‘1960 Yılında Başlayan Darbeler Döneminde, Türk Milliyetçiliği de Darbe Yedi.’

Türk Ocakları İstanbul Şubesi Başkanı Dr. CEZMİ BYRAM ile Milliyetçilik Fikriyatı Üzerine Sohbetimiz Devam ediyor.

Oğuz Çetinoğlu: Milliyetçilik alanında ne tür gelişmeler sağlandı?
Dr. Cezmi Bayram: 1949 da Türk Ocakları yeniden teşkilatlanarak faaliyetine devam etti.
Milliyetçiler Derneği teşekkül etti ve memleket sathına yayıldı. Büyük talihsizliktir ki, siyasî endişelerle kapatıldı ve bu icraat DP’nin günah hanesine kaydoldu.
Ne var ki, artık halkın reyi tâyin edici hale geldiği için, halkın temâyülleri ve arzuları devlet idaresine aksetmeye başlamıştır. Halka yeni bir şekil vermek gayreti sona ermiş, aksine halkın maddî ve manevî ihtiyaçlarını karşılama idarenin hedefi hâline gelmiştir. Bir yandan halkın refahını arttıracak hamlelere, hayatı kolaylaştıracak ümran faaliyetlerine devam edilirken, diğer yandan dinini öğrenme ve tatbik etmesi hususunda serbestlikler getirilmiş, bu alanda neşriyata kolaylıklar sağlanmıştır.
Çetinoğlu: Demokrasi rayına oturtuldu derken darbeler dönemi başladı…
Bayram: 1960 darbesi bu gelişmeyi durdurma hedefini gütse de, artık ülke arızalı da olsa, demokratik hayata alışmış, idareyi reyiyle tâyin etme geleneği geri dönmez hâle gelmiştir. Bu yüzden kısa sürede tekrar serbest seçimlere gidilerek yeniden halk iktidarı tesis edilmiştir. Ancak 27 Mayıs Anayasası halk irâdesine birçok ortak getirmiştir.  1930’lar zihniyetinin müesseseler eliyle devamını temin arzu ve gayretini gütse de; bir taraftan yaygınlaştırılmış eğitim, diğer yandan neşriyatın çoğalması ve çeşitlenmesi, aynı zamanda farklı düşüncedeki kişilerin çeşitli dernek ve vakıflar etrafında toplanmasına imkân vermiştir. En önemlisi milliyetçiliği ve İslâm’ı esas mihverine yerleştiren siyasî partilerin ortaya çıkması, devletin kuruluş yıllarındaki ruhuna doğru evrilmesini engelleyemedi. Ancak arada; 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat gibi müdâhale, darbe ve post modern darbeler yaşansa da, milletimizin binlerce yıl içinde edindiği devlet tecrübesi gittikçe yönetime yerleşmeye başladı. Bu manada en önemli adımlar, Milliyetçi Cephe Hükümetleri döneminde atıldı. Okul müfredatları tamamen değişti. Özellikle tarih müfredatı eski Anadolu medeniyetlerine ağırlık veren ve batı kültür dairesine girmeyi hedefleyen program yerine, Türk milletinin kendi siyâset tecrübesini öne çıkaran bir anlayışla hazırlandı. Felsefe müfredatına, sadece batı felsefesi değil, İslam felsefesi ve kelamı da dâhil oldu. Türk musikisi ilk defa okula kavuştu; Türk Musikisi Devlet Konservatuarı kuruldu. Gelenekli Türk sanatları çeşitli ilgili okulların müfredatında yer almaya başladı.
Bunlardan daha önemlisi, çok partili demokratik hayatla birlikte zengin bir fikir ve düşünce hayatı gelişti. Türk Yurdu, Türk Düşüncesi, Büyük Doğu, Hareket, Serdengeçti, Orkun, Ötüken, Ocak, Töre ve benzeri dergiler ve gazeteler milliyetçilik fikirlerini muhtelif veçheleriyle ifâdeye çalıştılar.
Peyami Safa, Necip Fazıl, Atsız, Remzi Oğuz Arık, Nurettin Topçu, Samiha Ayverdi, Mümtaz Turan, Osman Turan, Kafesoğlu, Fındıkoğlu gibi ilim ve fikir adamları aralarında bazı farklılıklar olmakla beraber, milliyetçi düşüncenin gelişmesinde önemli hizmet ifâ ettiler. Bunların arasındaki farklılıklar, ilmî ihtilaf sebebi olmakla beraber, yeni nesiller bunların tamamından istifa ettiği için, çok zengin, geniş ve kapsayıcı bir milliyetçilik anlayışıyla yetişmekteydiler. Bu dönem milliyetçilik anlayışında, İslâm artık milletimizin sadece lâfzî belirleyicisi değil, içtimaî hayatın her safhasında etkili olan ve en önemli birleştirici unsuru olarak gerçek yerine inkılâp etti. ‘Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman’, ‘Türklük ve İslamlık etle tırnak gibidir’ , ‘Türk-İslam Sentezi’ gibi tâbirler bu anlayışın farklı ifadeleridir.
İslâm’ın yeniden payidar olması gayretiyle fikrini ve fiilini ifâdeye çalışan Necip Fazıl, emelinin ancak bu topraklarda ve bu millet eliyle gerçekleşeceğine inanıyor ve bu yüzden Büyük Doğu Marşı’na, ‘Yürü altın nesli demir Oğuz’un’ diye başlıyordu.
Çetinoğlu: Türk milliyetçilerinin o dönemdeki hedefinde Komünistler vardı.
Bayram: Bu dönem milliyetçiliğinin en önemli özelliklerinden biri de anti-komünizmdir. Zira komünizm Sovyet ve kızıl Çin yönetimlerinde milyonlarca Müslüman Türk’ün hürriyetine engeldi. Aynı zamanda komünist olmasına rağmen, Sovyetlerin hâkim unsuru Ruslar, Deli Petro’dan beri sıcak denizlere inme hayalinden vazgeçmemişlerdi. Bu arzusunu 2. Dünya Savaşı sonrası Türkiye’den bazı taleplerde bulunarak ortaya koyduğu gibi, Türkiye’deki komünist faaliyetleri destekleyerek de hedefine ulaşmaya devam ettiğini gösteriyordu. Dolayısıyla bu da son bağımsız Türk devletinin ortadan kalkması, Türkiye’de yaşayan Türklerin de esir olması demekti.
Ancak milliyetçiler için, Sovyetlerin bu hedefi olmasa bile, komünizm, inanç ve topyekûn manevî değerlerin tahribi gayesini gütmesi ve komünistlerin ‘din afyondur’ diyerek din düşmanlığı yapması lâiklik anlayışından Kemalistlerden de ileri olması, bu akîdeye karşı olmak için yeter sebepti.
Fakat ağırlıklı olarak komünizmle mücadele belirgin olsa da; Türk kültürü, medeniyeti, İslâm medeniyeti, edebiyat ve sanat alanında büyük gelişmeler oldu. En önemlisi insan gücünün bilgili ve inançlı olarak yetişmesinde önemli mesafeler kat edildi. Bu gayret ve çabalar bugün en kâmil meyvesini vererek devletin kuruluş felsefesine tekrar uygun hâle gelmesi yolunda önemli mesafe kaydedildi.
Çetinoğlu: Bu dönemde sol görüşlerde de kıpırdanmalar oldu.
Bayram: 1960’larda bütün dünyada bir sosyalizm ve sosyalist ihtilaller, isyanlar dönemi açıldı. Sovyet Rusya’nın ve Komünist Çin’in etki ve desteğiyle bu dalga bütün Güney Amerika, Afrika ve Asya’ya, bütün dünyaya yayıldı. Elbette Türkiye’de de benzeri faaliyetler başladı. Devletin kurucusu olduğu iddiasını taşıyan CHP, onun tarihî şahsiyet olan liderinin ifadesiyle ‘ortanın solunda’ yer aldı. Bu CHP’nin kuruculuk iddiasına tersti. Kuruculuk iddiasında olan partilerin ‘devrimci’ değil, ‘muhafazakâr’ olması gerekirdi. Ama İnönü, partisini bu yeni vasıflandırmasında, pek de haksız sayılmazdı. CHP’nin sâhip olduğu pozitivist ve materyalist anlayış, İslam karşısındaki tutumu onu sosyalistlere yaklaştırıyordu. Ancak tam sosyalist olmadığı için de ortalarda bir yerde, ortanın soluna yerleşti. İnönü’nün dışarıdaki sosyalist hareketlerden ilham alarak üniversite öğrencilerinin başlattığı boykot ve işgal hareketlerine destek vermesi, en mühimi ‘solcu olmak adam olmaktır’ diyerek alenen solculuğu sahiplenmesi, etkisinde bulunan bütün kurum ve kişileri sosyalizmi destekleyen ve hattâ sosyalist olan duruma getirdi. En büyük tahribat askerî okullarda oldu. Özellikle Hava, Deniz ve bir ölçüde Kara Harp Okulları, sosyalist teşkilatlanmaların merkezi haline geldi. Devrin sosyalist öğrenci liderlerinin en güçlü destekçileri buralarda yetişti. 12 Mart 1971 Muhtırası’ndan sonra büyük tasfiyeler yapılsa da bugün de etkisi görülen ve özellikle İslâm karşısında hâlâ katı laiklik anlayışının takipçisi bir subay nesli, biraz da zaten din düşmanı olan sosyalist akîdenin o dönemdeki ve takip eden yıllardaki tesiri sebebiyledir.
Çetinoğlu: Solcuların Türkçemize musallat oluşu hakkında neler söylemek istersiniz?
Bayram: Bu sosyalist dalganın hedefinde de, 1930’larda olduğu gibi yine din ve onu birleştirici bir değer kabul eden milliyetçilik ve yine bütünleştirici bir milliyetçilik anlayışının ifadesi, ortak anlaşma dilimiz Türkçe vardı. Geçmişte denenen tasfiye çılgınlığı yine hortlatıldı. CHP’nin önce Genel Sekreteri, sonra Genel Başkanı olan Bülent Ecevit buna siyasette öncülük etti.
Çetinoğlu: Milliyetçi düşünce sistemi, siyâsî yapı halinde teşkilatlanma imkânı buldu.
Bayram: Memlekette esen hava, yeniden varlık ve beka endişesini gündeme getirdi. Milliyetçilik ferdî tercih olmaktan çıktı. Bir siyasî partinin, MHP’nin, esas umdesi haline geldi. Ancak bu dönemde MHP bir tek çeşit milliyetçilik anlayışını değil, mevcut olan bütün milliyetçilikleri bünyesinde bulundurma dikkati ve hassasiyeti içinde oldu. Atsız da, Necip Fazıl da bu hareketin bayrak isimleri oldular.
Bu dönem milliyetçiliği devrin mecburî gereği olarak anti-komünist hüviyeti ile temâyüz etti.
Çetinoğlu: Sol cephe ise illegal örgütlendi…
Bayram: Memleket bölge bölge sol fraksiyonlar tarafından işgal edilmekte, kurtarılmış bölgeler meydana getirilmekte, en önemlisi eğitim kurumlarında başkasının hizmet görmesine imkân verilmemekte idi. Devlet kurumları başlangıçta şaşkındı. İnönü’ nün desteği, askerî müesseselerdeki faaliyetler memleketi neredeyse sâhipsiz kılmıştı. 1960 Anayasası’nın muhtar kurumlarının tavrı ve hatta TRT’de olduğu gibi destekler durumda olması bu endişeyi arttırıyordu. Dolayısıyla okumak isteyen öğrenci, kendi çaresine bakacaktı. Milliyetçi gençlerde MHP’nin desteği ile teşkilatlandılar ve haklarını müdafaaya çalıştılar. Mücadele zamanla sertleşti. Silahlar patladı ve 12 Eylül 1980’e kadar devam etti. Ayrı olarak ve önemli, araştırılması gereken bu mücadele ile ilgili fazla tafsilata girmeye gerek görmüyorum.
Çetinoğlu: Sol, ayrımcı-bölücü faaliyetleri de geliştirdi.
Bayram: Bu dönem sol siyasetin memleketimize iki büyük hediyesi (!) oldu: Kürtçülük ve mezhepçilik. Zira sol, faaliyetlerinde kitle desteği alabilmek için bu iki zümreyi tahrik etti. Teşkilatlandırdı. Kendi teşkilatlarında önemli yer verdi. Aynı şekilde ortanın solundaki CHP lideri de rey kaygısıyla bu tahrikte yardımcı oldu. Ve Türkiye bunun neticesinde, 40 yıldır etnik bölücülükle uğraşmaktadır.
Bu dönem milliyetçiliğinin esas mesaisini sol faaliyetler ve bunların açtığı tahribatların tamiri teşkil etse de, aynı zamanda 1930’lardan itibâren kuruluş ruhundan uzaklaşan devleti tekrar kendi mecrasına oturtmak gayesi de ihmal edilmemiştir. Türk devlet geleneği önemli ilgi alanını teşkil etmiştir. Bu yanıyla inkılapçı bir hüviyeti vardır. Ocak ve Töre dergileri bu gayretin meyvelerini havidir.
Elbette dilde tasfiyecilik yine gündeme getirildiği için ‘Yaşayan Türkçe’ kavgası ve solun bölücü tahriklerine karşı, bütünleştirici faaliyetler milliyetçiliğin ilgi alanını teşkil etmiştir.
Çetinoğlu: Milliyetçilerin durumunu değerlendirir misiniz?
Bayram: Türkiye’de cehaletten veya ideolojik sebeple kasten, milliyetçilik hakkında yanlış düşünceler vardır. Bunlar, esas itibariyle, milliyetçiliğe düşmandırlar. Cehaletten düşmanlık yapanlar, Türk milletinin tarihini kendi kaynaklarından değil, yabancı kaynaklardan öğrenenler veya milliyetçilik teorisi hakkında dışarıda ve tamamen Avrupa milletlerinin tecrübesini esas alan şablon değerlendirmelere itibar etmekten dolayı bu hataya düşmektedirler. Avrupa 2. Dünya Savaşı ile büyük acılar yaşamıştır. Taraflardan biri ırkçılığı esas alan bir zihniyet sahibiydi. Dolayısıyla milliyetçilik ırkçılıkla eş anlamda kullanılırsa, o takdirde, yakın dönemde yaşanan büyük acılar hatırlanmaktadır. Böylece ırkçılığın sebep olduğu felaket, hiçbir ırkçı unsur taşımayan Türk milliyetçiliğini de suçlamaya vesile sayılmaktadır.
Bilindiği gibi Avrupa’da kilisenin ilimle, devletle ciddî mücadelesi ve ihtilâfı olmuştur. Hıristiyanlığın akıl, ilim dışı bazı umdelerine batı ilim adamlarının itirazları bu konuda ilmî, felsefî çalışmalar, Türkçeye tercüme edilirken bu eserlerde Hıristiyanlık kastedilerek kullanılan din kavramı aynen muhafaza edilmiştir. Nasıl ki, burada dine itirazlar İslam’a itiraz gibi algılanıyorsa, aynı şekilde batıda ırkçılık kastedilerek milliyetçiliğe yapılan itirazlar da Türk milliyetçiliği için geçerli sayılmaktadır. Buna bir de son zamanlarda ülke bütünlüğü için bela olan etnik ve bölücü milliyetçilik de eklenince ve Osmanlı’dan bu yana Türk’e verilen bütünleyici ve kapsayıcı mâna bir etnisiteye indirgenince, Türk milliyetçiliği de Kürt ırkçılığı gibi addedilebilmektedir.
Burada, cehaletten kaynaklanan bir diğer husus Türk milliyetçiliği hakkındaki bilgisizliktir. İmparatorluğun son zamanlarında ortaya çıkan ve tamamen devletin mümkün olan en geniş sınırlarıyla muhafazası hedefini güden Türk milliyetçiliğinin bir tek rengi olduğunu zannetmektir. Elbette Türk milliyetçiliğinin ana damarı ırkçı değildir, ama tek tip milliyetçilik anlayışı da yoktur. Osmanlı aydını Türkçülerle, Osmanlı dışında yetişen Türk münevverlerinin anlayışları arasında elbette farklılıklar vardır. Osmanlı aydınının hedefi, devletin bekasını temin ve vatanın bütünlüğünü muhâfaza eden bir milliyetçilik anlayışını ortaya koymak ise, Osmanlı vatandaşı olmayan Türklerin hedefi, kendi toplumlarının bağımsızlığını elde etmektir. Dolayısıyla onlar için Türkçülük bir siyasî mefkûredir. Hâlbuki Osmanlı aydını için milliyetçilik bir kültür ve medeniyet meselesidir. Bunun neticesinde meydana gelecek enerji ile vatanın ve devletin muhafaza edilmesidir. Aynı şekilde, Osmanlı aydınları arasında da milliyetçiliği farklı algılayanlar vardır. Mesela Ahmet Ferid’in görüşlerinde ifade edildiği üzere, Osmanlıcılık anlayışı o dönem için doğru bir siyâsettir. Hâlbuki Ahmet Ferid hem Yusuf Akçura’nın arkadaşı, hem Türk Ocaklarının kurucusu, hem de Mehmet Emin Yurdakul’dan sonra Türk Ocakları Umumî Reisi’dir. Aynı zamanda Gökalp ve Yahya Kemal, her ikisi de milliyetçi oldukları halde, tarih ve medeniyet anlayışları arasında farklılıklar vardır. Bu cumhuriyet dönemi için de geçerlidir. Peyami Safa, Atsız, Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Remzi Oğuz Arık, Osman Turan, Samiha Ayverdi, İbrahim Kafesoğlu, Erol Güngör ve daha birçok milliyetçinin ortak özellikleri yanında farklılıkları da vardır. Her birinden cımbızla bir noktayı seçerek milliyetçilik hakkında kanaat serdetmek ve milliyetçiliğe muhalefet etmek, ya ideolojik körlükle veya cehaletle ancak izah edilebilir. Hâlbuki bu ilim ve fikir adamları milliyetçilik düşüncesini zenginleştirmekte, ancak ana damar milliyetçilik bunların müşterek yanlarının meydana getirdiği milliyetçiliktir. Bu da batıda ‘vatanseverlik’ ve ‘muhafazakârlık’ olarak izah edilen, hem millî-dinî değerleri ki ayırt edilmesi dahi imkânsızdır, muhafaza etmek, hem vatan bütünlüğünü korumak ve hem de bu vatan coğrafyasında yaşayan herkesi dünyanın ulaştığı bütün maddî-mânevî nimetlere sahip kılmak, aynı zamanda onu bütün Türkler, Müslümanlar ve hatta insanlık için istemektir.
İdeolojik olarak düşmanlık yapanlar, Marksistler, liberaller vb.dir. Bunlar üzerinde durmaya değmez. Ancak İslamcılık saikiyle muhalefet edenlerin önemli kısmı cehaletten ve Osmanlı İslamcılığından farklı ve Türkiye dışı, yine siyâsî sebeplerle ortaya çıkan İslamcılığın etkisinde kalmalarındandır. 1. Cihan Harbi’nin bitmesiyle, bir anlamda İslamcılarla Türkçüler arası ihtilaf önemli ölçüde bitmiştir. Sadece, belki tarih anlayışlarındaki farklılık olarak devam etmiştir. Millî Mücadele’de omuz omuzadırlar.
Millî Mücadele’den sonra ikisi de aynı kaderi paylaşmış, Yeni Millet İnşası anlayışı sebebiyle ikisi de devlet yönetiminden tasfiye edilmişlerdir. Bu müşterek kader de onları tekrar birleştirmiştir. Cumhuriyet döneminde, 1970’lere kadar, gerek yayın organlarında ve gerekse çeşitli siyasî faaliyetlerde beraberdirler. Bu o kadar öyledir ki, Meşrutiyet dönemi İslamcılığının önder isimlerinden Mehmet Âkif, milliyetçilerin Ziya Gökalp kadar hattâ bazen ondan da fazla, fikrî beslenme kaynağı olmuştur. Öyye düşünüyorum ki, Türkiye İslamcıları bu kültür İslamcısı olmaya doğru evrildikçe Türk milliyetçiliği dairesine gireceklerdir. Esasen milliyetçiler, zaten Osmanlı dönemi İslamcılık dairesi içindedir.
Çetinoğlu: Dış güçlerin etkisi yok mu?
Bayram: Milliyetçiliğin menfî algılanmasının bir diğer âmili emperyalist güçlerdir. Çünkü onlar bilmektedirler ki, milliyetçilik duygusu topluluklara varlıklarını müdafaa gücü, millî bir hassasiyet kazandırmaktadır. Bu ise onların hedeflerine ulaşmalarının en büyük engelidir. O sebeple önce bu nefs-i müdafaa duvarlarını, millî direniş kaynağını çökertmek gerekir. O yüzden bütün güçleri ile milliyetçiliğe yüklenmektedirler. Böylece kendi milliyetçilik hedeflerini gerçekleştirmede kolaylık elde ettiklerini, bu propagandaya mâruz kalanlar fark edememektedirler.
Milliyetçiliğe düşmanlık edenler, ısrarla ve yine Avrupa ırkçı milliyetçiliklerinin özelliklerinin aynen Türk milliyetçiliğinde de var olduğu zannıyla, milliyetçiliği demokrasiye muhalif olarak göstermektedirler. Hâlbuki milliyetçilik herhangi bir şahıs veya zümreyi değil, topyekûn milleti esas aldığı için tabii olarak millet hâkimiyetini temel umde kabul eder. Nitekim Millî Mücadele dönemi milliyetçiliği, her konuda millet kararını ve Millet iradesini savunmuştur. Devrin şartları icabı otoriterleşen tek parti dönemine muhalefeti de esas itibarı ile milliyetçiler yapmıştır. Milliyetçiler sadece siyâsî olarak değil, kültür ve medeniyet bakımından da dayatmalara itiraz ederek en geniş mânada halk irâdesini, halk düşüncesini, halk tercihini öne çıkarmışlardır. Dolayısıyla demokrasi, milliyetçiliğin vazgeçilmez icabıdır.
Burada, kasten yapılan yanlış, milliyetçilerin mücerret devlet anlayışı sebebiyle, müşahhas devletin uygulamaları öne sürülerek itham edilmeleridir. Gerçekten milliyetçiler devletin ebed-müddet olduğuna inanır, hanedanlar veya rejimler dolayısıyla bölünmeyi kabul etmez ve bu ebed-müddet devletin yaşatılmasını ister. Türk tarihi tetkik edildiğinde, milletimizin devletsiz olamadığı görülür. Son cihan devletinde, Avrupa coğrafyası da vatanımızdı. Hatta Osmanlı bir Avrupa devleti olduğu için de, Anadolu’dan da daha önemli bir vatan parçasıydı. Namık Kemal’e ‘Vatan yahut Silistre’ dedirten ruh da bunun ifadesiydi. Serhaddimiz Tuna’ydı. Her kaybettiğimiz coğrafya için ağıtlar, destanlar yazdık. Bazen ‘Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i’ dedik, bazen ‘Estergon Kalesi’, bazen ‘Akma Tuna’ dedik. Ama bayrak oralardan çekilince, bayrağın dalgalandığı coğrafya vatanımız oldu. Sonunda, muhafaza edebildiğimiz Türkiye ‘Anavatan’ nâmını aldı. Hâlbuki daha önce böyle bir kavram yoktu. Olsa bile kasıt Uluğ Türkistan’dı. O halde, devletin varlığı ve bekası millet hayatımız için önemlidir ve milliyetçiler bunun için devletten yanadır. Ama bu zaman zaman devleti sevk ve idare yetkisine sâhip olanların her yaptığını onaylamak mânasında değildir. Hatta onların hatâlarını, devlet bekası, vatan ve millet bütünlüğü ve millî hayat bakımından, önemli menfi neticeler doğurması ihtimâli dolayısıyla, en amansız tenkitçiler de milliyetçilerdir.
Çetinoğlu: Milliyetçilerin demokrasi kavramına karşı tutumları nedir?
Bayram: Milliyetçilere yöneltilen bir diğer itham militarizmdir. Bu kavram yerli değildir, çağrışımları menfîdir. Dolayısıyla bu ithamla da milliyetçilerin aynı zamanda demokrasi düşmanı olduğu tekraren teyit edilmektedir. Milliyetçiler askerliği önemsemektedirler. Bu tarihî tecrübemizin tabii bir sonucudur. Ama batı mânasında militarist değildirler.
Öncelikle, yaşadığımız coğrafyanın bir milletler mezarlığı olduğu ve burada en uzun milletimizin yaşadığı idrâki ve tespiti ile kuvvetli ve milletiyle kaynaşmış bir orduya sahip olmadan varlığımızın devamının imkânsızlığını biliriz. Bu sebeple milliyetçiler hem mücerret ordu düşmanlığını yanlış bilir, hem de ordunun halkla bütünleşmesini engelleyen komuta anlayışını tehlikeli sayar.
Ayrıca milliyetçiler, milletimizin asker ocağını ‘Peygamber Ocağı’ saymasının ve onun her bir erini peygamberin ismiyle adlandırmasının, ona ‘Mehmetçik’ demesinin kültür ve mâna derinliğini önemser. Bu anlayışın zedelenmesini tehlikeli bulur. Her bir er ‘Mehmetçik’ olunca, topyekûn millet, ‘Mehmetçik’ olur ve neticede Yahya Kemal’in ifadesiyle milletimiz ‘ordu-millet’ hâline gelir. Yapılan anketlerde ordunun en güvenilir kurum olması ile sadece üniformalı ordunun kastedildiğini zannetmek büyük hatâdır. Aslında milletimiz burada, kendisine duyduğu güveni ifâde etmektedir. Son zamanlarda güvenin azalmasında, elbette üniformalılara bakışın etkisi olduğu kadar, milletteki ve onun önderlerindeki bozulmanın da etkisi vardır. Millet ordusunu sever, milliyetçiler de sever, ama aynı zamanda irâdesine müdahaleyi hoş görmez...
Kısaca, Türk milliyetçiliği ırkçı değildir, başkalarına düşmanlık üzere bina edilmemiştir. Dolayısıyla ‘ötekisi’ yoktur. Türk milliyetçiliği var olmayan bir milleti inşa etme gayesi ile de ortaya çıkmamıştır. Mevcut olan ve binlerce yıl içinde tekevvün eden bir milletin bekâ, medeniyet ve kültür meselesi olarak ortaya çıkmıştır. Dışlayıcı değil, bütünleştiricidir. Milliyetçiliğimizin ana damarı, ana ekseni budur.
(DEVAM EDECEK)