Cumhurbaşkanlığı sistemine göre ilk seçimlere giriyoruz. Amerikan başkanlık sistemini yücelten siyaset bilimi mektebinin temel tezi şudur: Bu sistemde kesin kuvvetler ayrılığı vardır. Hiçbir lider gücü tekelinde toplayamaz, demokrasi açısından en güvenilir rejimdir, istikrarlıdır, büyük devlet misyonuna uygundur, kararlar hızlı alınmaktadır, siyasi istikrarsızlık yoktur. Parlamenter sistemi savunan görüşe göre; parlamenter sistem daha demokratiktir, siyasi istikrarsızlık üretse de halkın taleplerine daha açıktır, her ülke kendi bünyesine uygun parlamenter sistem tesis ederse sorun yoktur.

Cumhuriyetin kuruluşundan beri tek partili rejim mi olsun, çok partili mi? Meclis hükümeti mi olsun, teknokrat hükümet mi olsun, tek meclis mi olsun, senato da olsun mu, olmasın mı? Kemalizm ve kuruluş değerleri ideolojisinin dışına çıkılsın mı çıkılmasın mı? Laiklik olmazsa demokrasi olmaz, İslam la demokrasi bağdaşır mı bağdaşmaz mı gibi faraziyeler üzerinden 100 yıl vakit geçti. Türkiye Cumhuriyeti tarihi az çok bu tartışmaların ışığında şekillendi. Halen kendine uygun değerler sistemini üretebilmiş değil…

Kemalizm’i yücelten kimi çevreler bilmelidir ki inkılâp adı altında yapılmış reformların birçoğu milli değildir, halkımızın bünyesine uygun değildir. Çünkü ne İtalyan Ceza Kanunu, ne İsviçre Medeni Kanunu, nede batıdan alınmış kimi kanunların hiç biri milli bünyenin ürettiği kanunlar değildir.

Her ne kadar 1980 darbe anayasası özelliğini taşısa da 1982 Anayasası milli bünyemize uygun bir yapı tasarlamıştır. 1980 Anayasasının millileşme süreci hemen hemen 40 yıldan fazla süreden beri defalarca yapılan anayasa değişiklikleri ile sürüp gitmektedir. 2000’li yıllarda Prof. Dr. Sulhi Dönmezer Hoca’nın başkanlığında yapılan Türk Ceza Kanunu bir takım eksikleri bünyesinde taşısa da İnkılâp Kanunlarının Ceza Kanunlarından daha millidir, daha yerlidir. Bünyemize daha uygundur.

1982 Anayasasında yapılan en büyük değişiklik Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş olmuştur. Bu geçiş 1000 yıllık tarihimiz bakımından öze dönüşün, millileşmenin en büyük atılımıdır. Bunun ilk seçimi de 24 Haziran 2018 seçimleriyle gerçekleştirilmiş bulunuyor. Birçok kesimler seçim sonuçlarına odaklandığından, meseleyi maç kazanmak gibi bir anlayışla izlediğinden, seçim öncesinde ortaya çıkan sakıncalar net bir şekilde görülememiştir. Seçim ittifakları partilere uygulanan %10 barajını delmiştir. Bu ittifakların zaman içinde iki partili sisteme dönüşüp dönüşmeyeceğini önümüzdeki dönemlerde anlayacağız.

İkinci noktada şudur: Amerikan sisteminde iki partili sistem vardır. İki aday vardır. %50’yi aşan aday cumhurbaşkanı olur. Hâlbuki Türkiye’de şu anda AKP, CHP, MHP, HDP, İYİ PARTİ gibi %5 barajını aşacak 5 parti, Saadet, İP, Vatan Partisi, BTP, BBP gibi ideolojik tabanı güçlü partiler mevcuttur. Bunun dışında cemaat ve tarikat liderleri vardır, kime oy verileceğine bunlar karar vermektedir.

Üçüncü nokta şudur: Rahmetli Mahir Kaynak Hocamızın her zaman söylediği bir değerlendirmesi vardır. Seçimler devlet kararının/kararlarının halka onaylatılması sürecidir. Devlet gibi devletlerde devlet kime karar verilmişse halk onu seçer… Amerika’da seçimler, halk oylaması hikâyedir. Amerika’da seçimler iktidara getirilecek başkanın halka onaylatılması sürecidir.

1982 Anayasası’nın getirdiği en büyük yenilik istikrarsızlığa meydan vermemesi ve hükümet kurulamaması halinde Cumhurbaşkanı’nın erken seçim kararı alması yetkisidir. Bu yetki Cumhurbaşkanlığı sisteminde daha da kuvvetlendirilmiştir. Ancak Cumhurbaşkanı’nın seçilme şansı zayıflatılmıştır. Şöyle ki 5 partinin ve 5 cumhurbaşkanı adayının katıldığı bir seçimde seçilecek cumhurbaşkanının %50 ve üstü oy almasını istemek matematik ve denklem bilmemek gibi bir şeydir. Nasıl toplarsanız toplayın, nasıl çarparsanız çarpın %50 oy almak pek az karizmatik şahsın başaracağı bir iştir. Bu nedenle birden fazla adayın katıldığı cumhurbaşkanlığı yarışında adaylardan %40 oy miktarını aşanlar içinde en çok oyu alanın seçilmesi daha uygun olacaktır. %50 üstü oy alma mecburiyeti seçimlere dış müdahale ile etkileme ve maniple etme imkânı oluşturacaktır. Bu da olmazsa ikinci bir seçim ve seçimcilik oyunları, mecliste seçilen cumhurbaşkanının partisi çoğunluk sağlamamışsa tekrar tekrar seçimler, koalisyonlar ve buna mahalli idareler seçimleri de eklenirse her yıl veya iki yılda bir seçim yapmak ve iş yapamamak gibi bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bir devlet kararnamelerle, seçim üstüne seçimlerle yönetilemez.

İkinci eleştiri noktası da şudur: Bir koltuğu on karpuz sığmaz, partili cumhurbaşkanı tabirini onursal başkanlı partili cumhurbaşkanlığına veya cumhurbaşkanı yardımcılarından birini parti başkanlığına atama yolu ile bu mesele halledilmelidir. Cumhurbaşkanı parti kongrelerine mi gidecektir, parti mi yönetecektir, başkanlık mı yapacaktır? Bu işi şu anda CHP halletmiş durumdadır. Partinin başkanı ayrı cumhurbaşkanı adayı ayrı biridir.

Üçüncü nokta da şudur: Cumhurbaşkanı kim olursa olsun, %40 ve üstü oyla seçilirse seçilsin. Oluşturacağı bakanlar kuruluna aldıkları oylar %10’u geçen partiler arasında oranı kadar üye atamalıdır. Bu karar; devlet adamı yetiştirmenin yolunu açacak, sistem içi yükselmeye imkân sağlayacak, dış müdahale ve partilere yabancı misyonların sızmalarına mani olacak ve manipülasyon yollarını tıkayacak, siyaset hizmet yarışına dönerek, siyasi rekabete daha milli veçhe kazandıracaktır.

Sonuç: Bu seçimi müteakip Cumhurbaşkanlığı seçimi kanununda gerekli değişiklikler yapılarak ikiden fazla cumhurbaşkanı adayının katıldığı seçimlerde %40’ı aşan adayların en çok oy alanı cumhurbaşkanı olabilmelidir. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar kurulu mecliste gurubu bulunan partilerin oy oranına göre tespit edilmeli ve görevlendirilmelidir. (İktidar muhalefet ayrımı olmamalıdır.) Partili cumhurbaşkanlığı anlayışı terk edilmelidir. (İki dönem cumhurbaşkanlığı yapan lider partisinin başına dönebilir, ölünceye kadar partisinin başında kalabilir, siyasete tecrübesiyle yön veremeye devam edebilir.)