Çin’in “Tek Kuşak, Tek Yol” projesine ilgi gittikçe artmaktadır. Konuya temas edenler bunun ne kadar barışçıl olduğunu, mutlaka burada bulunmak gerektiğini anlatmakta âdetâ yarışa girmişlerdir. Bu durum, 20 yıl kadar öncenin küreselleşme çerçevesindeki tartışmalarına benzemektedir. O dönemde küreselleşme, batılı ülkelerin piyasaları kontrol etmek için öne sürdükleri “engellerin kalkması”nın parlatılmış kılıfıydı. Bugün ise küreselleşmenin, tersine fonksiyonu ortaya çıkmıştır. ABD küreselleşme üzerinden daha fazla mal satmak isterken, Çin’den, Hindistan’dan gelen ürünlere boğulmuştur.

Yükselen güç olarak Çin’in hızla geliştiği, sosyalist devlet modeli içinde sıkı bir disiplin ve planlama ile AR-GE’ye olabildiğince kaynak ayırdığı önemli bir gerçektir. Ekonomik, bilimsel, teknolojik alandaki yükselişini askeri ve siyasi alana tahvil konusunda aceleci olmayıp hedef ülkeleri ürkütmeme konusunda ihtiyatlı hareket etmektedir. Zaman zaman emperyalist politikalar çerçevesindeki hedeflerini de rahatlıkla izhar edebilmektedir. 

Kabaran Çin gerçeğine karşı koymak yerine işbirliği yapmak, dev projelerinde yer almak makul gelebilir. Bu cümleden olarak “Kuşak-Yol” projesi gümbür gümbür ilerlerken diğer ülkeler gibi Türkiye’nin de varlık göstermesi gerektiği kulağa hoş gelebilir. Bununla beraber projenin hedefi, kapsamı, sonuçlarının ne olduğu/ne olabileceği konusunda salim bir kafa ile düşünmekten kimseye zarar gelmez. Bir yerlerden emir almışçasına önünün ve sonunun görülmek istenmediği bu çağlayana gözü kapalı atlamanın maliyetini hesaplamada geç kalmamak gerekmektedir. Bu gerçekler, 2-3 Mayıs’ta Giresun Üniversitesi’nce düzenlenen II.Uluslararası Giresun Güvenlik Sempozyumu’nda da tartışıldı. Başta Prof.Dr.Betül Karagöz olmak üzere düzenleyenlere teşekkürler.

Öncelikle yükselen Çin’de yaşananlar, sömürgecilik yıllarında hemen her batı ülkesinde görüldüğü üzere Yahudi bankerlerin para gücü ile devlet politikalarını belirleyen temel unsur haline gelmesiyle paralellik göstermektedir. Esasen Çin için bu gerçek daha eskilere dayanmaktadır. Mao’nun Maliye Bakanı’nın adı İsrail Estein’dir. Bugün de Rothschild ailesi, Çin’in temel politikalarının mimarıdır. Kuşak-Yol projesinin son durağının Londra olması da Rothschild’in merkeziyle ilgilidir.

Günümüzdeki Çin’in Avrupa’nın sömürgecilik yıllarından farkı ise insan hakları alanındadır. Batıda sanayileşme ile birlikte hammadde ve pazar konusunda açılımlara gidilirken aynı zamanda hümanizma, insan hakları, sosyal adalet gibi alanlarda önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bu süreçte de asırlarca kovulan, horlanan, dışlanan Yahudi toplumunun patron haline gelmesinin etkisi büyüktür. Ancak aynı süreçten başta işçi sınıfı olmak üzere diğer kesimler ile azınlıklar da kazançlı çıkmıştır ki netice itibariyle Yahudi patronlar zarar görmüştür. Çin’in yükselişinde ise insan hakları veya sosyal adalet kavramı bilinmemekte, muhtemelen Yahudi patronların Avrupa tecrübesi olabildiğince değerlendirilmektedir. Uygurlara yapılan zulüm Filistinlilere yapılanlarla benzerlik göstermektedir.

Cevap aradığımız soru “Kuşak-Yol”un bölge ülkelerine ne getireceğidir. Bugün Çin, ürünlerini dünyanın her yerine kolayca ulaştırabilmektedir. Moskova-Kazan arasındaki en ücra istasyonda dahi vagonlara dalan Rus satıcıların ellerinde Çin porselenlerini, bardaklarını, inci-boncuklarını görürsünüz. Tahtakale, Mahmutpaşa adeta Çin pazarına dönüşürken bu süreçte binlerce atelye, fabrika kapanmış, yüzbinler işsiz kalmıştır. Kuşak-Yol sayesinde bir ayda gelen malın on günde geleceği hesaplanıyor da bunun Türkiye’ye veya güzergâhtaki diğer ülkelere ne getireceğinden bahsedilmiyor. Yunanistan’ın Pire Limanı’nı Çin’e vermesi, Türkiye’ye karşı stratejileri açısından anlamlı olabilir, ancak kendi ekonomisine ne getireceği pek hesaplanmamış gibi.

Halen Türkiye-Çin ticareti yaklaşık 3 milyara 23 milyar aleyhimizedir. Kuşak-Yol ile 1 milyara-40 milyar aleyhimize olabilir. Birkaç seçkin müteahhidin güzergâh için üç-beş bin vagon yapmasının bu açığa etkisi olmayacaktır. Halbuki aynı güzergâhta başta TRACECA olmak üzere birçok karayolu, demiryolu, liman projeleri gerçekleşmiştir. TRACECA, Polonya’dan Kırgızistan’a fiziki altyapı yanında hukuki olarak da her türlü ihtiyacı karşılayan bir ulaşım ağıdır. Karadeniz otoyolu da bu projenin parçasıdır. İlgili ülkelerde bu kapsamda yeni yollar, limanlar, tüneller inşa halindedir. Benzer durum Çin Denizi’nden Hindistan’a, Kızıldeniz’e ve Akdeniz’e deniz yolları ve limanlar için de geçerlidir. İhtiyaca göre yeni limanlar yapılmakta, mevcutlar genişletilmektedir. Her ülke ve bölgenin şartlarına göre yatırımlar rasyonal ve hesaplı bir şekilde sürmektedir.

Bu gerçekleri Çinli yöneticiler ve Rothschild ile diğer Yahudi patronlar bilmiyorlar mı? Farkedilmek istenmeyen husus, Çin’in projesinin aslında yol olmayıp güzergâha yerleşme hedefidir. Girdiği her ülkede olduğu gibi bu güzergâhta da yüzlerce Çin kolonileri oluşacaktır. Yerleşen Çinliler bir daha çıkmamak üzere o  ülkenin vatandaşı olurken aynı zamanda Çin ürünlerinin acentası haline geleceklerdir. Halen kaybedilen pazarlar, kapanan fabrikalar, duran üretim dikkate alındığında Kuşak-Yol sonrasının daha kötü olacağı açıktır. Bu gerçekler ışığında projeyi “Tek Kelepçe-Tek Yumruk” olarak adlandırdık. ABD emperyalizmine karşı bu projeye sarılmak, kırk katır yerine kırk satırı seçmek gibi birşey.

Bu durumda üretimi artırmak, imtiyazlar verilirken sonuçlarını iyi hesaplamak, herşeyden önce dış borçlanmaya dayalı israf ekonomisinden vazgeçmenin yollarını aramak gerek. Türkiye’nin Çin’i durdurma kapasitesi olmayabilir, ancak önüne gelenin bu ejderhaya methiyeler dizmesi, bir adım sonrasını görememesi felakettir. Küreselleşmeye selam duranlar da bu yol üzerinden satacak pek bir şeyimizin olmadığını farketmemişlerdi.

Çin’in yükselişinin veya Yol’un işlemesinin elbette bir sınırı olacaktır. Bu ülkede sömürülen milyarlık kesim, patlamaya hazır bomba haline gelmektedir. Bu da Çin’in orta vadede parçalanması demektir. Bu gerçeklere karşın seçimden seçime zıplayan Türkiye’nin küresel akıntılar konusunda kafasını kuma gömmüş olması tehlikelidir.