Son yıllarda yaşanılanlara baktığımda gördüklerime tercüman olmuş 1961 yılında yayınlanan ‘’Saatleri Ayarlama Enstitüsü’’ isimli eserinde ki harika söz öbeği ile Rahmetli Yazar Ahmet Hamdi Tanpınar.  

“Şu hakikati kendi hayatım bana öğretti: İnsanoğlu, insanoğlunun cehennemidir. Bizi öldürecek belki yüzlerce hastalık, yüzlerce vaziyet vardır. Fakat başkasının yerini hiçbiri alamaz.” (Sayfa 175) 

İnsanoğlunun doymak nedir bilmeyen nefsine yenik düşmesinin eseridir insanoğluna yaşattığı cehennem. 

İnsanoğlunun nefsini terbiye etmesi ve güzel huylarla, iyiliklerle donatmasında saklı yaşanacak cennetin kendisi. Yaşamın çizdiği sınırlara, ahlaka ve vicdana aykırı olan her türlü isteğine karşı, nefsini kontrol altında tutması,  iyiliğin ve iyilerin tarafında, kötülüğün ve kötülerin karşısında yer almasıdır has olan. 

Ne gerek var masmavi gökyüzümüzü simsiyaha boyamaya, gülün pembesini almış ellerimizle. Oysa doğduğumuz o gün melekleri kıskandıracak kadar güzeldik. Ne ara şeytanları kıskandıracak kadar kötüleştik. Nasıl da masum ve temizdik. Ne ara kirlendik. Köreltemediğimiz hırslarımızın, kontrolden çıkan egomuzun ruhlarımızı, bedenlerimizi ele geçirmesiyle başladı karanlık günlerimiz. İnsanları nasıl güneşe hasret bırakabiliriz diye düşünürken, düşüncelerimizi eyleme dönüştürürken, kendimizi bulduk karanlığın dehlizlerinde, bir o yana bir bu yana çarparken. 

Başkalarının hayatımızı cehenneme çevirmesinin altında yatan ne olabilir ki? 

Öncelikle şu soruyu soralım; Kim bu başkası? Bazen bir kardeş, bazen bir akraba, bazen bir dost, bazen bir arkadaş, bazen bir komşu, bazen bir patron. Uzar gider bu liste. Hepsinin tek bir adı var, bildiğimiz bir ad, hepimizin soyu, kısaca ‘’İNSANOĞLU’’ diyoruz.  

Fani olduğunu unuttuğunda başlıyor insanoğlunun cehennemi. En sevdiğine, en yakınına zehir ediyor yaşamı.  Bir hatırlasa fani olduğunu, cenneti yaşamanın, yaşatmanın ellerine sarılacak, sımsıkı tutacak. Ah bir hatırlasa, hatırlayabilse çok geç olmadan.  

Şimdi gelelim cennette gibi hissedip yaşamak varken, hayatımızı cehenneme çeviren insanoğlunun zihinde başlayıp eyleme dönüşen davranışlarına. 

İnsanoğlunun bir kâğıt parçasını araç değil de amaç olarak görmesiyle atılıyor yaşanacak cehennemin temelleri. Arkadaş sohbetlerinin konusu zaman zaman paranın gücüne dayanır, her birimiz farklı yorumlar yaparız naçizane. Benim yorumum her zaman aynı olur. Derim ki; ‘’Para bir kâğıt parçası, köpeğe atsan yemez.’’ Para sadece bir araç. Yaşamımızı idame ettirebilmemiz için. Ama bazılarımız için amacından saptırılmış, yolu kaybettirilmiş paranın. Bulabilene aşk olsun. 

 Para için birbirini yiyen, silindir gibi ezen, hiçe sayan, ölümlere neden olan, güç benim elimde diyen, bozuk paranın sesi, bozuk insanların uğultusundan duyulmuyor artık, paradan başka bir şey düşünmeyen mesnetsiz insanların varlığının giderek çığ gibi artması canımı acıtıyor, korkutuyor beni.  

Parayla ihtiyacımız olanı, daha fazlasını da alabiliriz. Ya huzuru alabilir miyiz? Etrafınıza baktığınızda mutlaka rastlamışsınızdır. Çok zengin olup, her şeyin en lüksüne sahip olanlara. Yüzlerinde gülümseme eksiktir, mutsuzdurlar. Şuna da inanıyorum, bazı zenginler kendilerinden düşük gelirli olup, kocaman gülümseyen, mutluluktan gözleri parlayan insanlara özenmişlerdir. İçlerinde bir ukde kalmıştır, her şeyimiz var ama sizler kadar huzurumuz yok diye bağırmıştır iç sesleri kulaklarını sağır edercesine.  

Son bir yıldan bu yana dünyamızı alarma geçiren Corona virüs salgını ile insanlarımız eşitlendi. Zengin de fakir de sokağa çıkamadı. Fakirin harcayacak parası zaten yoktu, zenginse deste deste paralarına dokunamadı bile. Corona virüs hayatımızı felce uğrattı ve uğratmaya devam ediyor ısrarla. Önemli bir ayrıntıyı da gözlerine soktu zenginlerin. Her şeyi satın alabilirsin, fakat sağlığı alamazsın, paran yetmez. Anlayana.  

Dipnot; Biriktirdiklerin bu dünyanın, paylaştıkların senin. Yüreklere şeker tadı bırakanların yolu cennete çıkıyor, acıtanlarınsa cehennemin taa dibine.