Osmanlı Padişahları daha şehzadelikleri zamanında ulemadan münasip bir hocadan okutulur ve hükümdar oldukları zaman onu kendilerine “Hünkâr Hocası” yaparlardı. 

Fatih Sultan Mehmet zamanında çıkarılan edilmiş olan kanunnamede Padişah Hocaları hakkında; Padişah Hocası’nın Şeyhülislâmla aynı derecede ve Vezir-i âzam dışındaki başka vezirlerin üstünde olduğu gösterilmiştir.

Fatih'in bu kanunnamesinde Şeyhülislâm, Padişah Hocası ve Kazaskerler’in aynı unvanla anıldığı görülüyor, daha sonraki tarihlerde bu unvanda bazı değişiklikler olmuş ve Kazaskerler’in unvanları bundan ayrılarak Şeyhülislâm ile Padişah Hocaları’nın unvanı eşit olarak zikredilmiştir. Padişah Hocaları Şeyhülislâmlığa tayin edilirlerse en yüksek iki makam ulaştıkları için kendilerine “Câmiü’r-riyaseteyn” unvanlı verilirdi. Yine bu kanunnamede Padişah Hocası oğullarının Şehir Emini(Belediye Başkanı)’nden günde altışar akçe ulûfeye hakları olduğu da kaydedilmekte ve bayram tebriklerinde Padişahın Hocası’na ayağa kalkacağı beyan olunmaktadır

Kanuni Sultan Süleyman, hocası olan Hayreddin Efendi’ye fevkalâde hürmetinden dolayı Padişah Hocası oğullarının hemen “Dâhil Müderrisi” olmalarını ve hocasının mülâzimlerinin de “Hâşiye-i tecrid” medreselerinin ikinci derecesi olan yirmi beş akçe yevmiye ile -birinci müderrislik yirmi akçeli idi- müderrisi olmalarını kanun yapmıştır.

Padişah Hocaları’ndan bazıları hakkında hükümdarın fevkalâde saygı ve sevgisinden dolayı nadiren Şeyhülislâm’ın üst tarafında oturtulduğu Fatih zamanındaki kanundan gösterilmektedir. Fakat mutlak surette Padişah Hocaları’nın herhangi bir cemiyette Rumeli Kazaskeri’ne eşit olduğu görülür. Meselâ Sultan Süleyman zamanındaki bir görüşme sırasında sağ tarafta Padişah Hocası’nın onun alt tarafında o tarihte Rumeli Kazaskeri bulunan Ebussuud Efendi'nin ve daha sonra Anadolu Kazaskeri ve İstanbul ve Edirne Kadıları’nın oturdukları görülmektedir. 

En önemlisi Fatih Sultan Mehmet’in düzenlettirdiği meşhur kanunnâmesinde; “Hâce-i Sultanî unvanına sahip olanların birçok vezirden rütbe olarak üstün olduğu ve bayram tebriklerinde Padişahın Hocaları için bizzat ayağa kalkmalarının şart olduğu belirtilmektedir.”

Padişah Hocaları’ndan bazıları, az sayı da olsa da kendilerine gösterilen saygıdan cesaret alıp devlet işlerine kadar müdahale etmişlerdir. Bunlardan II. Osman'ın hocası Ömer ve II. Mustafa’nın hocası Şeyhülislam Seyyid Feyzullah Efendiler her işe burunlarını sokarak velinimetlerinin felaketlerine sebep olmuşladır. Hatta Feyzullah Efendi Padişah’ın iradesiyle Sadr-ı âzamların üstünde tutulmuş ve onun görüşleri alınmadan bir iş görülmez olmuştur.                     III. Mehmet’in hocası Sadeddin Efendi devlet siyasetinde mühim rol oynamış ve Haçova Meydan Savaşı’nın kazanılmasına vesile olmuştur.

II. Süleyman'ın hocalığına seçildiği Abdülvehhab Efendi otorite kurarak padişaha bazı telkinlerde bulunduğunu haber alan Vezir-i âzam Köprülü Fazıl Mustafa Paşa bir yolunu bularak Abdülvehhab Efendi'nin Medine’de devamlı kalmak istediğini arz etmiştir. Padişah ilkin buna izin vermemişse Vezir-i âzamın tekrar eden yazısı üzerine istemeyerek hocasını uzaklaştırmağa mecbur olduğu günler de olmuştur.III. Ahmet’ten itibaren “Muallim-i Sultanî” unvanıyla Padişah Hocası tayin edildiği görülmüyor. 

Yalnız Osmanlı Padişahları’ndan bazılarının kendi zamanlarındaki meşhur hattatlardan güzel sanatlardan olan yazı dersi alıp bu nefis sanatta yetiştikleri görülmektedir.

Sonuç olarak; Fatih¸ İstanbul'un fethinden sonra Edirnekapı'dan şehre girerken kendisine hocaları eşlik ediyordu. Bizans halkı Fatih'i ve ordusunu alkışlıyor¸ üzerlerine çiçekler atıyordu. O sırada bir Rum kızı¸ elindeki çiçek demetini padişaha vermek için harekete geçer. Fakat padişahı tanımıyordu. Birisi aksakallı¸ öteki de genç olan iki kişi gözüne ilişir. Bu kadar genç birisinin padişah olamayacağını¸ koca Bizans'ı onun yıkamayacağını düşünmüş olsa gerek.

Padişah olduğuna kesin olarak karar verdiği ihtiyara¸ yani Akşemsettin’e çiçek demetini uzatır. Akşemsettin¸ büyük bir saygı içerisinde Fatih'i işaret eder ve: 

“Çiçekleri ona ver kızım¸ padişah odur!” Der.

Sultan Fatih söze karışır ve şaşkın haldeki Rum kıza¸ alkışları ve tebrikleri hak ettiği zafer anında bile hocalarına saygı ve sevgiden geri kalmayacağını tarihe geçen şu sözle ifade eder: 

“Hocalarım¸ bu şehrin manevî fatihleridir. Ben onlar sayesinde fethi başardım. Çiçekleri hocama ver!”

Bu açıdan düşündüğümüzde yirmili yaşlarda olan böyle bir insanın kendisinden yaşça büyük ve İstanbul’u fethederek dünyanın dikkatlerini üzerine çekmiş olan haşmetli  hükümdar tarafından ne derece hürmet gördüğü anlaşılabilir. Zaten Osmanlı Devleti’ni altı yüzyıl boyunca ayakta tutan en mühim unsurlardan biri bilgiye verilen değer ve sahip olunan alçak gönüllülük değil miydi?

İnşallah bugün olduğu gibi yıllar sonra da; aynı saygı ve sevgi Hace-i Cumhur(Halkın Hocası)” olarak bütün öğretmenlere gösterilmeye devam eder!...