‘ABD VE İSRAİL DESTEKLİ BİR KÜRT DEVLETİNİN KURULMASINI ÖNLEMENİN YOLU,   BU TEHDİDE MUHATAP OLAN BÖLGENİN DÖRT ÜLKESİNİN, 

YANİ TÜRKİYE, İRAN, IRAK VE SURİYE’NİN İŞBİRLİĞİ YAPMASINDAN GEÇER.’

Oğuz Çetinoğlu: Okuyucularımızın hatırlamasına vesile olmak veya konunun uzağında olanları aydınlatmak maksadıyla Suriye’de rol üstlenen aktörler hakkında lütfedeceğiniz bilgilerle röportajımıza başlayabilir miyiz?

Doç. Dr. Barış Doster: Esad Rejimi, kendince çok haklı, doğru, meşru biçimde ülkesinin bağımsızlığı, bütünlüğü ve egemenliğini savunuyor. Ülkesini bölmek isteyenlere karşı, Rusya ve İran’ın desteğiyle mücadele ediyor. Rusya ve İran’ı, Suriye’ye, rejime destek vermeleri için davet eden de Esad. Adını, Suriye Milli Ordusu olarak değiştiren Özgür Suriye Ordusu, Türkiye’nin de desteğiyle, Şam’daki Baas Rejimi’ne karşı mücadele ediyor. PYD – YPG, PKK terör örgütünün Suriye uzantısı. ABD emperyalizminin maşası. ABD ve AB’nin desteğiyle, öncelikle Suriye içinde özerk veya federal bir yapıya geçmek, sonra Irak’ın kuzeyiyle birleşmek, devamında da 4 bölge ülkesinin (Irak, Suriye, İran, Türkiye) bölünmesiyle, ABD ve İsrail güdümünde, Akdeniz’e kıyısı olan bir Kürt devleti kurmak için mücadele ediyor. Rusya ve İran, Şam’daki rejimi destekliyorlar. Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğü, bağımsızlığı ve egemenliğini savunuyor. Bu bağlamda Astana sürecinin Rusya ve İran’la birlikte bir bileşeni, fakat Rusya ve İran’dan farklı olarak Esad rejimine karşı çıkıyor. ABD ise Esad’ı devirmek ve Suriye’yi bölmek istiyor. 

Çetinoğlu: 15 Mart 2011 tarihinde başlatılan Suriye’deki karışıklıkların ilk döneminde Türkiye açısından yapılması gereken en doğru hareket sizce nasıl olmalıydı?

Doç. Doster: Türkiye, Esad’a İhvan (Müslüman Kardeşler) mensubu isimleri bakanlar kuruluna al, Batı ile uzlaş demek yerine, yani bir komşu ülkenin içişlerine karışmak yerine, Suriye’nin kendi gücü, olanakları, devlet kapasitesine koşut olarak, kendi evinin içinde huzuru sağlamasına destek vermeliydi. Bunun tam tersini yaptı. Suriye liderine “dostum, kardeşim” diyen, Suriye lideri ve ailesiyle birlikte tatil yapan, Suriye ile birlikte ortak bakanlar kurulu düzenleyen Türkiye gitti, yerine “halkına zulmeden katil Esed” diyen, birkaç hafta içinde Şam’da Cuma namazı kılmaktan bahseden bir Türkiye geldi. 911 kilometre ortak sınıra sahip olduğumuz bir ülkedeki kargaşanın, sadece dış politika açısından değil, toplumsal, kültürel, ekonomik olarak da bizi çok fazla etkileyeceğini göremedi Türkiye. Sonuç ortada. 

Çetinoğlu: İç savaş sebebiyle 5 milyona yakın Suriyeli Türkiye’ye geldi. Onların beslenmesi, barınması dahilî ihtiyaçlarını üstlendik. Türk’e yakışan insanî, doğru bir hareketti. Onlara mülteci – sığınmacı - göçmen sıfatı uygun görüldü. Milletlerarası hukuku göre doğru bir isimlendirme midir? 

Doç. Doster: Hayır değildir. Suriyeliler, ülkemizde geçici koruma statüsü altındaki sığınmacılardır. Mülteci veya göçmen demek hukuken yanlıştır. Mülteci denilirse, onlara karşı Türkiye’nin çok daha kapsamlı ve kalıcı hukuki yükümlülükleri doğar. 

Çetinoğlu: Esad rejimi, Fırat’ın doğusundan çekildi. Bu çekilme, orada PYD-YPG terör örgütünün işine yaradı. Orada, bir korsan devletin temeli atıldı. ‘Esad’ın çekilmesi korsan devletin kuruluşuna imkân sağlamak içindi’ denilebilir mi?

Doç. Doster: Esad rejiminin gücü sınırlı. Aynı anda birden fazla cephede çok sayıda güçle mücadele etme kabiliyet ve kapasitesi yok. O nedenle bir öncelik sıralaması yapıyor. Gücünü tartıyor. Karşıtları, muhalifleri arasındaki çatlakları büyütmeye çabalıyor. Asıl büyük düşman olarak gördüğü ABD’nin elinden, PKK – PYD – YPG terör örgütü kartını almanın kolay olmadığının Şam da, onu destekleyen Moskova ve Tahran da farkında. O nedenle bir yandan Şam ile Ankara arasında, Türk yetkililerin de son dönemlerde belirttiği gibi temaslar var, bir yandan Astana süreci ilerliyor, bir yandan anayasa yapım süreci ilerliyor, bir yandan da PKK – PYD – YPG terör örgütüyle kimi taktik görüşmeler, anlaşmalar yapıyor.  

Çetinoğlu: Türkiye’de çoğunluk, Barış Pınarı Harekâtı’a katılan Mehmetçiğin zafer kazanması için dua ediyor. Milletimize yakışan da budur. Fakat harekât kararının doğru bir tercih olup olmadığı hususunda farklı görüşler var. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Doç. Doster: Harekât doğru, haklı ve meşrudur. Türkiye’nin Suriye politikasında başından beri yaptığı yanlışlar olmasaydı, Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtlarının askeri başarısı, siyasi alanda da daha fazla sonuç verirdi. Sınırın ötesinde batı emperyalizminin desteğini almış, ülkemizi ve diğer bölge ülkelerini bölmeye çalışan bir terör örgütü var ise buna kayıtsız kalmak mümkün değildir. 

Çetinoğlu: Türk Ordusu, Fırat’ın doğusunda ne kadar kalırsa orada bir Kürt devleti kurulması imkânı tamamen bertaraf edilebilir?

Doç. Doster: Üzülerek ifâde edilmeli ki çok zordur fakat imkânsız değildir. Türkiye, ne yapıp edip engellemelidir. ABD ve İsrail destekli bir Kürt devletinin kurulmasını önlemenin yolu, bu tehdide muhatap olan 4 bölge ülkesinin, yani Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin işbirliği yapmasından geçer. Kaldı ki bir başka ülkenin toprağında uzun süre kalmak, hem siyasi açıdan Türkiye’nin Arap dünyasında, komşu ülkelerde, Batıda işgalci bir ülke olarak algılanmasına, gösterilmesine neden olur hem de iktisadi ve askeri açıdan yorucu, yıpratıcı bir eylemdir. Sürdürülebilir olmaktan da uzaktır. 

Çetinoğlu:Barış Pınarı Harekâtının 10. Gününde, operasyona 120 saat ara verilmesinden sonraki durumu değerlendirir misiniz?

Doç. Doster: ABD Başkanı Trump’ın 9 Ekim tarihli o kaba, küstah ve milli gururumuzu inciten mektubu, ardından ABD heyetinin Ankara’ya gelişi ve yaptığı baskılar sonrasında, harekâta ara verildi. 

Çetinoğlu: Bu röportajı yaptığımız 22.10.2019 tarihi itibariyle gelinen noktada Türkiye’nin kazançlarını ve zararlarını T cetvelinin sağına ve sonuna alt alta sıralayabilir misiniz?

Doç. Doster: Türkiye, er ya da geç, Şam rejimi ile doğrudan görüşmediği sürece, Şam ile görüşmek için Moskova ve Tahran’ı aracı kıldığı sürece, kazanımları geçici, taktik düzeyde kalacaktır. Kalıcı kazanım elde edemez. Dahası Türkiye, Suriye’de PKK – PYD – YPG terör örgütünden öte, asıl onun arkasındaki güç olan ABD ve Avrupa emperyalizmiyle mücadele ettiğini görmek, bilmek, kavramak zorundadır. 

Çetinoğlu: Suriye meselesine müdahil olan ülkelerden kazançlı çıkanlar için (kazançlarının önemine göre) nasıl bir sıralama yapılabilir?

Doç. Doster: En kazançlı çıkan İsrail’dir. Çünkü Müslüman ülkelerin, Arap ülkelerinin birbirini yemesi, İsrail’le en fazla mücadele eden ülkeler olan Suriye’nin harap olması, İran’ın ise kuşatılması, İsrail’in işine gelir. ABD de, kazançlıdır. Çünkü Irak’tan sonra, Suriye’de de ABD askeri vardır artık. Rusya, Suriye üzerinde zaten uzun yıllardır varolan nüfuzunu daha da artırmıştır.  İran ise her ne kadar ABD tarafından daha fazla sıkıştırılsa, kuşatılsa da, Suriye üzerindeki etkisini daha da artıran bir diğer ülkedir, Rusya’dan sonra. 

Çetinoğlu: Zararlı çıkanlar kimlerdir?

Doç. Doster: Zararlı çıkan ülkelerin başında Türkiye var. Hem yaklaşık 5 milyon Suriyeli ülkemize gelmiştir hem bunlar için 40 milyar dolar harcanmıştır hem de ülkemizin güvenliği ciddi zarar görmüştür. Türkiye’den başka Lübnan ve Ürdün de çok ağır bir sığınmacı yüküyle karşı karşıya kalmıştır. 

Çetinoğlu: ABD’nin Suriye’den çekileceğine inanılabilir mi? 

Doç. Doster: ABD’nin görünür gelecekte Suriye’den çıkması olası görünmüyor. Afganistan ve Irak’tan çekilmediği gibi, Suriye’den de çekilmeyecektir. Kalmak için her türlü bahaneyi öne sürecektir. Nitekim yine bir ABD yapımı olan IŞİD terör örgütünün varlığı, ABD’nin Irak ve Suriye’de kalmak için kullandığı elindeki en önemli gerekçedir. 

Çetinoğlu: Çekilse bile PYD ve YPG’ye desteğinin devam edip etmeyeceği hususundaki kanaatiniz nedir?

Doç. Doster: ABD; PKK – PYD – YPG terör örgütüne yıllardır yatırım yapıyor. Destek veriyor. Eğitip, donatıyor. 50 bin tır dolusu silah, 3 bin hava kargo uçağı dolusu mühimmat verdiği, “kara gücüm” dediği bir terör örgütü bu. O nedenle desteğini önümüzdeki yıllarda da sürdürecektir.  

Çetinoğlu: 2011 yılında müttefikimiz olan ABD ile şimdi hangi sebeplerle karşı karşıya geldik?

Doç. Doster: ABD, gerçekte bizim asla müttefikimiz olmadı. Kafasındaki Kürt devleti planı 1960’lara kadar uzanır. Irak ve Suriye’de yaptıkları ortada. Son yıllarda kamuoyu bunu çok daha açık şekilde görmeye başladı. Irak ve Suriye’nin bölünmesinin, kaçınılmaz olarak İran ve Türkiye’nin de bölünme sürecini beraberinde getireceğini anladı Türkiye, geç de olsa. 

Çetinoğlu: ABD’ye güvenilemeyeceği biliniyordu. Trump bilinenleri pekiştirdi. Putin’e güvenilebilir mi?

Doç. Doster: Hiçbir büyük devlete, emperyalist devlete, süper güce güven olmaz. Ülkeler arasında dostluk ilişkisi değil, çıkar ilişkisi olur.  

Çetinoğlu: Yakın ve uzak gelecekte ne gibi gelişmeler olacağı hususundaki tahminlerinizi; iyimser ve kötümser taraflarıyla, fütürolojik bir tablo hazırlar mısınız?

Doç. Dr. Yakın geleceğe ilişkin iyimser değilim, karamsarım. Orta ve uzun vadede ise gidişatı Türkiye başta olmak üzere bölge ülkelerinin mücadelesi, bölge merkezli bir dış politikayı izleme becerisi, ekonomilerini geliştirme kabiliyeti belirler. 

Çetinoğlu: Tarih boyunca, Ortadoğu’ya dışarıdan gelen Osmanlı, İngiliz ve Fransız…  bütün güçler sonunda fiilen çekilmek mecburiyetinde kaldılar. Tarih tekerrür edecek mi? 

Doç. Doster: Büyük güçler, görünürde çekilseler bile, gerçekte bu bölgeden hiç çekilmemiştir. Takım çantalarında çok ve çeşitli araçlar vardır. Güdümlerine aldıkları Arap şeyhler, aşiretler, kabileler, rejimler, terör örgütleri, ayrıca bölgenin enerji kaynakları üzerindeki etkileri dikkate alındığında, şu görülür. İslam dünyası, Arap alemi, Ortadoğu ülkeleri eğer akıllarını başlarına almazlar ise birbirleri arasındaki kavgadan, Batının silah, enerji şirketleri başta olmak üzere, büyük tekelleri, çokuluslu şirketleri kazançlı çıkar. 

Çetinoğlu: Kendisinden ‘Kürt General Mazlum’ olarak söz edilen şahıs hakkında bilgi verir misiniz?  

Doç. Doster: ABD emperyalizminin güdümündeki PKK – PYD – YPG terör örgütü mensubu bir teröristtir. Ona general diyen de ABD Başkanı Donald Trump’tır. 

Çetinoğlu: Trump’un tehditleri hakkında neler söylemek istersiniz? 

Doç. Doster: Türkiye açısından gurur kırıcıdır. Kabul edilemez. Dahası, ABD’nin Türkiye’nin siyaseti, dış politikası, ekonomisi, bürokrasisi, ordusu üzerindeki etkisini göstermesi açısından da acıdır. 

Çetinoğlu: Barış Pınarı Harekâtı'nın hedefi 444 km. uzunluğunda, 32 km. derinliğinde bir güvenli bölge oluşturmaktı. 120 saatlik aradan sonra Rusya ve ABD ile yapılan mutabakatta, kontrolümüzdeki alan, 120 X 32 km. olarak belirlendi. 

Bu durumu Türkiye'nin güvenliği açısından tatminkâr buluyor musunuz?

Doç. Doster: Türkiye açısından önce ABD ile imzalanan 13 maddelik mutabakat, ardından Rusya ile imzalanan 10 maddelik mutabakat, önemli kazanımlar içermektedir. Ne var ki her iki büyük devlet de, PKK- PYD- YPG terör örgütünü, farklı gerekçelerle, farklı araç ve yöntemlerle koruduğundan, terör örgütünü tamamen etkisiz kılmak mümkün olmamıştır. ABD ve Rusya himayesinde terör örgütü, güvenli bölgenin altına, güneye çekilmiştir. 

Çetinoğlu: (444-120)=324 X 32 km'lik alan Rusya' ile Suriye sorumluluğunda olacak. Söz konusu ülkeler sorumluluklarını Türkiye lehine sonuçlar verecek şekilde yerine getirirler mi?

Doç. Doster: ABD ve Rusya, büyük devletlere, emperyalist karakteri olan devletlere tam olarak güvenmek doğru olmaz. Malum, Rusya, PKK terör örgütünü, terör örgütü olarak tanımıyor. Onun Moskova'da ofis açmasına izin verdi. O nedenle Türkiye'nin sürekli uyanık, sürekli teyakkuzda olması gerekir. 

Çetinoğlu: ABD, bölgede bir Kürt devleti kurmak / kurdurmak düşüncesinden vazgeçer mi?

Doç. Doster: ABD, bölgede dört bölge ülkesini (Irak, Suriye, İran ve Türkiye) bölmek suretiyle, Akdeniz'e kıyısı olan ve ABD - İsrail güdümünde, himayesinde bulunan bir Kürt devleti kurma projesinden asla vazgeçmez. 

Türkiye'nin ABD'nin bu emperyalist projesini önlemesi için yapması gereken, Atatürk'ün bölge merkezli dış politikasını izlemek, ABD kaynaklı tehditle boğuşan bölge ülkelerinin işbirliğini geliştirmesine öncülük etmek ve ekonomik, teknolojik anlamda güçlenerek, Batıya olan bağımlılığı ortadan kaldırmaktır.

Doç. Dr. BARIŞ DOSTER (Siyaset Bilimci – Yazar) 

     Kars’ta doğdu (1973). Kars Gazi İlkokulu’nu (1983), Kadıköy Anadolu Lisesi’ni (1990), İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi (1994). İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde, Türk siyasal yaşamı üzerine yazdığı tezle yüksek lisans, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nda izlediği dış politikayı incelediği çalışmayla doktora yaptı. 2011’de siyasi tarih alanında doçent oldu. 

     Üniversite yıllarında gazeteciliğe başladı. Devinim ve Nokta dergilerinde, Cumhuriyet gazetesinde 15 yıl çalıştı. Türk siyasal yaşamı, Türk dış politikası, uluslararası ilişkiler konularında çok sayıda haber, söyleşi, yazı dizisi hazırladı. Çeşitli dergi ve kitaplarda makaleleri yayınlandı. Üniversitelerde, askerlik görevini yaptığı Kara Harp Okulu’nda, Harp Akademileri Komutanlığı Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nde Uluslararası İlişkiler, Türk Devrim Tarihi, Türk Dış Politikası, Siyaset Bilimi, Güvenlik Stratejileri, Bölgesel Bazlı Devletler Analizi, Diplomasi, Türkiye’nin Toplumsal Yapısı dersleri verdi. 

     2014’te ABD’de Oklahoma Üniversitesi’nde bir yıl, 2015’te Avustralya’da Sydney’de Macquarie Üniversitesi’nde iki dönem, 2016’da Çin’de Şanghay’da Tongji Üniversitesi’nde bir dönem misafir öğretim üyesi olarak Türk Dış Politikası, Ortadoğu ve Avrasya üzerine dersler verdi. Marmara Üniversitesi’nde öğretim üyesidir. Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarıdır. 

Eserleri: 

Atatürk, Türk Dünyası ve Mazlum Milletler, İstanbul, 2004.  

Kuşatma Altındaki Türkiye,İstanbul, 2007. 

Türkiye ve Karanlık Savaş,İstanbul, 2008. 

Orhan Koloğlu Kitabı: Bilimselden Medyatik’e Tarih, İstanbul, 2009. 

Müfid Ekdal Kitabı: Tanıdığım İnsanlar, Yaşadığım Olaylar, İstanbul, 2009. 

Şu İngilizler Canımı Çok Sıkıyor, (Murat Çulcu, Orhan Koloğlu, Taylan Sorgun, Bingür Sönmez’le birlikte), İstanbul, 2009.  

Soros, CFR ve Arap Ayaklanması, (Orhan Koloğlu, Mehmet Ali Güller, Haluk Hepkon’la birlikte), İstanbul, 2011.

Emperyalizm ve Türkiye (derleme), İstanbul, 2014. 

Sopanın Ucundaki Müttefik, İstanbul, 2016. 

Azizim! Türkiye Kime Kalacak Dersin! İstanbul, 2017.  

Yönünü Arayan Türkiye, İstanbul, 2017.

DERKENAR:

SURİYE’NİN ÇOK KISA TÂRİHİ

OĞUZ ÇETİNOĞLU

    

     Suriye toprakları târihî süreç içerisinde İbrâniler, Aramiler, Asurlular, Babilliler, Persler, Makedonyalı İskender, Romalılar ve Bizanslıların hâkimiyeti altında kaldı. Bu dönemde Suriye halkı Putperest idi. Suriye Hz. Ömer döneminde (634-644) Müslüman Arapların eline geçince, bölge halkı Müslüman oldu.      

     Emeviler’den sonra Abbasiler ve Selçuklular dönemi başladı. Selçukluların zayıflamasıyla hâkimiyet Memlûklulara geçti. 1516 yılında Mercidâbık Zaferi ile Osmanlı dönemi başladı. 1918 yılına kadar 402 yıl devam eden bu dönem, bölge halkının en huzurlu yıllarıdır. Kısa süren İngiliz hâkimiyetinden Fransızlar geldiler. Ayaklanmaları önlemek maksadıyla 1943’de tanınan kısmî bağımsızlıkla Şükrü el-Kuvvetli Cumhurbaşkanı seçildi. 1946’da Fransızlar çekildiler. Karışıklıklar devam etti. 1949’da ihtilal oldu, Kuvvetli, görevden uzaklaştırıldı. Baas Partisi yönetimi başladı. Komünizme yakın bir resim uygulandı. 1957’de Mısır ile birleşti, 1961’de ayrıldı. Kuvvetli’nin yerine önce Albay Hüsnü ez-Zâim, dört ay sonra yeni bir darbe ile Albay Sâmi el-Ninnâvi, iki ay sonra başka bir darbe ile Albay Edip Çiçekli, 1954’de Çiçekli’yi deviren Albay Faysal el-Atasi, 1966’da Sâlih el-Cedid yönetime geldi. 

     1967 Arap-İsrâil Savaşı’nda Suriye tekrar karıştı.  1970’de ise son bir darbe ile Ordu komutanı Hâfız Esad, Suriye’inin yönetimini ele geçirdi. Hâfız Esad muhaliflerini bertaraf etti. Arap ve Alevi olmayan halkından 300.000 kişiyi katletti. Katledilenler arasında Türkler önemli bir yekûn teşkil ediyordu. Abdullah Öcalan’ı ülkesinde barındırdı ve destekledi. 2000 yılında öldüğünde, Şam Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Londra’da göz hekimliği dalında ihtisas öğrencisi olan oğlu 1965 doğumlu Beşar Esad, 35 yaşında Cumhurbaşkanı oldu. Beşar Esad babası gibi zâlim değildi. 

     11 Eylül 2001 olaylarından sonra, kurt ile kuzu masalını andıran bir tarzda, teröre destek verdiğini iddia eden ABD tarafından kara listeye alındı. 18 Aralık 2010 târihinde başlatılan Arap Baharı, Tunus ve Libya’dan sonra Suriye’ye sıçratıldı. Türkiye ABD’nin yanında yer alınca, Suriye yine karıştı. Sivil halk katliama mâruz kaldı, 5.000.000 kişi Türkiye’ye sığındı. 

    Türkiye, Lübnan ve Ürdün’e sığınmalar başlamadan önce Suriye nüfusunun % 88,8’i Arap idi. Kendilerini ‘Kürt’ olarak ifâde edenler % 6,3, geri kalan % 5 ise Ermeni, Türk, Çerkez ve Asurilerden oluşmakta idi. 

     Günümüzde oranlar büyük ölçüde değişmiştir.