Geçen hafta değerli yazar Tufan Türenç’in 1999 depreminin ardından yaralarını saran Kocaeli Üniversitesi ve eski rektör Baki Komsuoğlu hakkındaki yazısını okudum. Tabiki ben de bu yazımı o günleri yaşayan bir Kocaeli Üniversitesi mezunu olarak kaleme almak istedim. Tarih sayfaları 2001 yılının eylül ayını gösterdiğinde ben Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakültesine henüz kayıt yaptırıyordum ve üniversitenin durumu hiç iç açıcı değildi. Zaten ortada tam bir üniversite de yoktu. Depremden sonra üniversitenin yıkılan binalarında yer alan bölümler Kocaeli’nin çeşitli ilçelerine taşınmıştı. Bunlardan bazılarını Hereke, Kullar, Kandıra olarak saymak mümkün. Hereke kampüsümüzde İletişim, Hukuk, İktisadi ve İdari Bilimler gibi Fakülteler vardı. İşte okul çilemiz tam bu noktada başlıyordu aslında. Hereke Kampüsüne İzmit merkezde oturan ya da İstanbul’dan gelen birçok öğrenci vardı. Burada çektiğimiz yol çilesini anlatmak mümkün değil. Ancak yaşadığımız en acı olay bir arkadaşımızın trenle Hereke’den İstanbul’a dönerken uğradığı bıçaklı saldırıda ölmesiydi. Bu acının yanında bizim yollarda harcadığımız saatlerin elbetteki önemi yoktu. Elbette ki prefabrik konutlarda eğitim görüyorduk. Kışları kaloriferlerin yanmadığı veyahut yanıp da ısıtmadıkları anlar oldu. Biz sınıfta ders işlerken dışarıda iş makinaları çalışıyordu. Eski dekanımız Prof.Dr. Şermin Tekinalp bu yokluğa hiç aldırış etmeden Üniversite’nin uygulama gazetesi olan Gençaçı’yı çıkarmak için seferber oldu. Diğer hocalarımızın içten desteğiyle haberi koklamanın ne olduğunu öğrendik. İlk köşe yazım baskı makinalarının sesleri eşliğinde Gençaçı’da yayınlandı. Ve diğer arkadaşlarımızın da ilk haberleri… Fotoğraf makinamızın digital olması imkansızdı. Bir- iki tane manuel makinaya sahipti fakültemiz. Ancak buna rağmen ilk röportajımı Metin Uca ile yapmıştım. Ses kayıt cihazı da başka birine verildiğinden yanımdaki arkadaş tüm konuşulanları hızlıca not almıştı. Keza diğer fakültelerin de durumu malumdu. Fakat tüm bu imkansızlıklar dahilinde Rektörümüz Prof.Dr. Baki Komsuoğlu Üniversiteyi kapatmak gibi başka çarelere başvurmadı. Bizler herşeye rağmen okulumuza devam ederken, rektörümüz de o sırada Üniversitemizi tek bir çatı altında toplamak için kaynak arayışına gidiyordu. Üniversite 2. sınıfta yeni kampüsümüz için çalışmalar başlatıldığını duyduğumuzda bizim için hayal olduğunu düşünmüştük. Fakat rektörümüz öyle hırslıydı ki bir süre sonra konuşulanların gerçek olduğunu ve temel atma töreninin gerçekleştiğini duyduk. Bize yetişmez dediğimiz kampüse “Umuttepe”ye 4.sınıftayken taşındığımızda Hereke’nin deniz esintili havasından koptuğumuz için yüzlerimizde hüzün vardı. Hatta hocalarımıza “Tepeye çıkıyoruz, kurda kuşa yem olmayalım” diye serzenişte bulunduğumuz da oldu. Fakat değerli rektörümüz o tepeye umut bağlamıştı. Tüm öğrencileri yanında olmalıydı mesela. Bahar geldi mi üniversitenin uçsuz bucaksız bahçesinde şenlikler yapılmalı, kamelyalarında öğrencilerle hocaları kahvelerini yudumlarken sınav sonuçlarını tartışmalıydılar. Büyük konferans salonlarında önemli isimler ağırlanmalıydı. Bunların devamında büyük yemekhaneler, Tıp Fakültesi hastanesi ve daha sayamayacağımız birçok şey olmalıydı… Umuttepe’ye çıktığımız ilk gün en fazla yol çilesinden kurtulduğumuza sevinmiştik. Tabiki buraya da alışmak zordu. Ama artık işin büyük bir bölümü halledilmişti. Şimdi Kocaeli Üniversitesi’nin radyosu, koskocaman bir TV stüdyosu, Haber Ajansı, uygulama gazetesi, büyük derslikleri, cafeleri vardı. Artık Hocamız 46.000’den fazla öğrencisi ile umut ettiği kampüsteydi. Çağdaş Türkiye için, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı, laik düzenin savunucusu ve bilimin tartışıldığı bir üniversitede öğrenciler yetiştirmek kolay değildi. Bu kadar geniş bir yelpazede öğrenim veren ve hemen hemen her bölgeden öğrencinin kayıt olduğu bir üniversiteye sahip olmak, idare etmek çok zordu… Yıl 2008… Baki Hocamız artık aramızda değil. Fakat öğrencileri gerçek bir üniversiteye sahip oldular. İş makinalarının tozu dumana katmadığı büyük bir umudun bekçileri oldular! Değerli hocamıza yaşarken teşekkür edemediğim için çok üzgünüm. Ancak kendisi hırsına ve ideallerine katıldığımızı iyi biliyordu. Çünkü biz ne O’nu ne de üniversitemizi bırakmayı bir gün dahi düşünmemiştik…