Karadeniz kıyılarımızda keşfedilen doğalgaz yatakları, halkın refahı için son derece önemli bir gelişmedir. Bunun gibi Kıbrıs sahilleri ile İskenderun Körfezi'nden batıya doğru birçok bölgedeki kaynaklar, keşif ve işletme zamanını beklemektedirler. Bu ekonomik imkanlar, deniz alanlarındaki (karasuları, kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge -MEB-) hakların ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Yunanistan ile Adalar (Ege) Denizindeki uyuşmazlıkların uzun bir tarihi bulunmaktadır. "Megali İdea" hayaline dayanan alanlarda, Türkiye'nin ihmali, zafiyeti, gaflet ve ihanete varan umursamazlığı veya bilgisizliği sayesinde Yunanlıların önemli kazanımları olmuştur. 19.Yüzyıl başındaki cinnet idealinin önemli bir kısmının gerçekleşmiş olması, Yunanistan'a cesaret vermektedir. Halbuki Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kuruluşu ve 1974 Barış Hareketi ile Megali İdea duraklama dönemine girmiştir. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, AB üyeliğini de kullanarak birşeyler daha koparmayı ümit etmektedirler.

Yunanistan'ın Hıristiyan kimliği ve antik Yunanın devamı iddiaları, batı tarafından sempatiyle karşılanmıştır. Bağımsızlıktan itibaren bütün kazanımlarında daima bu sempatiyi kullanmıştır. Günümüzde ise AB ve NATO içinde dahi bu şımarıklığı aşan hayaller, artık çekilmez hale gelmiştir. Türkiye ile ilişkileri iyileştirmek isteyen mesela Almanya, Yunanistan-Türkiye arasında yeni bir krize karşıdır. Bu şartlar altında Türkiye, Uluslararası Mahkeme yoluna hazır olmalıdır.

Uluslararası sorunların Milletlerararası Adalet Divanı'na gitmesinin temel şartı, tarafların uzlaşarak birlikte mahkemeye başvurmalarıdır. Hangi şartlara göre yargıya gidilirse mahkeme de ona göre karar vermek durumundadır. 1982'de imzalanan Türkiye'nin taraf olmadığı Milletlerarası Deniz Hukuku Sözleşmesi'ne (MDHS) göre adaların da kıta sahanlığı ve MEB'si bulunabilmektedir. Yunanistan bundan hareketle, sadece kıtasahanlığı konusunu yargıya götürmek üzere Türkiye'yi sıkıştırmıştır. Türkiye ise aynı zamanda karasuları, FIR hattı, adacıklar ve kayalıklar, adaların silahsızlandırılması gibi bütün sorunları, iki ülkenin de taraf olduğu sözleşmelere göre yargıya götürmek istemiştir.

MDHS'nin yürürlüğe girmesinden sonra diğer ülkenin anakarasına daha yakın olan adaların kıta sahanlığı konusunda milletlerarası yargıda birçok dava açılmıştır. Mahkeme hemen hepsinde, anakara devleti sözkonusu olduğunda adaların kıtasahanlığı olamayacağına hükmetmiştir. Bunlardan biri de Türkiye'ye karşı Yunan tezlerini savunan Fransa ile ilgilidir. Fransa'nın yanıbaşındaki İngiliz adalarının kıtasahanlığı kabul edilmemiş, Manş'taki kıtasahanlığında adalar değil, ana ülke kıyıları esas alınmıştır. Bu durumda Fransa, İngiltere için karşı çıktığı kıta sahanlığını Yunanistan için istemektedir. Benzer kararlar Kuzey Buz Denizi, Çin adaları, Kızıldeniz'deki adalar gibi birçok davada verilmiştir. Böylece Yunan adalarının kıtasahanlığı ve MEB'si olamayacağına dair güçlü bir içtihat ortaya çıkmıştır. Uluslararası baskıyı dikkate alarak Yunanistan ve Türkiye'nin yargıya gitmeme tercihi zayıflamaktadır. 

İttihat ve Terakki yönetiminin yol açtığı Balkan Savaşları ile I.Dünya Savaşı sonunda adaların kontrolü İtalya ve Yunanistan'a bırakılmıştır. II.Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye'nin haklarına sahip çıkmaması ihanet derecesinde gaflettir. Bununla beraber mevcut sözleşmeler dikkate alındığında gerek 12 ada gerekse diğer adacıklar ve kayalıklar Yunanistan'a bırakılmamıştır. Başta İngiltere olmak üzere denizci ülkeler seyrüsefer serbestisini dikkate alarak Yunanistan'a tam egemenlik verilmesini uygun bulmamışlardır. Askersizleştirme şartıyla belirli adaların kullanımı Yunanistan'a bırakılmıştır. 

Belirtilen gaflet ve ihanetin gerçek olmasına karşın mevcut hukuki düzene Türkiye'nin sahip çıkması, iç politik tartışmalarda "adaların Yunanistan'a bırakıldığı" şeklindeki ifadelerden kaçınılması gerekmektedir. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Dışişleri Bakanı gibi devleti temsil pozisyonundakilerin bu tür ifadeleri, hukuki durum ne olursa olsun devleti bağlayacak olup muhtemel bir davada Türkiye aleyhine delil olarak sunulabilecektir.

Türkiye'nin öncelikle Yunanistan'ın kara ülkesi ile orta hat usulüne göre kıtasahanlığını ilan etmesi gerekmektedir. Kıta sahanlığı devletin ab inito (başlangıçtan beri) ipso facto (tek taraflı işlemle, kendiliğinden) ilan edebileceği bir deniz alanıdır. Bunun için sözleşmeye gerek bulunmamaktadır. Bununla beraber iki devlet isterlerse alanın özelliklerine göre farklı bir çizgide mutabık kalabilirler. MEB alanı da Ege Denizi sözkonusu olduğunda kıta sahanlığı ile örtüşmektedir. MEB için kıyıdaş devletlerin mutabakatı gerekmektedir. Bununla beraber bir taraf uzlaşmaya yanaşmadığı takdirde diğer taraf kendi MEB'sini ilan edebilir. Böyle bir ilan güçle desteklenince karşı taraf zorunlu olarak hakkaniyet temelli uzlaşmaya yanaşacaktır.

Türkiye-Libya uzlaşmasından sonra yayınlanan haritalarda, Türkiye'nin yanıbaşındaki Yunan adaları çevresindeki deniz alanlarının, sanki Yunanistan'a aitmiş gibi kesik çizgilerle ayrılmasına izin verilmemeli, bu konuda resmi ve özel kuruluşlar ile medya organları uyarılmalıdır. Esasen Yunanistan'ın uzlaşmaz ve tek taraflı politikaları dikkate alınarak Türkiye'nin bu alanları bir an önce ilan etmesi ve haritaları yayınlaması bir zorunluluktur. Kıta sahanlığı konusunda araştırma gemilerinin muhriplerle birlikte Yunan iddialarını reddetmesi son derece önemlidir. Tıpkı bunun gibi Adalar Denizi'nde de Türkiye'nin kıta sahanlığı alanındaki araştırmalar yoğunlaştırılmalıdır. Aynı şekilde MEB kapsamında olan balıkçılık faaliyetleri, yine muhripler desteği ile yürütülmelidir. Türkiye'nin zamanında bu bölgede MEB ilan etmemesi, Yunanistan'ın hakkaniyete aykırı ilanlarına üçüncü taraflar nezdinde meşruiyet kazandırılması anlamına gelmektedir.

Bu bağlamda Yunanistan'ın 2004'den beri işgal ederek asker çıkardığı Türkiye'ye ait adalar konusunda hukuki işlemler başlatılmalıdır. Protesto ve nota sürecinden sonra verilen mühlet zarfında bu adalar boşaltılmadığı takdirde uygun yöntemlerle Yunan askerlerinin uzaklaştırılması son derece kolay olacaktır. Mevcut sözleşmeler, mahkeme kararları, uluslararsı hukuk teamülleri ile egemenlik hakları kapsamında gerekli girişimler ve deklarasyonlardan sonra Türkiye'nin uluslararası yargıdan kazanan taraf olarak çıkacağı kesindir. Her türlü gelişmeye karşı siyasi ve askeri olduğu kadar hukuki bakımdan da hazırlıklı olmak, ciddi araştırmalarla desteklemek gerekmektedir.