“Ayrılık da sevdaya dâhilmiş. Sahi öyle mi?” Diye sordu kadın. Titriyordu sesi. Dili vurdukça damağına, tıpkı kaleden seken top gibi kelimeler dişlerinden sekiyor, gerisin geri boğazına sıralanıyordu. Cevabı biliyordu. Bildiği şeyi soruyor olmanın verdiği sahtekâr bakışlarla süzdü adamı. İsterik bir gülüş fırlattı. Dudaklarının kenarları titriyordu. Az evvel seken top  bu defa yüreğine inmişti. İçi gıdıklanıyordu. Tatlı yalanlara inanmak istedikçe daha da kaşınıyordu içi. Kaburgalarını açıp tüm gücüyle çıkarmaya yeltendi yüreğini. Çıkarıp iyi bir şaplak atmak istedi. Şöyle doya doya dövmek. Duvara fırlatmak. Duvara yapışıp usulca yere düşerken bıraktığı kanlı izi seyretmek istedi. Yüreğini okumak istedi. Ne yazacaktı acaba duvarda?

Elleri titredi bu defa. Az evvel kaburgalarını kırmıştı. Yüreği duvardan aşağıya süzülüyordu. Elleri, annesinden korkan çocuk gibi titriyordu. Kaleden seken top aklına geldi. Dili ağırlaştı. Bildiği her şeyi unutmaya karar verdi. Kapattı gözlerini. Hiçbir şey duymuyordu artık. Ne seken topun sesini, ne çatırdayan kaburgaları ne de duvarı yalayan yüreğinin sesini. 

Oysa yanıtını biliyordu sorunun. Ayrılık da sevdaya dâhildi elbette.  Adamın yanıtını merak etmiyordu. Adamı merak etmiyordu. Adamın düşündüklerini, hissettiklerini merak etmiyordu. Kocaman bir sessizlik sarmalamıştı bedenini. Kocaman bir boşluktaydı.  Adam ile arasına kale kadar sağlam duvarlar örmüştü kadın. Duvarlarında yankılanıyordu sorduğu ve yanıtını bildiği soru. 

Eğildi ve yerde can çekişen yüreğini avuçlarının arasına aldı. Anne şefkatiyle sarmaladı bu defa. On kere, yüz kere, bin kere özür diledi. Kadının gözleri doldu. Kırık kaburgaların arasından geçerek tekrar yerine yerleştirdi.

Adamın karşısında dimdik durdu. Adam kadına baktıkça biraz daha dikleşti kadın. 

Adam ardına döndü ve uzaklaştı. 

Kadın sessizce tekrarladı. Bir tek yüreği duydu sesini.

“Ayrılık da sevdaya dâhil elbette. Hoşça kal”

Sevda kaçsın çayınıza.