Atatürk, Türk milletinin tarih boyunca yetiştirdiği en büyük asker ve devlet adamlarından biridir. Bunun aksini söyleyen hiçbir yerli ve yabancı tarihçi çıkmamıştır ve çıkamaz. Döneminde milletimizin hem aydınları hem de halk kesimi onunla tam anlamıyla bütünleşerek, İstiklal savaşını kazanmış ve bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kurmuşlardır. Bugün de solda ve sağda birkaç kişilik diyebileceğimiz meczuplar hariç, O bütün milletin sevdiği bir önderdir.  

O halde bugün dile getirilen, şu "Atatürkçü-Atatürkçü olmayan" ayırımı nereden kaynaklamaktadır?  

Hepimiz bilmekteyiz ki, bu türden bir ayırım halk arasında değil, "aydınlar" arasındadır ve kendilerini "Atatürkçü" diye adlandıran bir avuç insan tarafından yapılmaktadır.  

Atatürk"ün inkılaplarını kendilerine göre yorumlayan bu kesimle halkımız arasında, büyük farklılıklar olduğu da bir gerçektir. Oysaki kendi aralarında da yorum birliği kuramamışlardır. Esasen her konuda sayısız yorumlar yapmak mümkündür. Bu itibarla Tarık Zafer Tunaya (1916-1991), resmi bir ideoloji olarak Atatürkçülüğün tek bir yoruma bağlanamayacağını belirtir.  

Erol Güngör (1938-1983), Atatürkçülüğün fikri, siyasi, felsefi bir sistem olmayıp; ideolojik aşırılıklara engel olmak ve çoğulcu demokrasinin ayakta kalmasını sağlamak gayretini güden tedbirler olduğunu söyler. Kanaatimce doğru olan da budur. Zira, şayet kendisi kapalı bir ideoloji olsaydı, totaliter olması ve fikir özgürlüklerine müsaade etmemesi gerekirdi.  

Atatürkçülüğü bir ideoloji şekline getirme çalışmaları bazı şahıslarca, daha Gazi Paşa'nın sağlığında başlamıştı. O dönemde birbiri ardınca yayın hayatına giren iki ayrı dergi dikkat çekmektedir: Hayat ve Kadro dergileri.  

15 Aralık 1927 tarihinde Hayat Dergisi, Nietzsche'ye ait "Hayata daima hayata. .. Dünyaya daha çok hayat katalım" çağrısıyla yayına başladı. Kendine biçtiği görev, "Atatürk İnkılabının dinamizmini nazarî prensipleriyle temellendirmek"ti. Aşağıda fikrini belirteceğimiz Celal Nuri İleri'nin de yazarı olduğu pozitivist-pragmatist eğilimli bu dergi 5 Mayıs 1930 tarihinde kapatıldı.  

Kadro dergisi, selefi Hayat'tan daha radikal bir çizgide yayına başladı. Ne ilginçtir ki, Kadrocular, Hayatçıları "irtica" ile suçlamışlardır. "1930'lardaki ideolojik boşluğu doldurmak" iddiasıyla yayınlanıp, diyalektik materyalist ve tarihi materyalist bir yöntemle fikir üretmeye çalışan Kadro dergisi de kapatıldı. Yayın süresi Ocak 1932 ile Ocak 1933 arası olarak sadece on üç aydır.    

Her şeye rağmen, onu bir ideoloji şeklinde algılayıp kendilerini o safta gösterenlerin fikir ve tutumlarına baktığımızda, büyük liderin tam tersine halkla kavgalı olduklarını görmekteyiz. Şimdi onlardan örnekler gösterelim:  

Celal Nuri İleri, "Hangi Hazreti Mehdi, bu milleti muharebenin akabinde diriltti?" diye sorarak Atatürk'ü dini şahıslarla kıyaslıyordu.  

Behçet Kemal Çağlar, bir adım daha ileri giderek Hz. Muhammed'le emsalleştiriyor, onun için "Mevlit" yazıyordu.  

Hasan Ali Yücel (1897-1961) ise haddi iyice aşıyor, "Tanrı'yı göklerden yere indirdik" diyordu.  

10 Kasım 1938 tarihli Resimli Hafta Dergisi, Atatürk'ün vefatını şöyle duyuruyordu:  

"!0 Sonteşrin 1938 Perşembe günü Atatürk, artık bu vatanın her yerinde bulunduğu için hiçbir yerinde ayrıca tecelli etmek istemeyen, sesini her dinleyenin gönlünde duyduğu için bir ağızla hitaba lüzum görmeyen Tanrıtürk olmuştur.  

Yukarıda verdiğimiz örnekler daha da çoğaltılabilir. Bu örnekleri gördükçe insanın Niyazi Berkes'e hak vermemesi mümkün değil. "Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler" isimli kitabında (Yön Yayınları-1965) şöyle diyor Berkes:  

"O zamanın dergilerine bakınız: Bunlarda bu memlekette Atatürk ve Atatürkçülük diye bir şey olduğunun tek izlenimi olarak, aslında mebusluk arzuları olan dalkavukluk yazılarından başka bir şey bulamazsınız. Atatürk'ün, Türk okumuşlarını hiç sevememiş olmasına, onlara istihfaf (küçümseme) hatta bazen istihkârla (iğrenme) bakmış olmasına hiç şaşmamak lazımdır. Türk okumuşu da ya bir diktatör ya da tapınılacak bir put çerçevesi içine sokmadıkça onu anlayacak başka bir yol bulamamıştır."  

 İşte "Atatürkçü" unvanı kullananların birçoğu bu gibi tutumlarla, onu halkımızın dini değerlerinin rakibi imiş gibi sunmuşlar ve İslam'a karşı tavır sergilerken daima "Atatürkçüyüm" diye ortaya çıkmışlardır.  

Reşat Kaynar ve Nejdet Sakaoğlu müşterek imzalı "Atatürk Düşüncesi" adlı eserde, diğer Atatürkçü eserlerden farklı olarak "din duygusunun birey ve toplum hayatı açısından düzenleyici olduğu, Atatürk'ün o yöndeki cümleleri seçilerek savunulmuş ve Atatürk'ün İslamiyet'e karşı olmadığı" belirtilmişti. Ancak "Atatürkçüler" çoğunlukla bu türden yaklaşımlardan hoşlanmamışlardır.  

Mesela, 12 Eylül ihtilalinden sonra askerî yönetim, Atatürk'ün İslam'a dair fikirlerini ön plana çıkarıp, din kültürü derslerini Anayasal zorunluluk haline getirdiğinde, Atatürkçüler arasında çok kızanlar oldu. Onlardan biri de Nadir Nadi idi ve bu uygulamayı protesto maksadıyla yazdığı kitabına, "Ben Atatürkçü Değilim" diye isim koymuştu.  

Görüldüğü gibi Atatürk'le halk arasında bir zıtlaşma yok, fakat "Atatürkçüler" ile halk arasında bir doku uyuşmazlığı vardır. Bu uyuşmazlık zaman zaman çok ciddi gerilimlere yol açmaktadır ki, bunun sorumluluğu "Atatürkçü" geçinenlerdedir.  

Nitekim, onlar arasında da bir "Atatürkçülük-Kemalizm" ikilemi var ki şaşırmamak mümkün değil. Kimine göre bunların ikisi farklı, kimine göre ise aynı şeyler. Ne diyelim?  

Tarihe, millete ve lidere yazık ediyorlar.