BRICS girişimi, küresel ekonomi ve politikalarda ABD’ye karşı ortak stratejilerin önemli bileşkelerinden biridir. Halen uluslararası ticaretin yarısından çoğu ABD doları üzerinden yapılmakta olup finansal işlemlerin büyük kısmında da Amerikan kontrol ve denetimi, yeri geldiğinde cezalandırması veya engellemesi bulunmaktadır. Kendi yasal düzenlemelerine dayanarak Halkbank müdür yardımcısını tutuklayıp yargılayabilmesinin temelinde bu gerçek bulunmaktadır.

Belirtmek gerekir ki ABD’nin bu hegemonik gücünden Avrupa da rahatsız olduğu halde açıkça cephe alamamakta, bunun yerine kendi para birimi Euro ile işlemlerini yürütürken dolarla ticareti de kabullenmektedir. Başta NATO, G7, OECD olmak üzere birçok örgütte Avrupa ülkelerinin ABD ile birlikte yer alması, anti-dolarizasyon hedefli BRICS ile işbirliğini gündeme getirmemektedir.

Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika ülkelerinin baş harflerinden oluşan BRICS örgütleşmesi, Rusya ve Çin’in öncülüğünde dolara alternatif maksadıyla başlamıştır. Ekim ayında Rusya Federasyonu bünyesindeki Tataristan’ın başkenti Kazan’da toplanması planlanan zirvede örgüte yeni üyelerin alınması beklenmektedir. Bununla beraber örgüt adının BRICS plus (artı) benzeri isimlerle zikredilmesi, mevcut isimde köklü değişiklik yapılmaması beklenmektedir. Kazan zirvesinde İran, Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Etiyopya’nın örgüte katılması beklenmektedir. Kazakistan, Tayland, Malezya, hatta Filistin gibi birçok devletin üyelik başvurusu gündemde olup Türkiye de bunlar arasındadır.

BRICS’in mevcut beş kurucu üyesinin nüfusu, yüzölçümü, ekonomik kapasitesi dikkate alındığında dünyanın en büyüğü olduğu görülmektedir. Mesela Türkiye’nin yaklaşık dört milyarlık nüfusa sahip bu örgüte üyeliği ile dev gibi bir pazara gireceği, ekonomisinin şaha kalkacağı iddiaları yaygınlaşırken bu pazarda ne satacağımız pek düşünülmemektedir. Yükselen güçler olarak da adlandırılan bu örgütleşmede, zararına olacak taahhütlere girmeden ülkemizin yer almasının elbette faydaları olabilir. Putin, yıllarca küresel siyasette etkinliği bilinmeyen İslam İşbirliği Teşkilatı üyeliği için mücadele etti, nihayet gözlemci üye olabildi. Çünkü halkının yaklaşık beşte biri Müslüman olan Rusya, 57 Müslüman ülke temsilcilerinin bir araya geldiği zeminde, en azından aleyhine bir gündem oluşturmasını engellemeyi hedeflemiştir. Kendi içinde yoğun çelişkiler, açmazlar bulunmasına karşın BRICS zemininde Türkiye’nin de yer almasının zarardan çok faydalı olması beklenmektedir. Sorun ise siyasette ve ekonomide kendi eksikliklerine ve yanlışlıklarına odaklanmak yerine bu tür oluşumlardan yüksek beklentilerle zamanı boşa geçirmektir.

BRICS’in kurucu üyelerinden Rusya, Çin ve Hindistan aynı zamanda Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) üyeleridir. Bu ülkelerin veya diğerlerinin, ŞİÖ veya BRICS zemininde kazandıkları pek birşey bilinmemektedir. Zirvelerde ortak stratejiler konusunda kararlar alınmasıyla beraber bu ülkelerin siyasette ve ekonomide gerçek işbirliğine gitmeleri, eşyanın taibatına aykırıdır. Hindistan ve Çin’in sınır savaşları, aslında çok daha derin olan ekonomik rekabet ve bölgesel nüfuz mücadelesine dayanmaktadır. ABD politikalarından doğan zorunlu ortaklıktaki Çin ve Rusya’nın sınır sorunları ve başta Türkistan havzası olmak üzere küresel nüfuz rekâbeti çok daha derindir.

Çin’in küresel ve bölgesel istilasına karşı Hindistan, ayakta durabilmek refleksiyle kapsamlı stratejiler geliştirmektedir. Hindistan’ın ABD, Japonya, Avustralya gibi Çin karşıtı ülkelerle işbirliği daha çok kendi reel-politik gereklerinin sonucudur. Dolayısıyla ABD dolarına karşı Çin ve Hindistan’ın üye olduğu bir örgütün başarı şansı son derece zayıftır.

BRICS bünyesinde yer alan Yeni Kalkınma Bankası’nın (NDP), başlangıç sermayesi 100 milyar dolar olarak planlanmıştır. Bu tür örgüt bankalarının desteklediği projeler daha çok örgütün ortak hedefleriyle bağlantılı olanlar, üye ülkelerin ortak ihtiyaçlarını karşılayan yatırımlardır. Sadece bu miktarı yazarak 100 milyar doların fabrika kuracak yer bulamadığından Türkiye’ye akacağını beklemek ham hayaldir. NDP’nin kaynakları da gökten zembille inmeyip üye ülkelerin yani fert başına düşen milli geliri Türkiye’nin çok daha gerisinde olan Hindistan ile diğerlerinin koyduğu meblağdan oluşmaktadır. Dolayısıyla parayı koyan devletlerin yatırıma daha fazla ihtiyacı olup zaten bu yönde önemli projeleri bulunmaktadır.

Türkiye’nin BRICS örgütü veya üyelerinden yatırım çekme avantajları arasında AB ile Gümrük Birliği önemlidir. Bununla beraber AB’ye ihraç edilmek üzere Türkiye’de kurulan her Çin şirketinin ülkemizden götürdüğü çok daha fazladır. BYD otomobil fabrikası yatırımının “yabancı yatırımların işaret fişeği” olarak sunulması biraz çaresizlik tesellisidir. Çünkü bu süreçte ayakta durmaya çalışan Türk ekonomisi ve ilgili sektör aleyhine Çinli firmaya verilen tavizler, teşvikler endişe vericidir.

Kalkınmada yabancı yatırım önemli olduğu halde, kendi tasarruf, araştırma, geliştirme, yenilik, üretim, yatırım politikalarını doğru planlayamayan bir ülke sadece yeni sömürge haline gelir. Türkiye’ye yatırım yapan Alman, Fransız, İtalyan firmalarının da hedefi kazanmaktır. Fakat bu ülkelerin öncelikle iş gücü açığı bulunmakta, bu anlamda yatırımın tamamlayıcı ülke boyutu bulunmaktadır. Halbuki BRICS ülkelerinde zaten istihdam açığı oldukça yüksek olup mesela ülkemizde hiç ummadığımız alanlarda dahi Çinli çalışan sayısı giderek artmaktadır. Esasen Çin, mesela ağır hapis cezası mahkumlarını Türkiye’de çalışmak kaydıyla serbest bırakarak destek politikası uygulamaktadır. Öte yandan Avrupalı, Japon veya Güney Kore firmalarının yatırım yaptığı alanlarda genişleyen bir yan sanayi, dolayısıyla Türkiye açısından teknoloji üretimi ve gelişimi imkanı söz konusudur. Halbuki başta Çin olmak üzere BRICS ülkeleri için böyle bir fırsat yoktur.

Dünyanın herhangi bir yerindeki politik girişimin hedeflerini ve stratejilerini dikkate alarak ülkemiz açısından etki ve sonuçlarına göre hatt-ı hareket belirlemek son derece önemlidir. Bu bağlamda ŞİÖ için olduğu gibi BRICS örgütlenmesine de, tam üyelik olmasa da Türkiye bîgâne kalmamalıdır. Bununla beraber eğitimde, ekonomide, tarımda, üretimde, iç ve dış politikada kendi evimizi düzeltmeden bu tür örgütlerden refah, zenginlik, huzur geleceği beklentisine de girilmemelidir.