DERSAADET KÜLTÜR PLATFORMU Derneği Genel Başkanı MEHMET KÂMİL BERSE Kırım Gezisi İzlenimlerini Anlattı.
(BİRİNCİ BÖLÜM)
GİRİŞ:
Yarınki 18 Mayıs günü Kırım Türklerinin topyekûn tehcir edilmesinin 70. Yıldönümüdür. Gerçek bir soykırımdır ve insanlık trajedisidir. Bu trajedinin romanlarının yazılmamış olması, filmlerinin çekilmemesi, tiyatro oyununa uyarlanmaması, insanlık adına, Türklük adına büyük noksanlıktır. Kalbi Kırım Türkleri için çarpan bir grup seçkin insan, bu noksanlıkların üzüntüsünü bir nebze olsun hafifletebilmek maksadıyla din ve kan kardeşlerimizle kucaklaşmak, acılarını paylaşmak ve hiç değilse, yanlarında olduğumuzu bildirmek, unutulmadıklarını belirtmek maksadıyla, tehcirin 69. Yıldönümünde Kırım’a gittiler. Bu gün ve yarın devam edecek röportaja, bu seyahat konu olmuştur.
İyi okumalar.    
Oğuz Çetinoğlu: Bir grup arkadaşınızla birlikte Kırım’a anlamlı bir seyahat gerçekleştirdiniz. Grubunuzun tanıtım adı: ‘Dersaadet Kültür Platformu’ idi. Neden ‘Dersaadet’?
Mehmet Kâmil Berse: ‘Dersaadet’ İstanbul için kullanılan özel bir isimdir. ‘Mutluluk Kapısı’ anlamındadır. Müslüman ve Türk milletlerin gözü kulağı, heyecanı, ümidi, umudu hep Dersaadet’te olmuştur.
Mazlum insanların yanında olmak, onların sıkıntılarını paylaşmak, dertleri ile hemderd olmak, Onlara veren el, veren gönül olmak Dersaadet Kültürümüz’ün önemli hususiyetlerindendir.
Çetinoğlu: Gezinizin maksadı ne idi?
Berse: Dersaadet Kültür Platformu hüviyetimizle 2013 senesinde; Kırımlı Kardeşlerimizin sürgün acılarını hatırlayarak andıkları On Sekiz Mayıs günü, onların acılarını paylaşmak, yanlarında olduğumuzu ifade etmek için bir grup arkadaşımızla Kırım Kültür Programı gerçekleştirdik.
Çetinoğlu: İzlenimlerinizi anlatır mısınız?
Berse: On altı Mayıs Perşembe günü İstanbul’dan gün ağarırken yola koyulduk.
Dersaadet’ten yirmi arkadaşımızla gönül köprüsü oluşturmak için Akmescid’e vardığımızda, sanki bir zaman tüneline giriyorduk.
Karadeniz’in kuzeyinde yer alan Kırım Yarımadası, 26.000 kilometre kare büyüklüğünde yaklaşık 2.500.000 nüfuslu Kırım Özerk Cumhuriyeti;  Yüzlerce yıl Müslüman-Türk Kırım Tatar Milletinin hâkimiyetinde kalmış toprakların bugünkü siyasî adı. Nüfusun ancak 400.000 kadarı Tatar Türk’ü.
Çetinoğlu: Konunun uzağında olanlar için Kırım’ın tarihinden özet kabilinden bilgi lütfeder misiniz?
Berse: Kırım topraklarında Müslüman Türk Altınorda devleti 300 yıl hükümranlık sağlamış, Moskova’dan vergi almış, dağıldığında yerine Kırım Hanlığı yaklaşık 300 yıl hükümranlığı korumuş, Osmanlı Devletinin sadık bir beldesi olarak 1784 yılına kadar devam etmiş.
Bu tarihe kadar Osmanlı Devletinin girdiği bütün savaşlarda Ordu’nun sağ cenahını Kırım Hanlığı Ordusu teşkil etmiştir
Osmanlı Devleti ile Yavuz Sultan Selim Han vasıtasıyla hısım olan Kırım Hanlığı’nın Kalgay temsilcisi Topkapı Sarayı’nda ikamet eder, hanlığa yükseleceği günü bekler ve ona göre yetişirdi, protokolde en önde yer alır, bütün törenlerde Sultan’ın hemen arkasından giderdi.
 Tarihin acımasız neticeleri, Osmanlı Devleti’ni ortadan kaldırmadan önce Kırım Hanlığı 1784’te hâkimiyetini yitirdi. Bu tarihten itibaren Kırım Türkleri için artık çileli meşakkatli yıllar hatta yüz yıllar başladı.
1785 ten itibaren Ak Topraklar diye adlandırdıkları Anadolu’ya göçe başladılar…
Bu Hicret, yıllar boyu devam etti. Bugün, Anadolu’nun ve Trakya’nın her yerinde Kırım Türklerini görebiliriz.
Çetinoğlu: … Ve 18 Mayıs 1944’te büyük sürgün…
Berse: Stalin Sürgünü ile bir gecede vatanlarından olan Kırım halkı 1989 yılına kadar sürgünde, açık hapishanelerde yaşadılar. Ama biliyorlardı ve inançları o kadar sağlamdı ki; Zulüm ilelebet devam edemezdi…
Hayat bir imtihandı herkes için, ama Kırım halkı için bu imtihanların finali bitmek bilmiyordu, bugün dahi devam eden bir imtihan…
Aradan yarım asır geçtikten sonra, bir umut ışığı gördüklerinde yüreklerindeki vatan sevgisinin İman’dan olduğunu ortaya çıkardılar. Karanlığın en koyu olduğu zamanda sabaha yaklaştıklarını gördüler. Güçlerinin yettiğince yola koyuldular. Bu sefer durum farklıydı, hedefte Vatan’a hicret vardı. Vatan’a vardıklarında evlerinin tarlalarının sahiplerinin başkaları olduğunu biliyorlardı, buna rağmen yola çıktılar. Vatan onları kucaklardı, aç bırakmazdı, yeter ki yüreklerinde Vatan sevgisi ve imanları kaybolmamış olsundu…
Bu topraklara tekrar yüz sürdüklerinde zulüm yine devam ediyordu. Elbette, zalimler zulümlerine devam edeceklerdi. Ama Kırım Türkleri mücadelelerinde yılmadılar. Dünyada hiçbir örneği olmadık şekilde kendilerine verilmeyen vatan topraklarına ayak basıp kendilerine verilmeyen, mülkiyeti kendilerine ait olmayan toprakları yeniden VATAN yapmak için mücadeleye başladılar. Bu mücadele halen devam ediyor ama onların azimlerini yitirmediklerini, daha kararlılıkla mücadeleye devam ettiklerini gördük, hüzünler arasında mutlu olduk, mutluluğu yaşadık…
Bu mücadelede bu savaşta yitirilenlerde vardı elbette, ya da başka ifadeyle ellerinden alınmak istenenler. Bu milletin elinden, ‘dil’inden, işinden dillerini aldılar, Dil gidince dinlerini de öğrenmekte zorlanacaklardı, kısmen bu kaybı da yaşadılar. Gördük ki; en olumsuz gördüğümüz kişilerin bile yüreklerinde bir kor vardı. İşte bu kor’u alevlendirmek için bir rüzgâr olmamız gerektiğine inandık.
Rüzgârları olabilmek için bizlerin de çok çalışmamız gerektiğini gördük.
Onlara göre biz Ak topraklardan gelmiştik, İlk geldiğimiz yer de bir Ak topraktı, Akmescit…. (Rusların koyduğu adı ile Simferopol)
Türkiye’mizde adının başına Ak getirdiğimiz çok beldemiz var; Aksaray, Akyazı, Akhisar, Akçakale, Akçakoca ve daha niceleri… Kırım’da birçok konuda olduğu gibi Ak isimleriyle Anadolu’ya nazire yapıyor ve birçok beldenin başında Ak var, Akmescid, Akyar,  gibi daha niceleri…
Çetinoğlu: Heyecanlı ve sıcak bir karşılama töreni olmuştur…
Berse: Ayağımızın tozuyla bizi otobüsle Kırım Mühendislik ve Pedogoji Üniversitesi’ne getirdiler. Üniversitenin merdivenlerinde Üniversitenin Rektörü Prof. Dr. Fevzi Aga Yakubov ve arkadaşları bizleri gözyaşlarıyla karşıladı.  Karşılıklı gurbetten dönen akrabalarımıza kavuşmuştuk sanki. 20 yıl önce Bu Üniversitenin kurulmasına büyük mücadelelerle önderlik eden bir kahramandı Fevzi Aga …
Üniversite binasının ön yüzüne asılan, tertip ettiğimiz panelin dev afişinde kendimizi bulduk. Evet bizler buradaki kardeşlerimize güç ve heyecan katmaya gelmiştik, afişte yazdığı gibi panelimizin adı: ‘Sürgünün Acılarını Sarmak İçin Çok Çalışmak  Ve Öğrenmek…’
Çetinoğlu: Karşılayıcılar arasında kimler vardı?
Berse: Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) koordinatörümüz Hacı Bayram Bey, Abdurrahman Egiz, Prof. Dr. İsmail Kerimov, Prof. Dr. Kutbettin Saladinov, Doç. Dr. Nariman Abdulvahaboğlu, Prof. Dr. Ranetta Gaffarova, Prof. Dr. Şevket Yunusov, Doç. Dr. Süleymanova Cemile Nuriyevna, Doç. Dr. Kerimova Svetlana, Doç. Dr. Gülnara Seitvaniyeva, Yazar Zera Bekirova, Türk Okulları Genel Müdürü Sait Bey, Merhamet Vakfı Başkanı Fatih Hoca,  ve tabiî ki namı diğer Ayşe Anamız Ayşe Seitmuratova ve ismini sayamadığım bir çok dostumuz vardı.
Çetinoğlu: Panel hakkında neler söylemek istersiniz?
Berse: Üniversitenin büyük salonunun neredeyse tamamı gençlerle ve de özellikle hanım kardeşlerimizle doluydu. Program, Sürgün için hazırlanan bir belgeselle başladı, belgeselin dili Rusça olmasına rağmen film ve fotoğraflar bizlere lisan-ı hal ile her şeyi anlatabiliyordu. Ardından Üniversite Rektörü Fevzi Aga Yakubov’un akılcı ve uyarıcı konuşması gençlere öğütlerle doluydu. Rektör hocanın ardından kürsüye Ayşe Anamız çıktı, Profesör Ayşe Seitmuratova yaşı seksene gelmiş bir kahramandı… Genç Üniversitelilere direktifler veriyordu, ‘Dilinizi, dininizi koruyun! Unutmayın…’ Diyordu.
Üniversitenin Kürsüsünde konuşurken onun hocalık yönünün ağır basarak naif, aynı zamanda kesin bir dil kullandığını müşahede ettik. Özellikle bizlere vurguladığı adeta yalvarırcasına talep ettiği bir konu vardı; Balalar için ‘Bala Bahçeleri’ yani ‘ana okullar’ açılmasını istiyordu. Çok zekice bir talepti Ayşe Ana’dan: Anaokullarında çocuklara Türkçenin öğretilmesi serbestti ve de çok daha kolaydı, ayrıca bu yaşta öğrenilen dil unutulmazdı. Ayşe Ana bu talebini her vasatta yılmadan konuşmaya ve istemeye devam ediyor, Bizden ise bu talebe kulak verip gereğini yapmak düşüyor.
Sahnede artık söz bizim ekipte idi; İlk oturumda oturum başkanı olarak bendeniz bir selamlama-konuşmasından sonra, sürgünde vefat edenler ve şehitlerimiz için Kuran-ı Kerim tilavetini Eyüp Ensari Ergin, duayı ise Dr. Ali Mazak yaptılar.
Çetinoğlu: Kimler, neler konuştu?
Berse: İlk oturumumuzun konuşmacıları ve konu başlıkları şöyle idi:
Fatih Sultan Mehmet Vakfı Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. M. Hüsrev Subaşı; ‘Kırım’da geleneksel ve modern estetik ruhla topluma faydalı olmak’,
İstanbul Yeni YüzYıl Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden ve 22. dönem Milletvekili Prof. Dr. Celal Erbay; ‘Kırım’da tarihî bağlarını öğrenerek güçlenmek’
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Dr. A. Hikmet Atan; ‘Kırımda girişimcilik ruhu ile millî duyguları güçlendirmek’
Sivil Toplum Kuruluşları Koordinatörü M. Fatih Serenli; ‘Kırım ve Türkiye arasında sivil toplum kuruluşları ile işbirliğini güçlendirmek’   
Bekir Sıtkı Çobanzade’nin Ezan şiirinin bir bölümünü okudum ve Birinci Oturum tamamlandı.
Çetinoğlu: Gösterilen ilgi sizi memnun etti mi?
Berse: Aktopraklar’dan gelen ekibimize ilgi pek fazla idi, Televizyon kameraman ve muhabirleri, öğretim üyeleri ve Sivil Toplum Kuruluşları bizlerle sohbet etmek için gayret ediyorlardı, bizler onların can kardeşleri idik…
Öğlen yemeğinde Akmescid’in serin ve güzel bir restoranında idik. Konu elbette içine girdiğimiz zaman tünelindeki Kırım ve sorunları ile buradaki insanların samimiyetleri idi.
Öğleden sonraki oturumlar Üniversitenin üst katındaki küçük salonda idi. Bu oturumlarımıza Odesa Konsolosumuz Hüseyin Bey de iştirak ettiler, TİKA Kırım Koordinatörü Hacı Bayram Bolat Bey bizi hiç yalnız bırakmayanlardandı. YTB (Yurt Dışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı) Başkan danışmanı Cengiz Bey ve YTB ekibinden Yeliz Hanım, Muharrem Bey program süresince bizlerle beraberdiler.
İkinci Oturum Başkanımız, 20, 21, ve 22. Dönem milletvekili Dr. Hüseyin Kansu oturumu açtığında konuşmacılarımız günün heyecanını üzerlerine sindirmişlerdi. 2. Oturumun konuşmacıları ve konu başlıkları şöyle idi;
Yalova Üniversitesi Öğretim Üyesi ve aynı zamanda YÖK üyesi Prof. Dr. Hüseyin Yıldırım; ‘Kırımdaki yüksek öğrenim ve akademik çalışmalara Türkiye üniversitelerinden destek faaliyetleri’  
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Doç. Dr. İbrahim Maraş; ‘Kırımda bölgenin geçmiş ve günümüz kanaat önderlerinden ilham almak…’
Yalova Üniversitesi’nden Yrd Doç. Dr. Recep Çelik; ‘Kırım ve Türkiye arasında Göç Psikolojisi ile empati kurmak…’
Yazar ve 22. Dönem milletvekili Recep Garip; ‘Kırım’da sanatçı ve edebiyatçıları öğrenerek, okuyarak olgunlaşmayı sağlamak…’
Oturumlar arasındaki çay molası; kütüphanede verildi, çayları yudumlarken Kırım’daki öğretim üyeleri arkadaşların bilgi alış verişi devam ediyordu. üniversite koridorunda bir sınıfa Cengiz Dağcı dersliği ismi verilmesi çok güzel bir tabloydu…
Üçüncü Oturumda başkanlığı Eyüp Ensari Ergin arkadaşımız devraldı. Konuşmak için zamanı değil ama zemini çok iyi değerlendiren Eyüp arkadaşımız, bir girizgahtan, sonra sözü oturumun konuşmacılarına verdi. 3. oturumda konuşmacılar ve konu başlıkları şöyle idi;
Yalova Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ali Rıza Abay; ‘Kırımda sosyolojik açıdan gençlerin manevî duygularını geliştirmek…’
İBB(İstanbul Büyükşehir Belediyesi) Başkan Danışmanı Hüseyin Öztürk; ‘Kırımda İsmail Bey Gaspıralı fikirleri ile bugüne bakmak...’
İBB(İstanbul Büyükşehir Belediyesi) Başkan Danışmanı Dr. Ali Mazak; ‘Kırımda Ahilik ve Fütüvvet teşkilatlarını örnek alarak sosyal yapıyı pekiştirmek…’.
Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şube Başkanı Mahmut Bıyıklı; ‘Kırım’da Cengiz Dağcı bakışıyla vatan ve millet şuuruna erişmek...’
Üçüncü Oturum bittiğinde yola çıkmak için acele ediyorduk. Zaman Tünelindeki yolculukta yeni durağımız, Bahçesaray’da İsmail Bey Gaspıralı Müzesi’nde gerçekleştireceğimiz Müzik konseri idi… 40 dakikalık bir yolculuktan sonra Bahçesaray’a ve İsmail Bey Gaspıralı Müzesine vardığımızda Müzenin mütevazı salonunda çoğunluğu hanımlardan oluşan dinleyiciler vardı.
Kırım Bahçesaraylı Abdurrahman Egiz kardeşimizin başkanlığını yaptığı bir derneğin organizasyonuyla bizim programdan önce bir şükran günü tertip edilmiş burada: ‘Kadın Kahramanlar Ödülleri’ .Bu başlığa bakıp nene hatunları hatırlayın. ‘Kahraman Kadınlar’dan murad en az üç çocuk dört çocuk ve fazlasına sahip olan kadınlar… Kırım’da böylelerine ‘Kahraman Kadınlar’ deniyor. Özellikle Kırım için ne güzel bir ifade…
Müzedeki programımız, Müze Müdürü Yakup Aga’nın kısa bir konuşması, ardından Abdurrahman Egiz ve Mehmet Kamil Berse’nin konuşmalarından sonra söz sahibine verildi, müziğe ve İsmail Yılmaz’a…Sazlarda İ. Melih Berse, Ahmed Habibullah vardı.
Önce Kırım Türküleri ve tabiî ki ‘Ey Güzel Kırım’la başlayan program, Gazi Giray Han’ın nihavend peşrevi ve günün Kandil günü olması dolayısıyla, salavatlar ve ilahilerle devam ederek salon manevi bir havaya büründü. Bu arada dinleyiciler arasında bulunan genç hanım kardeşimizin ağıt şeklindeki ‘Kırım Türküsü’ gözlerimizi nemlendirdi, Kandil gecesi olması sebebiyle ilahiler ve tekbirlerle nihayete eren konserin ardından, Baş duacımız kıymetli Celal Erbay Hocamız Kırım’dan, Bahçesaray’dan, Anadolu’ya kadar uzanan duasına âminler salonu inletiyordu.
İsmail Bey Gaspıralı’nın çalışma odası ve masası ekibimiz tarafından fotoğraf konusunda işgal edildi. Gaspıralı hatırasını bu güzel mekânda hayırla ve şükranla yadettik. Kandil akşamı Bahçesaray’ın Tahtalı Camii’nde akşam namazını eda ettikten sonra, yeni açılan bir restoranda Abdurrahman Egiz kardeşimizin misafiri olduk. Kırım’ın geleneksel bütün yemeklerinin tadına bakma fırsatı bulduk. Çibörekten göbeteye, etin her çeşidine, zeytinyağlı ve etli sarmalara, bal şerbetli baklava ve tatlılara… doymanın da ötesinde bir yemek ziyafetiydi…
İstanbul’da günün ilk ışıklarıyla başlamıştık yolculuğa, yorucu bir maratondan sonra Kırım’daki ilk günümüz, Akmescid’te konakladığımız Moskova Oteli’ne vardığımızda gecenin ilerleyen saatlerinde nihayet buldu.
Çetinoğlu: Grubunuzun Kırım gezisinin birinci günü kültürel faaliyetlere ayrılmıştı. İkinci gün nasıl geçti?
Berse: Kırımdaki ikinci günümüzde Cuma’ya uyanmıştık. Programımızda Kırım’ın, din ve soy kardeşlerimize yönelik yayın yapan yegâne yayın organı Yeni Dünya Gazetesi’ni ziyaret vardı.
Yeni Dünya Gazetesi’nin, Kırım Türkleriyle kaderleri bir hikâyesini öğrendik. 1920’lerde yayın hayatına başlayan gazete, 18 Mayıs 1944 sürgünü ile kapanmış, aradan 12 yıl geçtikten sonra Yeni Dünya sürgünde tekrar filizlenmiş. Özbekistan’da rejimin gereği adı; ‘Lenin Bayrağı’ olmuş. Sürgün dönüşü Gazete Kırım Halkı ile beraber Vatan’ına dönmüş. Akmescit’te tekrar ‘Yeni Dünya’ olarak yayın hayatına başlamış.   
Yeni Dünya Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Zera Bekirova Hanım, bu yıl göreve başlamıştı. Ekibimizi kapıda karşıladı. Mütevazı mekânlarında sıcacık bir ortamda bizi ağırladılar. Odada; Kırım Tatar Yazarlar Birliği Başkanı ve yazarlar, şairler bizleri bekliyordu. Kültür ve kardeşlik kokan odaya doluştuğumuzda Zaman Tünelindeki en derin vâdilere dalmıştık: Şiirler okundu, yazarların başkanı Zâkir Aga ve diğer yazarlar tarafından anlamlı konuşmalar yapıldı.  Abdülaziz Aganın sürgün hatırası, ‘Annem’ şiiri ve ardından ‘Asretlik’ şiiri; cümlemizin göz pınarlarını boşalttı… Göz, yaş akıtmak içindi, Biz yaşlarımızın ilerlemesine bakmadan birbirimizden gözlerimizi saklayamadık. Bir duygu sağanağı içinde o muhterem insanların samimi, içten duygularının, mısralarının içinde kaybolduk. Biz kimdik?, nereden gelmiştik?, Neredeydik?, 24 saatte neler yaşamıştık… Zaman içinde zamanı gördük… Rabbim bizlere bunları yaşamayı, göstermeyi lütfetmişti…
(DEVAM EDECEK)