“15 Mart 2009 Pazar” tarihli (HABER TÜRK GAZETESİNDE) Murad Bardakçı imzalı ve “Sultan II. Abdülhamid Hân ile alâkalı iki gün süren bir tefrikasını okudum. Kendisine “Tarihçiden” ziyade, “Gazeteci” denmesinden hoşlanan Sayın Murad refikimin, değerli pederleri merhum, İlhan Bardakçı ile (1981-82) yılları arası (TERCÜMAN GAZETDESİ)nde birlikte çalışmış ve yakın temaslarımız olmuştu. Dolayısıyla, Sayın Murad Bardakçı Bey’i, hiç karşılaşmamış olduğum hâlde, kendilerini “baba dostu” bilirim. Her ne ise biz asıl konumuza dönelim ve “belge, melge” derken son derece değerli bir Türk Padişâhı’na karşı vefatından sonra dahi ne yaman komplolar kurulduğunu görerek, bir iki değil, binlerce defa düşünelim!... Tefrikayı okuyanlar, Sayın Bardakçı’nın sadece bir vesika ile alâkalı bir yazıyı aktarmış bulunduklarını herhâlde anlamışlardır. Zaten kendileri de tefrikalarında bu hususa değinmektedirler. Ama,sonraki günlerde bazı gocunan beyler, Murad refikime hayli kızmışlar ve sitemlerde bulunmuşlar ki, kendileri de cevap vermek mecburiyeti hissetmişler!.. Halbuki, sitem edenlerin yanlış adres seçtikleri âlenen meydanda olmasına rağmen, herhâlde pek fark edememişler ki, Bardakçı refikime serzenişte bulunmayı uygun bulmuşlar!.. Halbuki, asıl muhatapları ise bir başka münevver olan “Prof. Dr. Vahdettin Engin”dir ve tarihçi olan bu zat: (Osmanlı Arşivi’nde bulduğu bir takım belgelerin ışığında; Orta Doğu, özellikle de İsrail’in tarihinin yeniden yazılmasını gerektiriyormuş!..” Söz konusu olan vesika ise, (Sultan II. Abdülhamid Hân ile Siyonistler) arasında geçen temaslarla alâkalı imiş!.. Mezkûr vesikalar doğru mu, değerli mi, değil mi? Orası beni hiç mi hiç alâkadar etmiyor. Zira, benim açımdan Sultan II. Abdülhamid Hân, değil, “Theodore Herz. Binlerce Siyonist’e bedel olan” bir büyük Türk Padişâhı idi. İlk şu belge denen sözcüğü ele alalım. İster Osmanlı ve ister Cumhuriyet Türkiyesi arşivinden bulunmuş olsun, hemen her vesika, vesika sayılmaz. Çünkü, “siyasî maksatlara hizmet eden” bir takım düzmece vesikalar, on-binlerce mevcuttur ve onların ayırımları ise tabii ki, hem uzman ve hem de tarafsız olan dürüst tarihçilerce ele alındığı zaman; “düzmece midir, değil midir” anlaşılabilir!... Yânî, her belge, belge değildir ve onu belge olarak doğrudan değerlendirmek ise, yanlışların en büyüğü olur!... Meselâ, Hz. Muhammed Efendimize (SAV) ait, Hadis-i Şeriflere karıştırılmış binlerce sahte hadis zor ayıklanabilmiştir ki, sadece bu örnek dahi bizim ne derece haklı olduğumuzu gösterebilmesi açısından yeterlidir inancındayım!... Saygıdeğer aziz Pâdişâhımın sağlığında çektikleri nice çile yetmezmiş gibi, vefatlarından sonra da muhtelif yalan, riya dolu iftiralara uğramaları yetmezmiş gibi, şimdi de başka, başka iddialarla yerilmek istenmektedir?!.. Ben bu konuya girmiyorum. Ancak, şayet icap ederse; biz de nâçizane birkaç satır karalayabilmek kadar bilgi sahibiyiz diyebilirim!... Şurası muhakkaktır ki, hemen hiçbir tarihçi, vak’aların döneminde yaşamış olanlardan daha iyi yorumda bulunamaz. Ancak, bu durum vak’aya ve vak’ayı kaleme alana göre değişir!... Dolayısıyla, iki şahıs arasında geçen çok önemli bur muhaverenin ne boyutlarda, ne şekilde geçtiğini doğruya en yakın şekilde değerlendirmek için, kayıtları geçen tarihçinin kişiliğinin büyük çapta rolü vardır!.. Yânî, her vesika, sıhhatli bir belge gözü ile değerlendirilemez. Öyle kabul etmek ise, iki mânâ ifade eder: (Ya hemen inanabilecek derecede tarafgir veya yarı aydın bir zavallı?) Bu iki şıkın bir üçüncüsü yoktur!... İster devletin ve ister bir dönemin veya bir yüksek şahsiyetin icraatlarıyla alâkalı olsun, ne şekil olursa olsun, hemen her meselenin aslını o dönemi yaşamış kimselerin daha âlâ bilmesi, tabiidir. Lâkin, bakıyoruz ki, bazı gizli hesaplara göre, hemen her tarihi vak’a, kişilerin arzusuna göre değerlendirilebilmektedir!.. Sultan II.Abd-ül-Hamid Hân’ın; “Dünya Siyonist Organizasyonu’nun Kurucusu” Theodore Herz (1860-1904) ile (1896-1902) tarihleri arasında görüştükleri bahsinde değişik iddialar ileri sürülmekte ve mezkûr iddiaların, (Osmanlı Arşivlerinde bulunan belgelerden) temin edildiği ileri sürülmektedir!... Osmanlı Arşivlerinde on-binlerce belge, yüz-binlerce belge tabii ki vardır ve fakat acaba, bunların hemen hepsinde de gerçekler mi, yoksa tam aksi mi ağır basmaktadır!?... İşte bütün mesele bu noktada toplanmaktadır?... Dolayısıyla biz, cennetmekânın yalancıların değil, tam mânâda, Türk Milletine lâyık bir Padişâh olduğunu, bizzat kendi döneminin muhaliflerinin kanaat notu veren şiirleriyle ispatlayalım. Buyurun okuyun: Sultan II. Abdülhamid Hân’a şiddetle karşı olan ve Ermeni-Komitaçısı tarafından Yıldız Camiî meydanında uygulanan “bomba vakası” esnasında II. Abdülhamid Hân’ın mucizevi şekilde kurtulmasından sonra, pek üzülen Şairin üzüntüsünü belirten şiirini aynen aşağı alıyorum: “Ey şanlı avcı, dâmını beyhude kurmadın! Attın… Fakat yazık ki, yazıklar ki vuramadın! Dursaydı bir dakikacağız devri bi-sükûn, Yâhud o durmasaydı, o iklil-i ser-nikûn,” Siz Hz. Allah’ın adaletine bakın ki, aynı şair daha sonra, İttihatçıları hedef alan şu tarihi mısraları yazmaya mecbur kalmıştır: “Yiyin efendiler, yiyin bu hani iştah sizin, Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?... Bu hakkıdır gazanızın, evet o hakta elde bir! Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!” Bir diğeri ise aynı duyguyu paylaşarak, Hınçak Komitesini alkışlayan şu eksantrik şiiri yazmıştı: “Avrupa’dan mahsus bize gelenler Şöhretleri ise Hınçak Baronlar Millet için bunlar fedâidirler Haygazyan neslinin hep kahramanı.” Bu meyanda Şair Süleyman Nazif ise, bütün bu olanlar karşısında nasıl bir komplo ile karşı karşıya bulunulduğunu açıkça anlamış ve ülkesinin pek zor günlere gebe olduğunu hissederek, içi burkularak şu tarihi ve manidar şiiri yazmışlardı: “Kaç zamandır gelmemişken ya da biz İşte geldik senden istimdada biz; Padişâhım hasret olduk eski istibdata biz!” Aynı acılarla adeta ruhu şahlanan filozof bir Şairimiz ise şu tarihi mısraları yazmıştı ki, sadece tarihi değil, aynı zamanda Sultan II. Abdülhamid Hân’ın da asıl değerini açıklıkla meydana koymaktadır: “Tarihler adını andığı zaman Sana hak verecek ey koca Sultan Biz utanmadan iftira atan Asrın en siyasî Padişâhına! Padişâh hem zâlim, hem deli dedik, Şeytan ne dedi ise belli dedik, Çatıştık fitnenin intibaına Divane sen değil, meğer bizmişiz! Bir çürük ipliğe hûyla dizmişiz! Sade deli değil, edepsizmişiz, Tükürdük Atalar Kıblegâhına!” Bütün bunlara bir ilâve de benden olsun demek herhâlde benim de hakkımdır. Mevzubahis konuda (OSMANLI’DA ŞER HAREKETLERİ VE ABDÜLHAMİD HÂN) adlı eserimde bu konuda yanı şu satırları düşmüşüm ki, tam mânâda yerine oturmuş demem azdır. Adeta o devrin panoraması çizilmiş!... (Evet bir taraftan “İttihatçılar-Taşnaklar-Siyonistler” diğer taraftan: Batı hayranlığı içinde, öz benliğini yitirircesine kendinden geçmiş münevver sınıfından mecnunlar!.. “Cadı Kazanı”nı kaynatanlar, bütün bu serdengeçtilere öylesine akıl almaz ve de berbadın berbadı işler yaptırmışlardır ki; Şayet Atatürk gibi dahi bir Önder meydana çıkmazsaydı: Koca Türk Vatanı temelden tarihin tozlu sahifelerine göçüp gidecekti!!... Bir münevver kapasitesi çapında birkaç lisan öğrenebilir. Meselâ “Arapça, Eski Türkçe, Fransızca vs.” öğrenmiş olabilir ve mesleği icabı da devlet arşivlerinden istifade edebilir. Bunların hemen hepsi tabiidir, normaldir. Ancak, böyle bir avantajdan istifade ederek, pişmiş aşa su katmaya kalkışmak, hiç de doğru değildir. Çünkü bir insanın birkaç lisan bilmesi, onun vesikalar karşısında tek otorite olduğunu ispatlayamaz. Merhum II. Abdülhamid Hân, şayet Siyonistlerin istedikleri Filistin’i aynen İttihatçılar gibi peşkeş çekmiş olsaydı, herhâlde günümüzde “heykeli dahi” dikilmiş olurdu!... Daha fazla yazmak istemiyorum! Ancak şu hususu da zikretmek istiyorum ki, aynen geçiyorum: Elbette bizim de yazacaklarımız olacaktır. İşte o zaman sıkı durulsun ve şu bilinsin ki: (Güneş asla ve asla balçıkla sıvanamaz!..) Saygıdeğer okuyucularım, İnşallah yeni bir makalemde buluşabilmek ümidi ile mutlu tatiller diliyorum efendim. Önemli not: Bu makale: (22 Mart 2009 Pazar tarihinde yazılmıştır.)