İnsan olarak da, cemiyet olarak da çelişkilerimizin farkına vardıkça aydınlanırız. Çelişkileri fark ederek, akılcı çözümler oluşturabilir insan.
Tarihin bir bilim olmadığını her zaman söyleye geldiğimi var sayarak,  bazı tarihlere dikkat çekmek gerekiyor.
Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, henüz kurulmaya karar verilmemişken, eski devletin kurtarılabilirliği üzerinde kafa yorulurken bir arada olan insanların 1924 yılından itibaren nasıl ayrıştıkları, niçin her birinin bir tarafa çekip gittiğini henüz ayrıntılı biçimde kimse araştırmadı, yazmadı. Yazılması gerektiği halde kimse yazmadı.
Ama tek lider haline gelen insana karşı ön yargısı olanlar, önyargılarına delil aramak için araştırmalar yaptılar ve yayınladılar. Yaptıkları bu yayınlara da resmi tarih karşıtı, hakiki tarih görüntüsü verdiler. Ama hiç birisi harbiden, hasbetenlillah, hasbi olarak bir konuyu araştırıp, ummadıkları, bilmedikleri bir sonuca ulaşmadılar. Araştırma yapmaya başladıklarında zaten bulmak istedikleri, varmak istedikleri sonuç belliydi. Bu adamlara tarihçi demek, bu yapılana da tarih demek, hele hele bu tarihe ilim demek asla mümkün değildir.
Her tarih millidir, ülke sınırları dışına çıkıldığında hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Ülke içinde de hoşa giden yorum ve hatıraların bir arada tutulmasıdır tarih.
Tarihin kimse üzerinde de bir etkisi yoktur. Tarih tekerrürden ibarettir, İbret alınsaydı hiç tekerrür eder miydi tarih. Mehmet Akif Ersoy da iki mısrasıyla bu hakikate dikkat çekmiş olmalı.
Tarihin bir değeri olsaydı Yavuz Sultan Selim Han’ın isminin bir köprüye verilecek olması siyasi tartışma konusu olmazdı herhalde. O Selim ki İslam dünyasının liderliğini, dini liderliğini Türklere aktarmış bir Hakandı. İlk Osmanlı Türk  İslam halifesidir. 1924’e kadar onun getirdiği emanet ile İslam dünyasının hep lideri olduk. Hakan imzalı bir Kur’an ı Kerim gönderilerek nice ümmet kitlelerinin gönlü fethedilmişti. Ama gelgelelim ki tarihin anlattığı Yavuz Selim, İran Şiasıyla savaştığı ve onları yendiği için bugün suçlanıyor. Savaşta ölenleri Yavuz Selim’in katliam listesine yazıyorlar ve isminin bir köprüye verilmesine karşı çıkıyorlar. Hem de kimler, İran Şiasıyla da hiç benzeşmeyen kitleler.  İran Şiasının her mezhebindeki insanlar namaz kılar, oruç tutar, Kur’an okurlar. Uygulamaları Sünnilerden oldukça farklıdır. Ama Müslümandırlar. Ehli tevhiddirler. Muhammedidirler. Türkiye’deki kitle ne sünniye benziyor ne de Şiaya. Başka bir din mensubu gibi kendilerine bir de başka ibadethane ihdas etmişler. Çelişkiye bakın.
Dünya üzerinde üç büyük İlahi din vardır. Yahudilik (Musevilik) Havra, Sinagog ibadethaneleri vardır. Hırıstiyanlık (İsevilik) Kilise, Şapel, Katedral ibadethaneleri vardır. Müslümanlık (Muhammedilik) Cami,mescid ibadethaneleri vardır. Ne Sünni ne Şia olmayan bizdeki  Yavuz Sultan Selim Han düşmanı olan kitlenin çelişkisi ne kadar büyüktür. Allah aşkına söylesenize siz hangi ilahi dine mensupsunuz. Başka bir peygamber geldi de bize açıklamadınız mı?
Yeni bir din mi ihdas ettiniz?
Çelişkiler bitmez.
Şimdi başka tarafa bakmak zamanı. Türkiye siyasetinde bu Sünni veya şia olmayan kitle  CHP’ye oy verir. Şu andaki liderlerinin adı da Kemal’dir. Dersim tamamı ile bu kitleyi barındıran bir şehir. Kimin emriyle bombalandı: Mustafa Kemal’in, Bombalayan pilotlardan biri de Mustafa Kemal’in manevi kızı Sabiha Gökçen. Bugün bile Tunceli’de Şeyh Rıza parkında oturan iki vatandaş birbirine mütemadiyen Dersim kırımından söz ediyor ve kinlerini diri tutuyorlar. Ama oylar CHP’ye tapulu.
Kemalizm Müslümanların karşı olduğu bir rejim. 1933’te bittiğini iddia edenler de bulunmasına rağmen icraatta ve alenen 1938’de Kemalizm bitmişti. İsmet İnönü Kemalizmi bitirerek kendi şeflik dönemini para ile pul ile ilan etmişti. Çok partili döneme geçildiğinde inanan kitleler manevi liderlerinin yönlendirmesiyle İsmet İnönü’ye değil, Celal Bayar’a oy verdiler. Celal Bayar  Kemalizmi tekrar her şeyiyle ihdas eden adam. Koruma kanunu ile, anıt kabirle, ilkelerle, devrimlerle Kemalizm tekrar ihya edildi. Kemalizme karşı olan insanlar Demokrat partiye bilok oy kullandılar. Tıpkı Dersim kıyımını nesilden nesile anlatanların Dersim kıyımını yapanlara tapulu oy verdiği gibi.
Dersim kıyımı denen şeyin haklılığı, haksızlığı ayrı konu. Yedi düvele karşı Lozan Konferansında varılan bir anlaşmayla bir devlet kurulmuşken, Dersim denen bir çanak vatan parçası devleti tanımıyor ve istemiyor, biz burada Osmanlı döneminde de olduğu gibi derebeylik olarak kalacağız diyorlar. Devlet otoritesini kabul ettirmezse devlet olamaz. Bombalanıyor.
Toplum hayatımızda incelenmeye muhtaç bir yığın çelişki var ama ön yargısız araştırmacı yetişmedi. Ön yargılı araştırmacılar da bulmak istedikleri sonucu buluyorlar. İşte bu yüzden Garp cephesinde de Şark cephesinde de değişen bir şey yok ve bir yığın çelişki ile yaşamaya devam ediyor insanlık.