Dünkü yazımızda, demokrasinin sivil toplumdaki çeşitliliklerden dolayı doğduğunu ve uzlaşmacı bir sistem olarak geliştiğini belirtmiştik. Ele aldığımız çeşitlilik, ekonomik menfaatleri farklı bireyler ve gruplardı. Bu yazıda ise felsefî, dinî ve sosyokültürel alanlardaki çeşitlilikler ile bunların demokrasideki konumunu ve demokratik bir anayasanın özelliklerini ele alacağız. ÇEŞİTLİLİK VE EŞİTLİK Devleti öne çıkaran bir düşünür olmasına rağmen, Alman filozof Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770–1831), ‘farklılık’ (difference) ve ‘özel çıkar’ (particularity) terimlerini kullanarak sivil toplum tartışmalarının merkezi kavramlarını oluşturmuştur. İngiliz filozof John Stuart Mill (1806–1873), sivil toplumun en temel özelliği olan ‘çeşitlilik’ üzerinde en güçlü savunmayı yapmıştır. Evrensel bir insan modeli olmadığını söyleyen filozof; hürriyeti, insan farklılıklarının dışa vurumu olarak görmüş ve sadece başkalarının hürriyetini kısıtlamamak şartına bağlamıştır. Mill’e göre, bireyselliği yok etmek isteyen her sistem, despotluktur. Koyunların bile birbirlerinin aynısı olmadığını vurgulayan Mill, devletin farklılıkları tanımasını ve o yönde politikalar üretmesini istemiştir. Her ne kadar doğrudan doğruya ‘sivil toplum’ konusunu işlememişse de, Mill’in görüşleri, liberal devletlerde sivil toplumun oluşmasına önemli katkılar yapmıştır. Liberal demokrasinin düşünürlerinden Amerikalı filozof John Rawls (1921-2002), çok değişik talepleri olan grupların bir arada yaşamalarının nasıl sağlanabileceğini araştırmak üzere şu “temel soru”yu ortaya atar: “Makul dinî, felsefî ve ahlakî doktrinlerle ciddi biçimde bölünmüş hür ve eşit vatandaşlardan oluşan bir toplumun, adalet ve istikrar içerisinde uzun süre yaşaması nasıl mümkün olabilir?” Bu soruda mercek altına alınan kavramları şöyle sıralayabiliriz: a) Hür ve eşit vatandaşlar, b) Ciddi biçimde bölünmüşlük, c) Dinî, felsefî ve ahlakî doktrinlerde makuliyet, d) Adalet ve istikrar. Bu kavramlardan “a” şıkkındaki hürriyet ve eşitlik; gelişmiş demokrasilerde dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep gibi farklılıklar taşıyanların, kanun önündeki eşitliğiyle sağlanmaktadır. Akabinde gelen “b” şıkkındaki “ciddi bölünmüşlük” tarifinde Rawls, “Hür bir tartışma sürecinde bile tam akıl kabiliyetine sahip kişilerin, aynı sonuca ulaşması mümkün olmayabilir.” der. Böyle durumlarda tavsiyesi ise yukarıda “c” ve “d” şıklarında belirtildiği gibi, makuliyet, adalet ve istikrardır. Vatandaşların farklı inançlarının bazılarının doğru bazılarınınsa yanlış, hatta hepsinin de yanlış olabileceğini söyleyen Rawls, o türden bir ayıklamaya kalkışmanın bazı tatsızlıklara sebep olacağını vurgular. O halde, inançlar için makuliyet ölçüsü ne olmalıdır? Rawls o ölçü için, değişik kesimlerdeki mevcut inanç ve ahlak sistemlerinden birine mensup olmayı yeterli bulur ve siyasal liberalizmin, bilinen bütün dinî, felsefî ve ahlakî doktrinleri, makul saydığını söyler. Maksat, çoğunluğun azınlığı ezmesini engellemek için herkese yönelik bir hürriyet sağlamaktır. Bu açıklamalarla demokratik bir kabullenme anlayışı ifade edilmektedir. Farklılıkları kabullenme ve hür bırakma anlayışı, İslamiyet’te de geçerlidir. Batı’dan asırlarca önce Hazreti Muhammed’in (s.a.s.) ilk İslam devletini kurarken ve sonrasında yaptığı istişareler, gayrimüslim vatandaşlarla yaptığı anlaşmalar bunun ilk uygulamalarıdır. İlk dört halife de temsili demokrasiye benzer şekilde seçilmişlerdir. Ayrıca, yönetime getirilenlerin asaleti değil, liyakati esas alan atama suretiyle görevlendirilmeleri ve halkla bütünleşmelerinin emredilmesi de Batı’nın soyluluk anlayışı ve feodal yapısından tamamen ayrı bir özelliktir. Hz. Ali (r.a.), valilerden birine yazdığı mektupta, “Halkla kendi aranda büyük-küçük, geniş veya dar, her ne şekilde olursa olsun bir mânia bulundurma.” demiştir. DEMOKRASİ VE ANAYASA Çoğu yıkılıp gitmiş totaliter sistemlerdekinin aksine, gelişmiş ülkelerin ileri demokrasilerindeki anayasalarda temel prensip, devletin yetkilerini kısıtlamaktır. Ordu, yargı veya başka bir kurum, vatandaşların demokratik hak ve hürriyetlerini azaltamaz. Önümüzdeki Pazar günü oylayacağımız Anayasa değişiklik paketi, yukarıda anlattığımız gibi hem bizim medeniyetimize hem de modern insanlığın demokrasi anlayışına uygun niteliktedir. Bu itibarla, oylamadaki tercihimiz “Evet” olmalıdır. İleride, çok daha sivil, çok daha demokratik yepyeni bir Anayasa yapacağımız ümidiyle, okuyucularımın ve tüm İslam âleminin Ramazan Bayramını kutluyorum.