Dost – Düşman, Mâhutlar ve Gafiller Bu Sese Kulak Vermeli. 

Emekli Büyükelçi

Dr. BİLAL N. ŞİMŞİR ile IRAK TÜRKLERİ Hakkında Görüştük.

(BİRİNCİ BÖLÜM)

Oğuz Çetinoğlu: Röportajımıza Irak Cumhuriyeti hakkında lütfedeceğiniz genel bilgilerle başlayabilir miyiz?

Dr. Bilal N. Şimşir: Irak, 434.000 kilometrekarelik bir ülkedir. Türkiye topraklarının yarısından biraz geniştir. Osmanlı döneminde Irak üç vilâyete ayrılmıştı: Güneyde Basra, ortada Bağdat ve kuzeyde Musul vilâyetleri. Tabii bunlar Osmanlı vilâyetleri veya eyaletleriydi. Her biri bugünkü cumhuriyet illerine kıyasla kat kat daha genişti.

Musul vilâyeti, Kıbrıs adasının on katı kadar genişliğinde, 91.000 kilometrekare idi ve üç sancaktan oluşuyordu: Kerkük, Musul ve Süleymaniye. Türkmenler, çoğunlukla Musul ve Kerkük sancaklarında yaşıyordu. Bugün de oralarda yoğunlaşmışlardır. Türkmenlerin yaşadıkları o topraklara ‘Türkmeneli’ adını verenler de vardır. Kerkük şehri, Türkmeneli'nin kalbidir ve Irak Türkmenleri denince önce Kerkük akla gelir. Kerkük'ün sembolik anlamı da vardır: Bir bakıma Kerkük,  Irak'taki Türk varlığının simgesidir.

Komşumuz Irak 8,5 yıldır işgal altında kaldı. Ordusu ve polisi dağıtıldı. Üniter Irak Devleti târihe gömülüyor. Onun yerine federal yapılı yeni bir Irak Devleti kurma hazırlıkları devam ediyor. 

Irak kan içindedir. Amerikalıyı, İngiliz’i Irak'ta ‘kurtarıcı’ diye çiçeklerle karşılayıp kucaklayanlar, Amerikan askerlerine karşı silaha sarıldı. Sünni şehri Felluce'de kan gövdeyi götürdü. Orada Sünniler ile Şiiler el ele verdiler. 4 Nisan 2004’te başlayan ayaklanma, Irak'ın güneyini sardı. Necef, Nasırıye, Amara, Kerbela, Kut ve Basra'da haftalarca çatışmalar devam etti. Telafer’de Türkmenler katledildi. Irak’ta kan durmuyor. Irak'ta târihi bir dönem yaşanıyor ve yeni târih kanla yazılıyor; bizler de buna uzaktan şâhit oluyoruz. 

Çetinoğlu: Türkiye’nin Irak politikasını yorumlar mısınız?

Dr. Şimşir: Türkiye'nin Irak politikası öteden beri iki esas sütun üzerine oturur: 

1- Türkiye'nin güvenliği. 

2- Irak Türklerinin güvenliği ve geleceği. Bunlar birbirine bağlı Türkiye'nin iki büyük endişesidir. Irak'ın kuzeyi, Türkiye'nin güneydoğu komşusudur. Güneydoğu, Türkiye'nin yumuşak karnı, en hassas bölgesidir. Cumhuriyetin ilk yıllarından beri de bu özelliğini korumaktadır ve Türkiye'nin bu konudaki hassasiyeti de devam edip gitmektedir.

Son yirmi yılda Türkiye Cumhuriyeti Devleti hep güneydoğudan saldırıya uğradı. Bu saldırılarda Türkiye, 40.000 can verdi. Sınırlı bütçesinden yüz milyar dolar eritti. Dolayısıyla Irak'ta olup bitenler öncelikle Türkiye'yi ilgilendirir. Oradaki gelişmeler Türkiye için hayatî önemdedir. Nihayet bu coğrafya bizim coğrafyamızdır. Orada olanlar, herkesten ziyade Türkiye'yi ilgilendirir... Gelişmeleri uzaktan uzağa izlemeye çalışıyoruz.

Irak’la ilgili olarak Türkiye'nin ikinci büyük endişesi veya Türkiye'nin Irak politikasının ikinci temel sütunu Türkmenlerin güvenliği ve geleceğidir. Türkmenler, Türk-Irak ilişkilerini hem etkiler, hem de bu ilişkilerden etkilenir. Yâni Türkmenler, Türkiye'nin Irak'la ilişkilerinde öteden beri önemli bir faktördür.

Şunları hatırdan çıkarmayalım: Bugünkü Irak'ta büyük bir Türkmen topluluğu vardır: yaklaşık 25.000.000 milyon nüfuslu Irak'ta 2,5-3.000.000 kadar Türkmen yaşadığı sanılıyor. Orada yıllardır resmî nüfus sayımı yapılmadığı için kesin rakamlar bilinmiyorsa da Türkmenler, tahminen, Irak'ta toplam nüfusun yüzde 10-13'ü kadardır. Irak'ın Türkmen nüfusu, Arap ve Kürt nüfusundan sonra üçüncü sıradadır ve Kürt nüfus miktarına yakındır.

Irak Türkmenleri, 95 yıl önce Osmanlı vatandaşı olan soydaşlarımızdır ve onların çocuklarıdır. Osmanlı Cihan Devleti’nden miras, en büyük Türk kitlesi bugün Irak'ta yaşamaktadır. Irak'ın kuzeyinde yoğunlaşmış olan bu kardeş kitle, asla küçümsenemeyecek, ihmal edilemeyecek ve vazgeçilemeyecek bir Türk varlığıdır. Türkiye bunu böyle görür ve böyle görmek durumundadır. 

Türkiye, Atatürk zamanından beri komşu Irak'la dostluk ilişkilerine önem verir; ancak, Türkmenleri ihmal ederek veya arka plana iterek sağlıklı bir Türk-Irak dostluğu kurulamaz.

Çetinoğlu: Irak’ta Türkmenlerin gerçek durumu nedir?

Dr. Şimşir: Son dönemde sınır komşumuz Irak'taki gelişmeleri tâkip etmeye çalışırken, Türkmenler üzerinde özellikle zihin yormaya başladık. Irak krizinin başından beri karamsar sorular zihnimizi kurcalayıp durmaktadır. Orada, gelen gideni aratır mı, soydaşlar yağmurdan kaçarken doluya tutulur mu? Gün bugündür diye dağdan inen bağdakini kovmaya yeltenir mi? Üniter Irak devletini bitirenler Türkmenleri de bitirmeye kalkışır mı? ‘Şu Türkmen kitleyi de Irak devletiyle birlikte toprağa gömüverelim de bitsin gitsin.’ Diyen haddini bilmezler çıkar mı acaba? 

Türkmeneli, Irak içinde upuzun ve nispeten dar bir bölgedir. Zakho'dan başlayıp Dicle boyunca Duhok-Musul-Altunköprü-Kerkük-Diala diye Bağdat'a doğru uzayıp gidiyor. Zengin, güzel bir yerdir. Fakat stratejik derinlikten mahrumdur. Bölgenin orta yerinde açgözlü peşmergenin göz diktiği Kerkük şehri var. Dişine tırnağına kadar silahlanmış peşmerge dağdan inip Kerkük'e yürüyüverse, oradaki Türkmen acaba ne kadar dayanabilir? Türkmenlerin savunma gücü var mıdır, varsa bugünkü durumu nedir?

Türkmenler, ‘Biz Irak’ın harcıyız, çimentosuyuz.’ Diyorlar. Teorik olarak doğru, normal zamanda geçerli olabilir. Çünkü Türkmen bölgesi; barışta, Kürt ve Arap bölgeleri arasında köprüdür, iki etnik grubu birbirine yaklaştırır. Kavgada veya savaşta ise, Araplarla Kürtleri birbirinden ayıran, kavgayı engelleyen bir tampon bölge konumundadır. Yani barış ve huzura hizmet eder. Ayrıca Türkmenler Arap-Kürt çatışmalarında hep tarafsız kalmışlar, hiçbir zaman, hiç kimseye hainlik, kötülük etmemişlerdir. Bu dürüst ve güvenilir kitle yeni Irak devletinin pekiştirici harcı olabilir. Ama bunlar normal zamanda olabilecek şeylerdir. Bugün ise üniter Irak devleti Amerikan füzeleriyle toprağa gömülürken, koskoca devlet binası toptan çökerken, ‘harcın’, ‘çimentonun’ esamisi pek okunmaz. Bugünkü olağanüstü dönemde tozdan dumandan pek ferman da okunmuyor ve Türkmenin efendice sesi yeterince duyulmuyor.

İyi vatandaşlar olarak Irak devletine sadakatini her zaman ispat etmiş olan Türkmen, 95 yıldan beri sürekli haksızlığa uğramış ve hem saldırgan komşusundan hem de Bağdat'tan çok çekmiştir. Gelen vurmuş, giden vurmuş ve Türkmen darbeler altında ezilmiş, kırılmıştır. Irak'ta devlete isyan etmek prim yaparken sadakat cezalandırılmıştır. İkide birde silahını kapıp Bağdat'ın otoritesine isyan bayrağı açan, sırtını dağlara dayayıp acımasızca mâsum insan kanı döken Kürt aşiretlere yeni yeni haklar verilirken; etliye sütlüye hiç karışmamış, ömründe bir karınca bile ezmemiş ve devlete hep sadık kalmış olan uysal Türkmenden aynı haklar esirgenmiştir. Mesela silahlı Kürtlere anadilde eğitim-öğretim hakkı verilirken, silahsız Türkmen bu haktan mahrum bırakılmıştır. Irak vatandaşları arasındaki eşitlik göz göre göre bozulmuştur.

95 yıldan beri ve özellikle son çeyrek yüzyılda Türkmenlerin çektiklerini dünyada bilen de yoktur. Dünya medyası ağır başlı ve sessiz Türkmenleri hep ihmal etmiştir. Ağlamayan çocuğa meme veren olmaz. Kürtlerin uğradığı sözgelimi Halepçe katliamı bire bin katılarak dünya çocuklarının bile hâfızalarına kazınmıştır da, Türkmenlere karşı yapılan mesela Kerkük katliamını, Altunköprü katliamını hatırlayan, Telafer katliamını bilen yoktur. İran savaşından bugünkü Amerikan işgaline kadar geçen çeyrek yüzyıl içinde gerçi bütün Irak halkı çok acı çekmiştir. Fakat Türkmenlerin çektikleri iki kat fazla olmuştur. Onlar hem Iraklı olarak, hem de Türkmen olarak perişan edilmişler, târifsiz acılara katlanmışlardır. Irak'ta bir Türkmen kuşağı kırdırılmıştır. Cephelerde ateş hatlarına ilk sürülenler, içerlerde peş peşe idam sehpalarına yollananlar, acımasız Araplaştırma politikasına en fazla kurban edilenler, sürülenler, süründürülenler en çok Türkmenler olmuştur. Ateş düştüğü yeri yakar.

Yalnız kalan soylu Türkmen; ‘Kol kırılır yen içinde kalır.’ Diye acısını içine atmış, kan kusup ‘Kızılcık şerbeti içtim.’ Demiş, çektiği çileyi dışa vurmamış ve bugüne kadar bütün acılarına hep tek başına katlanmıştır.

Türkmenler bugün de Amerikan işgal güçlerinden ağır haksızlıklara uğramaktadırlar. Kuzey Irak'ta Kürt gruplara sakalını kaptırmış görünen Amerikalı, bu defa demokrasi adına Türkmenleri ezmektedir. Yeni Irak hükümetinde ve öteki bazı kuruluşlarda âdil temsil hakkı tanınmamaktadır. Silahsız Türkmenlere karşı silahlı saldırılara göz yuman, silahlı Kürtlere ise her fırsatta kanat geren işgalci Amerikalı, Türkmen şehri Kerkük'e de Kürt vali tâyin etmeyi bir mârifet saymıştır. Amerikalı sanki peşmergeye mesaj vermekte, sanki ‘Türkmen’in eti senin, kemiği benim’ demektedir.

Irak'ta Türkmenler diken üstündedir. Kerkük'te tansiyon yüksektir. Bir Kerküklü Türkmen ‘Barut fıçısı üstünde oturuyoruz.’ Demiş. Fıçı bir infilak ederse Kerkük'ün alevi, tüm bölgeyi sarabilir; söndür söndürebilirsen. 

Türkmen yurdu Kerkük'ün altında koskoca bir petrol deryası yatar. Irak petrolünün % 40'ına denk bir petrol denizidir. İnfilak etmeye görsün; Kerkük, ne Filistin'e benzer, ne de Kosova'ya, Bosna'ya. Kerkük yangını da öteki yangınlarla kıyaslanamayacak kadar korkunç olabilir. 

Çetinoğlu: Türkmenler böyle bir cehennem ateşinin içine itilirse o zaman Türkiye ne yapacaktır? 

Dr. Şimşir: Kritik bir soru.

Türkiye daha dün Kuzey Irak'a istediği zaman girip çıkabiliyordu; ne zaman, nereye kadar gireceğini ve orada ne kadar kalacağını da kendisi tâyin ediyordu. Gerçi Türk askeri Musul'a, Kerkük'e kadar uzanmıyordu ama yine de o operasyonlar Türkmenlere moral veriyordu; Türk askeri işte oracıkta, hemen yakınındaydı Türkmenlerin. O zamanlar Irak'ın kuzeyinde otorite boşluğu vardı ve Türkiye'nin işi nispeten kolaydı.

Bugün ise durum değişmiş, otorite boşluğu doldurulmuştur. Kuzey Irak'ta artık Amerikan kuvvetleri vardır. Türkiye, sınırın berisinde, Irak'taki gelişmelerin uzaktan seyircisi durumunda kalmıştır. Bir zamanlar Asya'nın ta öbür ucuna asker gönderip Kore savaşına katılmış olan Türkiye, bu defa kapı komşusu Kuzey Irak'a asker gönderememiş, kendi kendisini sahneden dışlamıştır. 

Çetinoğlu: Irak’a asker gönderememek Türkiye için iyi mi oldu, kötü mü? 

Dr. Şimşir: Türkmenler bakımından kötü bir tâlihsizlik olduğu apaçık ortadadır; Türkmenler kendi başlarına kalmışlardır, şimdilik…

Kara günde, ha koptu kopacak kıyâmet gününde Türkmenler kime güvenecek? Türkmen Cephesi, Birleşmiş Milletler Teşkilatı’na ve Arap Birliği'ne başvurup yardım istemiş. Güzel de, beri tarafta çâresiz Kıbrıs Türkünü 'ENOSİS'çi Ruma kurban eden Kofi Annan'dan medet mi umulur? Kendisi himmete muhtaç Arap Birliği'nden Türk’e hayır mı gelir? Kelin ilacı olsa başına çalar. İşte dünya, işte küre-i arz. Kerküklü Türkmen, Araptan, Acemden mi medet umacak; yoksa İngiliz’den Almandan mı? Kara günde gözlerini Ankara'ya çevirmeyecek mi? ‘Ankara'nın taşına bak, gözlerimin yaşına bak!’ Elbette, ‘Senden başka kimim var?’ diyecek ve haklı olarak Türkiye'den yardım bekleyecektir. 

Sorumluluk taşıyan hiçbir Türk Hükümeti Kerkük'ten gelecek haklı bir imdat çağrısına kolay kolay sırt çeviremez, kulaklarını tıkayamaz, sanırız. Öyleyse bunları şimdiden ciddiyetle düşünmek gerekir...

Çetinoğlu: İzniniz olursa, bir ara soru sorup eskiye döneceğim: Türk ve Türkmen kelimeleri aynı milleti ifâde ediyor. Neden farklı isimlendirme var?

Dr. Şimşir: Türk ve Türkmen kelimelerini eşanlamlı olarak kullanıyoruz. Doğrusu da budur. Bizler, Dışişleri yazışmalarımızda hep ‘Irak Türkleri’ diyorduk. Son yıllarda Türkmen kelimesi yaygınlaşıyor ve tutunuyor. Onu da kabul ediyoruz. Lozan Konferansı'nda Lord Curzon, hınzırlığından, ‘Türk ile Türkmen farklıdır.’ Demeye kalkışınca, İsmet Paşa; ‘Hadi canım sen de, arada hiçbir fark yoktur.’ diye geri püskürtüvermişti. Biz de arada hiçbir fark görmüyoruz; târihî olarak da, ilmî olarak da fark görmüyoruz. 

Çetinoğlu: Determinist düşünce sistemine göre; bugün, dünün sonucudur. Irak Türklerinin bu gününü anlayabilmek için, târihe dönmemiz gerekir. Irk’ın târihini özetleyebilir misiniz?

Dr. Şimşir: Türkmenlerin yaşadığı eski Musul vilâyeti toprakları, 1918 Mondros Mütârekesi’nin yapıldığı târihte Türk ordusunun kontrolü altındaydı. İngilizler bu yerleri Mütârekenin imzalanmasından sonra işgal ettiler. Türkiye, bu işgali tanımadı ve Misakı Millî'de Musul vilâyetini Türkiye sınırları içinde saydı.

Lozan Barış Konferansı'nda Musul vilâyeti konusunda çetin bir diplomatik savaş yaşandı. Türkiye, bütün Musul vilâyetinin Türkiye'ye katılmasını talep etti. İngiltere bunu reddetti. Türk talebi kabul edilmiş olsaydı, bugün Kerkük, Musul ve Süleymaniye dâhil bütün Kuzey Irak, Türkiye sınırları içinde olacaktı. Türkmenler, Kürtler, Barzani ve Talabani gibi politikacıların hepsi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olacak, güneydoğu bölgemizde bir güvenlik problemi yaşanmayacak; PKK/KADEK, Kandil dağında barınamayacaktı. Esas güvenlik düşüncesiyledir ki Türkiye, Musul vilâyetini topraklarımıza katmak için ısrarlıydı. Fakat barış konferansında Türkiye'nin talebi kabul edilmedi.

Bütün Lozan barış sistemini bloke edeceği anlaşılan Musul problemi, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Barış Antlaşması'nın dışında bırakıldı. Daha sonra Türkiye ile İngiltere masaya oturdu. Bu ikili görüşmelerde de bir anlaşmaya varılamadı. Türkiye, ‘Halka sorulsun, Musul vilâyetinde referandum yapılsın.’ Dedi. İngiltere, ‘Halka sorularak problem çözülmez.’ Diye karşı çıktı. 

Çetinoğlu: Özür dilerim Efendim, bir ara soru daha kaçınılmaz oldu: 24 Nisan 2004 târihinde Kıbrıs’ın kaderini belirlemek için referandum yapıldı. Müthiş bir çelişki değil mi?

Dr. Şimşir:  Evet, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmak maksadıyla Kıbrıs'ta referandum diye dayatanların ve bunu içlerine sindirenlerin kulakları çınlasın!

Çetinoğlu: Yüzleri de kızarsın diyelim ve târihe dönelim…

Dr. Şimşir: İngiltere, Musul konusunu Milletler Cemiyeti'ne götürmek istiyordu; Türkiye ise bu kuruluşa henüz üye bile değildi, teklife karşı çıkıyordu. Buna rağmen İngiltere, 6 Ağustos 1924 günü Milletler Cemiyeti'ne başvurdu ve Türkiye-Irak meselesinin gündeme alınmasını istedi. 

Çetinoğlu: İngiltere âdil bir çözüm konusunda samîmi miydi?

Dr. Şimşir: Rastlantıya bakınız ki, İngiliz başvurusunun ertesi günü, Türkiye'nin Hakkâri yöresindeki Nasturiler, çiçeği burnundaki Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı ayaklandırıldı! Milletler Cemiyeti'ne başvuru 6 Ağustos, Nasturi ayaklanması 7 Ağustos! Cenevre ile Hakkâri arasında bir günlük haberleşme farkı! İlgi çekici ve düşündürücü. Hem İngiliz diplomasisi, hem Nasturi ayaklanması Türkiye'yi adeta kıskaca almaya yöneldi. Bu baskılar, Türkiye'nin Milletler Cemiyeti seçeneğini kabul etmesinde etkili olmuştur.

Çetinoğlu: Milletler Cemiyeti ne yaptı?

Dr. Şimşir:  Musul vilâyetine üç kişilik bir komisyon gönderdi; güya halkın fikri alınıyor, nabzı tutuluyordu. Halk, Türkiye'de kalmak mı istiyordu, yoksa İngiliz mandası altına girmek mi? İşte tam bu sırada, yâni Milletler Cemiyeti Komisyonu Musul vilâyetinde inceleme yaparken, Doğu Anadolu'da Şeyh Sait ayaklanması patlak verdi. 22/23 Şubat 1925'te Genç'te başlayan ve çabucak çevreye de yayılan bu ayaklanma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini aylarca uğraştırdı.

1924'te Nasturi ayaklanması ve 1925'te Şeyh Sait ayaklanması Musul dâvâsında İngiltere'nin ekmeğine yağ sürmüş; gencecik Türkiye Cumhuriyeti'ni ise zayıf düşürmüştür. Sonunda Musul kaybedildi. Milletler Cemiyeti bugünkü Türkiye-Irak sınırını çizdi. Türkiye bu sınırı kabul etti. 5 Haziran 1926'da Ankara'da, Türkiye-İngiltere ve Irak arasında ‘Sınır ve İyi Komşuluk Antlaşması’ imzalandı ve bu antlaşma ile Musul vilâyeti ve orada yaşayan Türkmenler Irak'a bırakıldı.

Irak Türkmenleri, anavatan Türkiye'den en son ayrılan soydaşlarımızdır. Hukuken 1926 yılına kadar Türk vatandaşı idiler. Ondan sonra Irak vatandaşı olmuşlardır.

(BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU. İKİNCİ VE SON BÖLÜM YARIN VERİLECEKTİR.)