Ben her gece iş çıkışı gri rengin karanlığı hapis ettiği ve karanlığın hüküm süreceği saate, yetmiş yaşında “inşaat bekçisi bedir” ile konuşarak, çıplak soğuk gerçekten, yokuş yukarı çıkan insanın nefesindeki esintiyi ve ağzından çıkan her kelimede, susamış birinin suyu araması gibi heyecanla ve bu heyecanın ben de ki karşılığı kanımdaki sıcaklıkta hissettiriyordum.

Ama aklımda kalan hiçbir şey olmuyordu. 

Sadece kaçak tütünden dolayı sonbahar sarısı renge sararmış bıyıkları ve bala çalan dişi rengi ile gülerken çıkardığı nargile homurtusu sesi ile beni her akşam sarsarak gerçekten koparıp, bir umut tohumu saçıyordu gülerken saçtığı “salya sümük cümlelerle” 

Bekçi bedir, hiç evlenmemişti. “Yalnızlıkla nikahlıyım” derdi. Ben hayatta bu kadar uzun yaşıyorsam, bunu kıydığım nikaha borçluyum derdi. 

Tabii ki yalnızlıkla nikah kıymasında; kendince ilişkilerinin her birinin aslında kendisini, gerçek denen balçıkta debelenmesi için, boynuna asılı yük gibi, olduğunu düşünüyordu.

Vefasızlık ne kadar çoksa, ağırlık o kadar fazla idi. Bataklığa düştüğünde ilk hissin; etrafındaki insanların onlara verdiğin “çok mutluluğu az, azını hiç saydıklarını” hissetmekle başlar derdi. 

O Zaman artık çok geçtir, düşlerin sadece odun taşır, merhamet denen yürekte yanan ateşe. Oysa o ateş senin düğün ateşindir. 

Yalnızlıkla kıyılacak nikahını şahidi seni merhamet ateşindir. Cesaret merhameti sevmez. 

Gözyaşı akmalı bu savaşta. Gözyaşı kıydığınız nikahın imzasıdır dedi. “Bekçi bedir” 

Kaldırıma dökülmüş birçok moloz parçaları gibi, gelirdi yürüyen insanlar, sohbetten sonra bana 

Ortamızda her zaman büyük teneke kutu ve üstünde kulp renginin bir tık altında siyahlığın hüküm sürdüğü çaydanlık ve merhametin ateşi yanar. O ateşe bir gün benim cümlelerimizi yakar çay demleriz, bir gün onun. 

Onu; “gecelerin delikanlısı” yapan bir özelliği de cesaretin, her kişide ömrü uzatacağını inanmasıydı

Aşk, yaşamış birinin sonu mutlaka yalnızlıkla nikah kıymaktır. Çünkü her yüreğin bir deprem şiddetine dayanma gücü vardır. Tek çare iki yüreğin aynı anda susması derdi.

Bir bardak çay yudumladık, herkes kendi hayalini ateşe bakarak attı. Sadece sessizlik bize bir şeyler mırıldanıyordu.

“Bir yiğidin katili, bin değil birdir” diye.

Saygıyla