(CUM’A HUTBESİ İRÂD OLUNURKEN SUSMAK VE DİNLEMEK FARZ’DIR!...)

Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den: 

Şöyle demiştir: Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem (Efendimiz): “Cum’a günü imam hutbe (irad) ederken arkadaşına (yalnız), dinle, desen yine lağvetmiş olursun” buyurdu. 

“Lağv-Lağiv” Tekellüm etmek (konuşmak ma’na’sınadır.) Fakat mu’tâd olmayan herze ve bîhûda şeylere denir ki, hem sözlere hem de davranışlara şâmildir. Cum’a’nın sevabını iptâl eden omuzlara basarak ön saflara ilerlemek, zemindeki çakıl taşlarını tutmak gibi fiillere şümulü olsun ve imam ile tekellüm etmenin cevâzına, adem-i Cevâzına da müteallik delillere münâfî gelmesin, diye, Askalânî, “Lağvi” terk-i edep ile tefsir etmiştir. Ma’lûm olduğu üzere, hatibi dinlemekten insanı men’eden her söz ve hareket lağıvdır. 

Sünen-i Ebî Dâvud ile Tirmîzî, Neseî ve İbn-i Mâce’nin rivayetlerinde böylece, hep, “Ensıt-dinle” lafzı ile vârid olmuştur. Ali radiya’llâhu anh’in Müsned-i Ahmed’de rivâyet olunmuş bir hadiste ise “Her kim sus dese söz söylemiş, her kim de söz söylerse Cum’a sevabından mahrum olmuş olur” denilmiştir ki, Cum’a sevabının yararlanmasından maksad bütünüyle intifa olmayıp sevabın kemâli zâil olur, demektir. Nitekim, İbn-i Ömer radiya’llâhu anhümâ’nın “Her kim insanların üzerinden atlayarak ön saflara geçerse, Cum’a namazı öğle namazından ibâret kalmış olur.” 

Bu hadis-i Şerif’in mefhumuna binâen, Cum’a sevabından mahrûm kimseler üzerinden vakit farzının sakıt olup Cum’a’dan sonra yine öğlen namazını kılmak lâzım gelmeyeceğinde ittifak vardır. 

İbn-i Ebî Evfâ radiya’llâhu anh’in de şöyle bir rivayeti vardır: 

- “Üç şey vardı ki, her kim bunlardan sâlim olursa o Cum’a ile diğer Cum’a arasındaki sağâiri (küçük günahları) mağfiret olunur; Biri bir kimseye ezâ’ya kalkışmak, diğeri söz söylemek, üçüncüsü de söz söyleyene sus demek,” Câbir radiya’llâhu anh de diyor ki, Sa’d İbn-i Ebî Vakkâs radiya’llâhu anh bir Cum’a günü birine: “Senin namaz sevabın yok” dedi. O zât, vâkıayı, Nebiyy-i Ekrem’e arz ile, Yâ Resulallâh, Sa’d bana namazının sevabı yok dedi. Nebiyy-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Sa’d’e: “Niçin böyle söyledin?” diye sûal buyurunca: “Çünkü hutbe irâd olunurken o konuşuyordu” cevabını verdi. Aleyhi’s-Salâtü ve sellem Efendimiz: “Sa’d, doğru söylemiş” buyurdu. 

İbn-i Abbas radiya’llâhu anhümâ’dan rivayet edilen Hadis-i Şerifte: “Cum’a günü, imam hutbe irâd ederken söz söyleyen kimse, “esfâr” kitaplar yüklenmiş eşek gibidir. Ona, “sus”, diyenin de Cum’a sevabı yoktur,” buyrulmuştur. 

Bir Cum’a günü Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem minberde bir sûre-i Şerife okumuşlar. Ebü’d-Derdâ’ radiya’llâhu anh, Übey İbn-i Kâ’b radiya’llâhu anh’i dürtüp: “Bu sûre ne zaman nâzil oldu? Bunu şimdiye kadar hiç işitmemiştim,” demiş. O da, ona sus! diye işâret etmiş, namazdan çıkınca Übey, Ebü’d-Derdâ’ya: “Şu namazından ettiğin lağv’den başka kârın yok”, demiş. Ebü’d-Derdâ’, vak-i hâli, Nebiyy-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem’e ihbar etmiş, ve “Übey doğru söylemiş” cevabını almış... 

Abdullah İbn-i Amr İbni’L-As radiya’llâhu anhümâ’nın bir hadisine nazaran da aleyhis-Salâtü ve sellem Efendimiz: “Cum’a’da, üç takım halk hazır olur: Biri Cum’a’ya gelir de lağveder. İşte onun Cum’a’dan hazzı (nasibi) bundan ibare kalır. Biri de gelir du’â eder. İşte bu da Allah Azze ve Celle Hazretlerinden bir şey niyaz etmiş bir kimsedir ki, Allah dilerse ona istediğini verir, dilerse vermeyiverir. Üçüncüsü de, Cum’a’ya dinleyerek, sükût ederek hazır olur; hiç bir Müslümanın üzerinden atlayıp ileriye geçmez; kimseye ezâ vermez. İşte bunlar, ondan sonraki Cum’a’ya ve ondan sonra da üç güne kadar olacak, sağâirine (küçük günahlarına) keffârettir. Çünkü Allahu Teâlâ: “Her kim bir hasene işlerse, on kat emsâli onundur,” buyurmuştur. 

Bu Hadis-i Şerif’ten hutbe okunurken her nev’i konuşmanın nehiy buyrulduğu anlaşılıyor. Zirâ Şâriin (şerî’at koyanın) emrine muhâlif olarak, o sırada söz söyleyen kimseye “dinle” veya “sus” demek aslında emr-i bi’l-Ma’rûftur. Emr-i bi’L-Ma’rûf da farzdır. Böyle bir farz’ın edası için söylenmiş tek bir kelime memnû (yasak) olursa başka sözlerin, -Meselâ, Du’â, niyaz ve temenni ifadelerine karşı, “Âmiiiin” denilmesi veya Haz.Peygamber’imizin has ismi zikredildiğinde, Salavât-ı Şerife getirilmesi,- memnûiyyeti (yasak olması) evveliyyette kalır (daha önemli ve önceliklidir.) Hadis’in metninde “Ve’L-İmâmü Yahtubü” (İmam hutbe okuyorken) kaydının bulunması, “sus”manın emrolunmuş olması, konuşmanın yasak olması hutbe zamanına has olduğunu ifhâm eder. (anlatır.) 

Nitekim, Cumhur’un mezhebi budur. İmam-ı Ebû Hanife ise, imam’ın hutbe’ye başlamasından değil, minbere çıkmasından i’tibâren kelâm’ın (konuşmanın) haram olduğuna kâil olmuştur. Onun delili de “İmam minbere çıktı mı ne namaz var ne kelâm (konuşma)” hadis-i Şerifidir. 

İmam-ı Ebû Yusuf ile İmam-ı Muhammed: “İmamın minbere çıkması, söze başlaması da kelâmı keser,” hadisine temessük ederek susmanın başlangıcı hakkında Cumhura muvafakat etmişlerdir. 

28 Şubat döneminden beridir, Cum’a Namazlarında-Cum’a Hutbe’lerinde, lağviyyata, dolaysiyle de, Cum’a Namazından-Cum’a Hutbesinden beklenilen ecir ve sevapların iptaline, Cum’a namazlarının diğer öğle namazları seviyesine inmesine, İMAM-HATİPLER, dolaysiyle de, DİYÂNET İŞLERİ BAŞKANLIĞI sebep olmaktadır. Din Hizmetlerini tedvir ile vazifeli, Diyânet İşleri Başkanlığı, ibâdet’lerin, Kitabu’llâh’a, Sünnet-i Seniyye’ye ve ehl-i Sünnet Akidesine uygun, tam ve mükemmel yerine getirilmesi için gayret sarfedeceğine, bi’lakis, ibâdetlerden hasıl, ecir ve sevapların iptaline sebebiyyet verecek, bid’at hurâfelere tevessül etmektedir. 

Cum’a günü, imam Cum’a hutbesini irâd etmek üzere minbere çıktığı andan i’tibâren, Cum’a Namazının iki rek’at farzını kıldırıncaya kadar, mutlâk susmak ve konuşmamak farz olmasına rağmen, Diyânet İşleri Başkanlığı, Din Hizmetleri Umum Müdürlüğü tarafından hazırlanan hutbe, Memleketimiz dahilinde ve bütün Gönül Coğrafya’mızdaki camii’lerde, imam-hatipler tarafından okunmaktadır. Bu hutbeler’de hitâbe, “Kardeşlerim Cum’a’nız mübârek olsun!” diye başlıyor. Pehlivan tefrikası kadar uzun tutulan hutbe, yaklaşık, bir paragraf, du’â, niyaz ve temennî kelimeleriyle sonlandırılıyor. Tabi’î ki, her bir kelime’den sonra cemaat, cumhur-Cemaatin, camii’lerin kubbelerini çınlatırcasına, “Âmiiiin,” sesi yükselmektedir. 

İkinci hutbe’nin sonlarına doğru bu sefer, yine bir, 28 Şubat dönemi bid’ati olarak, “Allahım! İslâm’a ve Müslümanlara yardım et!” nakaratı ile başlayan du’a seslendiriliyor. Mutlâk sükût ve sükûnet farz iken, yine cemaat, gök gürültüsünü andıran şiddette bir avâz ile “Âmiiiiiiin,” diye yeri-göğü inletmektedirler. 

Allâme Zeynü’d-Dîn İbn-i Necm el-Hanafî, Bahrü’r-Râik, Şerh-i Kenzü’d-Dekâîk adlı eserinde, “Hutbe’yi dinleyen, imam hutbeye başladığında, imam tarafına döner, susar, konuşmaz selâm verilse selâmı almaz, aksıran bir kimse, “el-Hamdülü’llâh!” dese ona mukabele edemez. “Yerhamüke’llâh,” diyemez. Peygamber’imizin isminin zikri halinde, Salavât-ı Şerife getiremez. Cum’a Hutbesi, rükûsuz, secdesiz iki rek’at namaz hükmünde olduğu için, yemek, içmek, abes işler, sağa-sola bakmak gibi namaz esnasında memnû olan her şey hutbe esnasında da memnû’dur. 

Cum’a ve bayram hutbe’lerinde hatib’in Hutbe-i Sâniye’de, Hulefâ-i Râşidîn Efendilerimizin isimlerinin zikri her ne kadar farz değilse de, hilâfetin Medine-i Münevvere’den, Bağdat’a naklinden i’tibâren, Abbâsî’ler, Karahanlı’lar, Büyük Selçûkî, Anadolu Selçûkî, Osmanlı Devlet-i Âliyyesi ve Cumhuriyetimiz dönemlerinde, 28 Şubat dönemine kadar tevârüs edilmiş çok güzel, “Müstahsen” bir geleneğimizdi. Bu arada, Kılıç zoruyla fethedilen ülke ve şehirlerde, Hatibin kılıç kuşanarak hutbeye çıkması ve öylece hutbe okuması da güzel bir üsvedir. Medine-i Münevvere kılıç zoruyla değil, Kur’ân ile fethedildiği için, burada kılıç kuşanılmaz. Ama, Mekke-i Mükerre’me, kılıçla fethedildiği için Mekke’de Hatipler kılıçla hutbe’ye çıkarlar.

İstanbul Kılıçla fethedildiği için, İstanbul Camii’lerinde hatipler, hutbeye kılıçla çıkıp, kılıçla hutbe okumaları güzel bir gelenekti, güzel bir hareketti. Kılıç kuşanmak: Bu ülke, bu şehir, gördüğünüz üzere bu gibi kılıçlarla fetholunmuştur. İrtidat eder, (dinden dönerseniz) tekrar eski hale dönerseniz, yeniden kılıçla fetholunur.” demektir. 

İstanbul’da, Beyazıd Camii’nde, devrin Başimamı, Merhûm, Hacı Hafız, Reîs’L-Kurrâ, Abdurrahman Gürses Hoca’mız, uzun boylu, mevzûn endamlı, şık giyinen birisiydi. Cum’a ve bayram Hutbe’lerine, sol elinde murassâ’kılıçla çıkardı.