Sevgili okurlarım merhaba, hayatımda ilk defa oğlumla almış olduğum bir kararla yalnız başıma tatile çıktım. İçimde ilk kez tatile çıkmanın heyecanı ve ürkekliği var. Yıllarca hasretini çektiğim vatanıma gidiyorum. Dünyaca ünlü sahili tarihi dokusu doğa zenginlikleri farklı kültürleri bir arada barındıran multikültürel Antalya’da kalacağım. Gizemli şehrin güzelliğini yaşamak için dört saat yolculuktan sonra Amsterdam Schiphol’dan Antalya Atatürk havalimanına vardım. Dışarı çıktığımda ilk dikkatimi çeken sımsıcak havanın hafif rüzgarla yüzümü okşaması oldu. Hollanda’da alışık olmadığım sıcak bir hava vardı. Antalya insanı havası kadar sıcak mıydı acaba? 

Dünyanın değişimi vatanımın esrarengiz şehri Antalya’yı da etkilemiş miydi?

Havalimanından taxi’ye bindim. Şoför Konyaaltı’nda eski nostaljik atmosferi olan Erdem Otele getirdi. Ücretini ödeyip teşekkür ettim. Otelin personeli odamı gösterdi bavulumu taşımayı ihmal etmedi. Etraf düzenli çarşaflar çok temiz çalışanlar cana yakındı. Otelin penceresinden Akdeniz’i seyretmek mümkündü ve manzara mükemmeldi. Ortam sakin sahil beş dakika uzaklıktaydı. Yol yorgunuydum tek isteğim uyumaktı. Temiz havaysa etkisini göstermişti. Mükemmel bir uykudan sonra erkenden uyandım. Sabah kahvaltısı abartısız nefisti ve ince çay bardağında çay keyfini çok özlemiştim, kahvaltıdan sonra hazırlanıp sahile indim. Denizin berraklığı havanın kırk derece sıcaklığı insanların her kesimden yerli yabancı cıvıl cıvıl oluşu Ana-vatanımın hasretinin kanıtıydı. Ömrümce unutamayacağım bir tatil olacaktı. Oğluma verdiğim sözse anlamını bulacaktı. Koca adam olmuştu. Kararlar alan aldığı kararın arkasında duran annesinin mutlu olmasını sağlamaya çalışan fedakar vefakar ne istediğini bilen bildiğini yaşayan yaşatan, güvenilir sırtımı yaslayacağım bir adamdı. Buruk bir gülümsemeyle: “Keşke burada olsaydın.” Diye o an içimden geçirdim.

Akşamüstü sahildeyim yüreğimi tarifini edemediğim bir sızı çarpıntı kapladı. Acı veren bu duygunun ne olduğunu bir türlü kestiremedim. Otele döndüğümde oğlumu aradım. Telefonu kapalıydı. Kendisiyle yola çıkmadan önce konuşmuştuk birliğinden dönecekti ve hafta sonunu evde geçirecekti. Sabaha kadar meraktan uyuyamadım aramaktan yoruldum. En sonunda telefonuna mesaj bıraktım: “Oğlum telefonun neden kapalı? Lütfen beni ara seni çok merak ediyorum.” Diye. 

Sabah uykusuzluğa içimdeki endişeye aldırış etmeden sahile indim. Denizin güneşin kalabalığın içinde olmanın bana iyi geleceğini düşündüm, ama içimdeki endişeden kurtulamıyordum. Aklım fikrim oğlumdaydı. İlk defa tatil ilk defa geldiğim Antalya anlaşılan uğurlu gelmeyecekti. O sırada telefonum çaldı tanımadığım bir numaraydı heyecanla açtım: “Savunma Bakanlığından arıyorum Zekiye Doğan siz misiniz?“ Dedi. 

“Evet benim.” Dedim, ama yüreğimi tarif edemediğim ateş koru korku sardı.

“Çok ses geliyor orası neresi sanıyorum kalabalık bir yerdesiniz?” Dedi.

“Evet, kalabalık, Antalya Konyaaltı sahilindeyim.” Dedim.

“Otel yakın mı? Sizden rica etsem Otele kadar gelir misiniz? Yalnız sizden rica ediyorum Otele gelene kadar telefonunuzu kapatmayın benimle konuşmaya devam edin.” Dedi.

Sahilden Otele kadar yürüme mesafesi beş dakikaydı, ama bu süreç bana beş yıl kadar uzun gelmişti ve avutulduğumun farkındaydım. Neden aradığını söylemek yerine ilgisi olmayan sorular soruyordu. Yol boyunca konuşmak için sebepler bahaneler arıyordu. Küçük bir olay olsaydı mutlaka bölük komutanı arardı. Savunma Bakanlığından bir görevli neden arasın?

Beynimdeki fes fese içimdeki tarif edemediğim sızı beni bitiriyordu. Nihayet Otele geldim: “Otelin numarasını verir misiniz? Otel personeli yanınızda mı?“ Diyerek merakla sordu.

“Evet, yanımdalar.” Deyip Otelin numarasını verdim.

Otelin telefonu çaldı beni oradan aramıştı: “Beyefendi lütfen deli olacağım kurtarın beni bu meraktan oğluma ne oldu?” Diye ağlamaya başladım. 

“Korkmayın önemli bir şey yok. Oğlunuz ufak bir kaza geçirdi, merak etmeyin iyi, haber vermemizi istemedi fakat biz bildirmek zorundayız. Endişe edilecek bir durum yok alnında ufak bir sıyrık var. Almanya’da hastanede ona iyi bakılıyor.” Dediği anda bayılmışım ayılana kadar otel personeli yardım etmiş kendime geldiğimde hepsi başımda duruyordu.

Tekrar kendime geldiğimde telefonu aldım beyefendi beni bekliyordu: “Şuan nasılsınız? Kendinize geldiniz mi? İyi misiniz?” Dedi.

“Bana oğlumdan haber verin. Oğlumun sesini duymadan sizin dediğiniz hiçbir şeye inanmıyorum. Oğlumu telefona getirin değilse ilk uçakla ora geliyorum.” Diye hıçkırıklara boğuluyordum.

“Hayır, gelmeyin haber bekleyin gelseniz de onu göremezsiniz. O Almanya’da ben sizi Hollanda’dan arıyorum telefona vermem imkansız.” Diye oyalamaya devam ediyordu.

Yüreğime kara bulutlar çökmüştü her yer sönük her yer karanlıktı. Aydınlığım bir tanecik oğlumun sesini duymak olacaktı. Bu öyle bir acı bekleyişti ki, yerde miyim gökte miyim bilmiyordum? 

Lakin biran önce yavrumun sesini duymak hayatta olup olmadığını öğrenmek istiyordum. Yüreğim çığlık çığlığaydı. Yüreğimin çığlıklarını duyacak yanımda etrafımda kimsem yoktu: “Ufukta umutlarım yaşama sebebim canım ciğerim yoluna canımı verdiğim. Geçmişim geleceğim sevgim sevdam yarenim dostum arkadaşım yoldaşım yolunda yorulduğum sesime ses ver.” Diye hıçkırıyordum.

Nasıl ne halde olduğunu bilmiyordum umutsuzca çaresizce beklemek zorunda bırakılıyordum. Bu bekleyiş öyle bir bekleyişti ki, an öyle bir andı ki, bu zaman öyle bir zamandı ki, kimsenin duymayacağı bir dağa çıkıp avazım çıktığı kadar bağırsam diyordum. Ömrümden ömür çalan bekleyişin sonu gelsin istiyordum. Aradan üç gün geçmişti benden ömrümün yarısını alıp götürmüştü. Savunma Bakanlığı görevlisi bu üç gün içerisinde her yarım saatte bir arıyor nasıl olduğumu soruyordu ve oyalamaya devam ediyordu. Öyle ki, oyalama süreci dolmuştu nihayet Almanya’daki hastanenin telefon numarasını verdi. Göz yaşları içerisinde aradım oğlumu istedim kalbim çarpıyordu karşı taraftan ses gelmiyordu: “Oğlum orada mısın? Dedim. 

Ömrümden ömür çalan bekleyişten sonra nihayet oğlumun bir tanemin sesini duyuyordum. Derinden gelen bir ses tonuyla: “Anne iyiyim merak etme bana iyi bakıyorlar. Tatilini yap kolyemi de almayı unutma olur mu?” Diyordu. 

Dünyalar benim olmuştu yüreğimin sızısı hafiflemişti nihayet beklediğim sesi duymuştum. Kolyesini yaptıracağımı söyledim. Yorulmaması gerektiğini ve telefonu kısa tutmamı söylemişlerdi vedalaşmak zorunda kaldım. Kısada olsa nihayet sesini duymuştum ıstırap dolu bekleyiş çaresiz bekleyiş son bulmuştu.

Oğlum (Ministerie Van Devensie) Savunma Bakanlığında askerdi ve birliğinde lakabı Army T-- sker Türk’tü. Kazadan üç gün önce ay yıldızlı Army T-- Asker Türk yazan kolye yaptırmamı istemişti. Kolyeyi alınca oğlumla planladığımız tatili yarıda bırakıp ilk uçakla Hollanda’ya geri döndüm!..

Haberi olan Savunma Bakanlığından aynı kişi döndüğüm gün evime geldi yüz yüze konuşmak konuya açıklık getirmek istediğini söyledi. Gerçek ne oğlumun söylediği gibiydi. Nede kendisinin telefonda anlattığı gibiydi, gerçek farklıydı. Oğlum feci bir trafik kazası geçirmişti. Anlatmaya başladı: “Kaza sonrası sizin için görevlendirildim. Evinize geldim bulamayınca beklemeye koyuldum. Sizi görmeden bildirmeden dönmeme emri almıştım sabaha kadar bekledim eve gelmediniz. Araştırma sonucunda bilgiyi bayan Van der Molen’dan alacağım bildirildi. Gittim kahve eşliğinde sizi anlatmakla bitiremedi. Alışık olmadığım bir yaşam hikayesiydi fazla etkilendim. Sizi yalnız bırakmamamız gerektiğini raporuma ekledim ve üssümüze bildirdim.” Dedi. 

Oma Van der Molen 30 yıldır tanıdığım manevi olarak bizden hiçbir desteğini esirgemeyen harika bir kişilikti. Başkaları tarafından yeri kolay kolay doldurulamayacak mükemmel bir insandı. Her konuda destek olan sevdiğim değer verdiğim manevi ebemdi. Kazadan yakın bir süre sonra onu kaybettim. Nur içinde yatsın, mekanı cennet olsun. Onun yokluğunu dostluğunu arkadaşlığını unutamıyorum. Görevli Komutan anlatmaya devam ediyordu: 

“Üç asker arkadaş hafta sonu tatili için Almanya’dan Hollanda’ya dönüşlerinde trafik kazası geçirdiler. Oğlunuzun durumu ciddiyetini koruyor. Almanya hastanesinde operasyonu başarılı geçti fakat hayati tehlikesini koruyor. İyileşme sonuçlansa da sakat kalma ihtimali yüksek. Bir hafta sonra Hollanda Askeri Hastaneye aktarılacak.” Dedi. 

Bu gerçekten sonra yüreğim bin bir parçaya bölünmüştü parçaları Allah’tan başka kimse toplayamazdı toparlayamazdı. Hayatımda o kadar badireler atlatmıştım o kadar zorluklar yaşamıştım, ama bu acı başka bir acıydı bu sızı başka bir sızıydı bu ıstırap başka bir ıstıraptı, bu yara başka bir yaraydı sargısı yalnızca Yüce Yaradan’daydı!..

Halime çok üzülen Komutan: “Sizin her zamankinden çok daha güçlü olmanız gerekiyor. Oğlunuzun iyileşme sürecinde güçlü bir anneye ihtiyacı var. Kendinizi bırakmayın. Size söz veriyorum. Bu zorlu süreçte size maddi manevi destek vereceğiz ve birlikte tamamlayacağız.”  Diye sözlerini bitirdi.

Kendimi inanılması güç bir rüyada hissediyordum. Rüya değil maalesef bütün detaylarla gerçeğin ta kendisiydi. Bu öyle bir andı ki, bu öyle bir zamandı ki, kimsenin olmadığı bir dağa çıkıp avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Bu acı gerçekle kendimi ya çaresizliğin avucuna bırakacaktım ya da çare ben olacaktım. Yüreğim ateş koru ve bekleyişim devam ediyordu. Bu acı gerçekle günler saatler saniyeler bitmek bilmiyordu!.. 

Oğlumu bir hafta sonra Hollanda Askeri Hastanesine aktardılar. Evladım yüz altmış beş gün Askeri Hastanede tedavi gördü bu süreç içerisinde acı ıstırap içerisindeydim. Kalan iyileşme sürecinde hastanede değil evde geçirirse iyileşme sürecinin kısalacağını söylediler. Oğlumu eve yollama kararı aldılar. Günde on beş saat uyuyordu. Odasına çıkıp soluk alıp verişini kalbinin sesini gümbürtüsünü dinliyordum: “Kalbi çalışıyor mu? Yaşıyor mu?” Diye.

Oğlum gitmişti sanki yerine tamamen başka bir kişilik gelmişti. Ana yüreğim oğlunun yabancı bir kişilik oluşuna nasıl dayanacak nasıl kabullenecekti?

Birlikte hayallerimiz düşlerimiz vardı, gerçekleşmesi imkansızdı. Fakat oğlum güçlü bir çocuktu. İyileşecekti düzelecekti birlikte düşlerimiz tekrar gerçekleşecekti. Zamanla kendime yavruma güvenim geri geldi çünkü oğlum yaşıyordu ve benimleydi. İsyan yerine yüreğim Yaradan’a şükretmeliydi!..

Hayatımın en zor en çaresiz dönemini yaşıyordum. Etrafta çaresizliğime çare arayacak kimse yoktu ve yaslanacak duvarım yüreğimdi. Evladımın iyileşme sürecinde benim tutumum çok önemliydi. Sorumluluğumun farkındaydım ve bilincindeydim. Ağlamayı üzülmeyi kendimi bırakmayı sona bıraktım zaten başka çarem yoktu. Çare ve çaresizliğim Allaha kalmıştı. İyileşme süreci tam dört yıl sürmüştü. Sonunda kaybettiğim yavruma yeniden kavuştum. Dostum arkadaşım yoldaşım eski kişiliğine eski haline geri döndü. Ana yüreğim başka neyi arzu edebilirdi ki,  yokluğunda yorulmuştum, ama Hakka inandığımız sürece hakkını veriyordu. Öldürmeyen Allah öldürmüyordu. Sakat bırakmayan Allah sakat bırakmıyordu. Ben bu gerçekleri birebir yaşayarak öğrendim. Zor günlerde pes etmeden mücadele etmek gerekiyordu. Allah'a yürekten inancın sabrın mücadelenin sonu mükafattı oğlum iyileşmişti yanımdaydı. Yaşadığım acı ıstırabın bize yarının mutluluğu olarak geri döneceğine inanmıştım. İnsan yaşamında yaşanan her olayın bir nedeni bir sebebi olduğuna inanıyordum. Trafik kazası olmasaydı oğlum kaza tarihinden iki hafta sonra birliğiyle Irak’a gidecekti. O dönemlerde Irak çok tehlikeliydi. Belki eve dönüşü olmayacaktı. Ya da Profesyonel asker olduğu için başka bir ülkede bulunacaktı. Bende bir ömür televizyonda ondan haber almaya çalışacaktım ve gazeteler elimden düşmeyecekti. Oğlumdan bir haber alırım umuduyla umutsuzluğuyla onu bekleyecektim. Gün doğmadan neler doğarmış yağmurlu fırtınalı havanın ardından elbet güneş doğuyormuş. Önemli olan umutla güneşin doğmasını sabırla mücadeleyle beklemekmiş. Başımıza gelen her olayın bir sebebi olduğunu nedensiz bir olay olmadığını var olanlarla yetinmenin gerçekliğini birebir yaşayarak öğrendim öğrettim. Zor günlerimde umduğum dağlarda karlar kaplı olduğunu bana geçit olmadığını yüreğim bin parçaya bölünerek anladım ağladım, bin parçaya bölünerek gerçekleri kendime sakladım!..

Evet…

Bu acı başka acıydı

Bu sızı başka sızıydı

Bu bir ananın yürek çığlığıydı!..

Bu dünyada

Tekrar tekrar cenneti ve 

Cehennemi bir daha yaşadım!..

Hani tanıdıklar 

Hani arkadaşlar…

Hani dostlar…

Hani akrabalar… 

Vefaları bu kadar mı olacaktı?..

Sevgi ve saygılarımla Zekiye Doğan

Not: Yazmış olduğum bu makale Hollanda SonHaber NL. Gazetesinde Türkçe olarak yayınlanmıştır.