Kültürümüzde konuşmayı seven bir toplumuz; yoğunlaşan işler, soğuyan havalar, dengelerini oturtamadığımız ilişkiler, henüz döndüğümüz tatiller, şehre bu bahar gelecek konserler, benimsemediğimiz bazı siyasetçiler, geleceğe dair umutlar, biricik çocuklarımız ve gündelik detaylar hakkında. Bazı sohbetlerimizin şablonları öylesine yerleşmiştir ki konu o belirli temalara geldiğinde yahut soru, alışılagelmiş sekliyle sorulduğunda, artık herkes -düşünmeksizin- aynı cevapları verir.

***

Söz konusu olan başka hayatlar ise sorgulamayı da severiz. Çoğu zaman bu sorgulamalar yanıt almak için değil, duyacaklarımıza pek aldırmadan bize göre gün gibi ortada olan gerçekleri ifade etmek içindir. 

***

Oysa Tanrı çalışmadığımız bir yerden sözlüye kaldırmadıysa, kendi kendimize konuşacak ve kendi kendimizi sorgulayacak zamanı çoğunlukla ayırmayız. Başkalarına sorma cüreti bulabildiğimiz soruları, açma ihtiyacı hissettiğimiz başkalarının konularını, kendimize yöneltmeyi aklımızdan bile geçirmememiz insanlığımıza yenik düştüğümüz anlarımıza ne kadar da güzel bir örnektir. 

***

Yaşam sahnesinden çekildiğimizde geride neler bırakmak ve nasıl yaşamış olmak isteriz?

Bu hayata geliş amacımız nedir? 

Biz kimiz?

Kendimizle bu sorular üzerine sohbetimizi, köklü değişiklikleri çağıracak bir hale getirebilmemiz için öncelikle gerçek olmamız gerekir.

Peki, biz gerçek miyiz? 

Bedenimiz, aklımız, kalbimiz ve ruhumuzla, biz gerçek miyiz?

***

Gerçek olmak dürüst olmakla sıklıkla karıştırdığımız bir durumdur. Ancak bilgimiz dahilinde olan konular hakkında dürüstlük gösterebiliriz. Konuya dair bilgimiz yok ise oldukça dürüst ifadelerde de bulunsak söylediklerimizde gerçeklik payı olmayabilir. Farkında olmak işte buradaki o ince çizgidir. Farz-ı misal, kendimizin çok cömert bir insan olduğunu düşünüyor ve bunu kendimizi tanımlarken dile getiriyor olabiliriz ancak gerçekten cömert olmadığımızın farkında değil isek dürüst olmamıza rağmen söylediklerimizde gerçeklik payı yoktur.

***

Gerçeklik emek vermemizi ister, otantik varlığımızı bulmamızı ve onu bir bütün halinde yansıtmamızı ister. 

***

Gerçeklik, hata yaptığımızı fark etmek ve kabul etmektir.

Gerçeklik, ruhumuzun almadığı şeylere perdeler arkasına geçmeksizin nezaketle hayır diyebilmektir.

Gerçeklik, duygularımızı hissettiğimizce mantığımızın süzgecinden karşımızdakine beklentisiz sunabilmektir. 

Gerçeklik, değerlerimiz, misyonumuz ve vizyonumuz ile dengede olmak, yolumuzdaki seçenekleri buna uyumlu olarak hayata geçirmektir.

***

Gelişimim üzerinde deneyimlediklerim bana gerçekliğe ulaşma amacının uzun, yorucu ve bir o kadar da tatmin dolu bir hayat şekli olduğunu gösteriyor. Farkına vardığım her şeyimle, bir süre sonra başka bir perspektiften yeniden karşılaşıyorum, her seferinde sanki ilk kez gibi ama “o zaman bunu nasıl da fark etmemişim” deyip zaman zaman utanç zaman zaman suçluluk zaman zaman tedirginlik hissediyorum. Zaman sadece hissettiğim bu negatif duyguların pozitife yönelmesini hızlandırıyor ve inanıyorum ki kendimize yönelttiğimiz farkındalığımızın gelişiminde bu negatif duygular motor görevi görüyor. Yoksa cahil bir mutluluğun içinde olduğumuz yerde saydığımız günlerimiz hepimizin olmuştur sanıyorum.

***

Peki ya siz, kendinizle ne sıklıkta sohbet ediyor, kendinizi ne sıklıkta sorguluyorsunuz?

Gerçekliğiniz olmayan durumları keşfettiğinizde nasıl tepkiler veriyorsunuz? O tepkiler de ne uzunlukta duraksıyorsunuz?

İlerlemek için bir hamle yapıyor musunuz yoksa korkularınıza yenilip her şeyin üzerini sessizce örtüp parmak uçlarınızın üzerinde ruhunuzdan ayrılıyor musunuz?

***

Evrenin her birimizin ayrı ayrı gerçekliğine o kadar ihtiyacı var ki, en başta da kendimizin ve etki çemberimizdeki sevdiklerimizin. O halde emek vermeye değmez mi?