Eski Türklerde devlet büyüklerinin mezarları genellikle ‘zir-i zemin’ şeklinde yapılırdı. ‘Zir-i zemin’, ‘zeminin altı’ demekti ve cenaze yer seviyesinin aşağısında bulunan bir odaya defnedilir; ceset mumyalanır ve mumya bu odadaki bir lahdin içine konurdu. Merdivenin alttaki ilk basamağından yukarıya duvar örülür, son basamağın üzerine bir kapak konur, odanın yukarıyla alakası kesilir, üst tarafta mezarın bulunduğu yere isabet eden noktaya bir başka láhid yapılır ve türbe niyetine bu lahit ziyaret edilirdi.

Uzaklardaki savaşlarda can veren hükümdarın cenazesinin başkente getirilmesi bazen haftalar süreceği için mumyalanması zaten şarttı. Naşın iç organları çıkartılıp hükümdarın şehit olduğu yere gömülür ve cenaze tahnit den sonra başkente doğru yola çıkarılırdı. Murat-ı Hüdavendigar’a yani Birinci Murat’a ve Kanuni Süleyman’a da böyle yapılmıştı ve Sultan Murat’ın Bosna’daki, Kanuni’nin de Macaristan’daki ikinci mezarlarında, iç organları gömülüydü.

Fatih Sultan Mehmet de başkentinden uzakta vefat eden hükümdarlarımızdandı. Fatih, son seferi sırasında yatağa düşünce, başhekimi Lari müdahale etmişti. Ancak başarılı olamayınca eski başhekim Yakup Paşa tedaviyle görevlendirildi. Yakup Paşa, Lari’nin ilacını tasvip etmeyip müdahale etmek istememişse de, diğer tabipler çaresiz kalınca hastalarını tedavide kullandığı şurubunu vererek, padişahın sancısını azaltma yoluna gitti. Fakat şurup tesirini gösteremedi ve Fatih kısa bir komadan sonra öldü. Fatih’in ölüm sebebine ait genel kanaat önceleri nikris hastalığıydı... 

Fatih’in hayatta iki oğlu vardı. 34 yaşındaki büyük oğlu Amasya’da, 23 yaşındaki küçük oğlu Konya’da vali idi. Veziriazam derhal iki şehzadeye de ulaklar göndererek babalarının vefat ettiğini ve acele İstanbul’a gelmeleri gerektiğini haber verdi. İstanbul’a erken gelen şehzade tahta çıkacaktı. Ama padişahın ölümünden sonra devletin üst kademesi tahta kimin geçeceğinin kavgasına tutuşunca cenazenin tahnitini unutmuş ve koskoca Fatih’in naşını kokutmuşlardı.

Yeni bir sefere çıkmak için 1481’in 27 Nisan’ında 300 bin kişilik ordusuyla İstanbul’dan ayrılan Fatih, 3 Mayıs günü Maltepe civarındaki Hünkar Çayırı’nda hayata veda etti. Vezirleri, hükümdarın Anadolu’da valilik yapan iki oğluna, Şehzade Bayezid ile Cem’e babalarının vefatını haber verdiler ve hemen İstanbul’a gelmelerini istediler. Cenaze, bu arada gizlice Topkapı Sarayı’na nakledildi.

Ama, hükümdarın vefatının duyulması bütün çabalara rağmen önlenemedi ve İstanbul’da tam bir anarşi yaşandı. Askerler şehri yağma ediyor, sevmedikleri devlet adamlarını sokak ortasında parçalıyor, devletin büyükleri ise tahta kimin geçeceği konusunda birbirleriyle mücadele ediyorlardı. Şehirde bütün bunlar olup biterken ve paşalar iktidar için birbirlerinin gözünü oyarlarken Fatih’in cenazesinin tahnit edilmesi unutuldu, hatta naşın başında mum yakılması adeti bile kimsenin hatırına gelmedi ve ceset koktu.

Devletin büyükleri, cesetle alakadar olunması gerektiğini saray görevlilerinin etrafı saran ağır kokuya dayanamaz hale gelip şikayete başlamaları üzerine hatırlayabildiler. Tahnit işi bir uzman ve hükümdarın baltacılarının kethüdası, yani o zamanın bir çeşit saray muhafızı olan Kasım adındaki bir zat tarafından yapıldı.

Kargaşa, Fatih’in Amasya’da valilik eden büyük oğlu Şehzade Bayezid’in 21 Mayıs günü İstanbul’a gelip vaziyete hakim olmasına kadar devam etti.  Şehzade Bayezid, padişah ilan edildikten hemen sonra, yani Fatih’in ölümünden 19 gün sonra, cenazeyi Fatih Sultan Mehmet kendi adına yaptırdığı camiinin avlusuna çok büyük bir merasimle defnedecekti...

Fatih’in naşıyla yakından alakadar olan ve dayanılmaz kokuya rağmen tahniti yapan Baltacılar Kethüdası Kasım ise, terfi ettirilerek ‘kapıcı’ kadrosuna alındı. Kasım, sarayda bir köşede unutulan cenazenin kokması hadisesini daha sonraları İkinci Bayezid’e raporu andıran bir yazıyla duyuracak ; ve olayı aynen olduğu gibi

‘Devletlu sultanım, babanın ruhu için bu yazdıklarımı sonuna kadar oku. Bu fakir kul, devletlu hünkarın (Fatih’in) baltacılarının kethüdası idim. Hünkarın vefatından sonra, üzerinde üç gün üç gece mum yanmadı. Vardım, Kapıcılar Kethüdası’na söyledim, o da İshak Paşa’ya söyledi, paşa emredince mum yaktım. Ama koku yüzünden cenazenin yanına kimseler yaklaşamadı. Ben, usta ile gidip cenazenin içini boşalttım. Bu anlattıklarımı kethüdamız da bilir’ anlatacaktı...

Hani meşhur bir özdeyişlerimiz vardır ya dostlarım babası oğluna ben sana BEN SANA BAŞKAN OLAMAZSSIN DEMEDİM ADAM OLAMAZSSIN DEDİM der.. Allah hepimize evladın hayırlısını versin taht kavgasına düşüp koskoca bir imparatorluğun bir cihan hükümdarının cesedini kokutan çocukları örneğindeki gibi günümüzde de birçok varlıklı aile dramında mal mülk davaları ve kavgalar anne ve babanın ebediyete intikalinde Cesedi kokutulan padişah'a benzer olaylar yaşanmaktadır.

.