temel şahsiyeti Comte ve Spencer, empirik arastırma yapmaktan ziyade, toplumsal dünyayı felsefi ve soyut düzeyde açıklamaya çalışmışlardır. Eğer bu araştırma alanı Comte ve Spencer’in belirlediği yönde ilerlemeye devam edecekse, Durkheim’e göre, bir felsefe branşı olmaktan öteye gitmeyecektir. Sonuç olarak o, Comte ve Spencer’e karsı mücadeleye geçilmesi gerektigini düsünür (Durkheim, 1895). Durkheim, her ikisini de, gerçek dünyadaki fenomenleri somut olarak arastırmak yerine, toplumsal olgular hakkında ön-hükümlerde bulunmakla suçlar. Nitekim Comte, farklı toplumların değişen doğası hakkında daha kesin, sağlam ve temel bir çalışma yapmaktan ziyade, teorik olarak, toplumsal dünyanın giderek daha mükemmel bir toplum yönünde evrimleştigini varsaymakla suçlanır. Benzer sekilde Spencer, gerçekte uyumun olup olmadıgını araştırmaktan ziyade, toplumda uyumun bulundugunu varsaydıgı için eleştirilir. (George Ritzer, Sociological Theory, McGraw-Hill, Third Edition, 1992, Çeviren: Ümit Tatlıcan)

Sosyolojinin kurucuları arasında muhteva ve metod olarak görüş birliği olmadığı ortadadır. Emile Durkheim, toplumsal olguların, şeyler gibi, nesneler gibi ele alınması gerektiğini söylemektedir. Ampirik bir yöntemle toplumsal olgular incelenmelidir. Bu pozitivizm onu Comte ile yakınlaştırmakla birlikte aynı tema üzerinde fikirlerinin örtüştüğü de söylenemez. 

Durkheim toplumsal gerçekleri, toplumsal olguları bireysel bilincin üzerinde görür. Kollektif bilinç adını verdiği şey bireysel bilinçlere yön verir. Birey tarafından oluşturulmaz fakat sosyalizasyon sürecinde bireye içkin hale gelirler. “Bunlar bir bedene, kendilerine özgü, duyulur bir forma bürünürler ve onu açığa vuran bireysel olgulardan son derece farklı, bir realite meydana getirir. Kollektif alışkanlık, belirlediği sürekli eylemlerde içkin bir halde var olmakla kalmayıp, biyolojik dünyada örneğine rastlayamadığımız bir ayrıcalıkla, ağızdan ağıza tekrarlanan, eğitim yoluyla aktarılan, hatta yazıyla tespit edilen bir formül içinde kesin olarak kendisini ifade eder. Hukuk ve ahlak kurallarının, aforizmaların, atasözlerinin ve dinsel ya da siyasal mezheplerin inançlarını özetleyen metinlerin, edebi ekoller tarafından yayılan üslup kurallarının kökeni ve doğası işte budur.”  (Emile Durkheim, Sosyolojik Metodun Kuralları, s.42)Durkheim Sosyolojisi, normların ve kültüre dair hemen herşeyin tamamen kollektif bilincin ürünü olduğu gerçeğini ifade eder. 

Emile Durkheim, 19. yüzyıl Fransa toplumunda yaşanan gergin hadiselerin analizi ile ulaştığı çıkarımlarını sosyolojiye hamletmiştir. Onun sosyolojiye kattığı yorumlar, Ziya Gökalp tarafından Türk toplumunun meselelerinin açıklanması hatta çözüme ulaştırılması maksadı ile ele alındı. Ziya Gökalp’in toplumu bir bütünlük içinde açıklama temayülünün Durkheim Sosyolojisinin bir kazanımı olarak söylemeliyiz. Milli inşacılığı ancak buradan hareket ederek anlarız.