Zaman zaman eski kanunlarımız yenileniyor. Kanunlar yenilenmiş olmasına rağmen, kullanılan dil eski kalıyor.

Mart döneminde, gelirlerle ilgili bazı beyannameler verilecek vergi dairelerine.

Bunlardan bazıları, konut ve işyerlerinden elde edilen gelirlerin beyanıdır.

Bunlar için kullanılan tanımlama: Gayri Menkul Sermaye İradı?..

Menkul, taşınabilen demektir. Gayri, olumsuzluk ekidir. Taşınabilen şeyin, olumsuzu taşınamayan demektir. Böylece Gayri Menkul, taşınamayan yani sabit mal anlamına geliyor.

Taşınamayan mal, arsa, ev veya işyeri gibi varlıkları ifade ediyor.

Gençlerimiz veya çocuklarımız bu tanımlamalara, deyim yerinde ise Fransız kalıyorlar.

Sermaye İradı sözcüğü ise, para gelir anlamına geliyor. Taşınmaz mallardan elde edilen gelirin, Maliyeye beyan edilmesi anlamına geliyor sonuç olarak.

Eski yasaları, güncel hale getiren kurul ve kuruluşlar, dilin ve ifade tarzının çağdışılığına bakmıyorlar bile...

İnsanı rahatsız eden, yasalarda yenilik yapan, eskide kalmış bu düşünce sistemi.

Bu sade bir örnekti, bunun gibi sayısız örnek vardır. Hukukçular ya da maliyeciler yasaların anlaşılmaz bir dilde kalmasını belki tercih edebilirler!

Vatandaş okuduğunu anlayamazsa, işlerini görebilmek için, onların rehberliğine ihtiyaçları olacaktır!...

Şimdilerde tarihi dizileri izlerken, arada bir okunan bazı mısra ve şiirler dinliyoruz ama yabancı dil gibi Türkçe alt yazı konulmasa birşey anlayamıyoruz!...

Çağı yakalamak, dilde de yenilik ve öz Türkçe’ye dönmekle mümkün olur.

Eskiden halk, sade ve anlaşılır bir Türkçe konuşurken, elit çevreler, saray erkânı ve bürokrasi çevreleri, kültürlerini göstermek için Arapça ve Farsça kelime ve deyimleri daha sık bir şekilde kullanmayı tercih etmişlerdir.

Saray ve yönetim kadrolarının çevresinde oluşan bu yabancı dil hayranlığı, giderek edebiyat ve sanat çevrelerini de kuşatmıştı.

Şairlerin şiirlerini artık halk anlayamaz bir hale gelmişti.

Hele o dönemde Nef-i’nin şiirlerini ve anlatımını çözebilmek için, bir elinizde Arapça, diğerinde de Farsça bir sözlük bulundurmak gerekirdi!..

Bir dönemde Fransızca hayranlığı ve budalalığı toplumumuzu kuşattı...

Merci (Mersi) kelimesi (teşekkür) o kadar yaygın kullanılmaya başlandı ki, Türkiye’ye gelen Fransızlar, mersi sözcüğü acaba Türkçe’den mi Fransızcaya geçti diye sormadan edemezlermiş...

Batı hayranları, bu kelimenin önüne binlerce teşekkür anlamına gelen mil mersi şeklini de yaygın olarak kullanırdı.

Bu Fransızca hayranlığı, dil sömürgeciliği, gazetelerdeki küçük ilanlara da yansırdı.

Cadde üzeri daire derken, okunuşuyla yazacak olursak, “ro dö şose” denirdi. Salon ve yemek odası anlamında “salon salomanje” denirdi. Hala elbise askısına “port manto” (manto taşıyıcısı) diyoruz. Daire, işyeri girişine yine Fransızca “antre” deriz.

Deniz kenarındaki daireler için “lebi derya” denir. Bu da Farsça (denizin dudağında) yani denizin kıyısında anlamında kullanılırdı...

Oysa yüzyıllardır dizelerini, beyitlerini ve koşmalarını halkın diliyle söyleyen Yunus Emre, Karacaoğlan, Köroğlu, Hacı Bayram Veli ve Dadaloğlu’nun eserleri günümüzde de rahatlıkla anlaşılabiliyor.