EĞİTİM SİSTEMİN NEYSE EKONOMİN DE O, GÜCÜN DE O…’

Kocaeli Aydınlar Ocağı Başkanı, Kimya Y. Mühendisi - Avukat RUHİTTİN SÖNMEZ’le Sohbet 1

Oğuz Çetinoğlu: Eskilerin sık sık tekrarladığı, ‘kelâm-ı kibar’ sözlerimizden birinde; ‘Her işin başı eğitimdir’ deniliyor. Sohbetimizin başlangıcı da ‘eğitim’le alakalı olsun. Türkiye’mizde eğitimin durumu hakkında genel bir değerlendirme lütfeder misiniz?

Y. Mühendis, Avukat Ruhittin Sönmez: On ay önce, Üniversiteye giriş sınavında değişikliğe gitme kararı açıklanırken, Cumhurbaşkanı Erdoğan son 16 yıl içerisinde eğitim sistemi üzerindeki başarısızlığı îtiraf etmişti.  

Türkiye'de iki alanda arzu ettiğimiz gelişmeyi sağlayamadık. Bunlar eğitim ve öğretimdir, kültürdür’ demişti…

Öğretim mekânları ve teçhizatında yıllar içinde iyileşme olmasına rağmen, eğitim ve öğretimin kalitesinde iyileşme olmadığı gibi elle tutulur, gözle görülür bir gerileme söz konusudur.

Gençlerimiz bilgi edinme ve bilgiyi kullanma becerisi yönünden diğer ülke gençleriyle kıyaslandığında çok gerilerde. Ayrıca okullarımızda değerlerimizi ve gelişmiş toplumların benimsediği temel değerleri öğretemiyoruz.

Temel eğitim aşamasında bunları öğretemediğimiz için de üniversitelerimizde insanlık âlemine katkı sağlayabileceğimiz bilgi, teknoloji ve fikirler de üretemiyoruz.

Çetinoğlu: Öğretim ve eğitim farklı kavramlar. Öğretim, yüksek lisans da dâhil edilirse, insan ömrünün en çok 17 yıllık dönemini kapsıyor. (Sizin gibi ikinci fakülteden diploma alanlar hâriç.) Eğitim ise, insanın bütün ömrü boyunca devam eder. Öğretimdeki başarısızlık; eğitimi, kültürü ve en üst basamak olan ‘irfan’ olgusunu da etkiler. 

Demek ki başarısızlık temelde…

Mâlûm îlâm’ edilmiş… Bu terimi de bâzıları, ‘malumu ilan etmek’ şeklinde söyleyip yazıyorlar.  Kültürlü insanlarımızın durumu da bu… Mâdem kelimelerden, terimlerden bahis açıldı, bir miktar daha devam edelim… ‘îtiraf dediniz. Bu kelimeyi bilerek kullandığınızı düşünüyorum. Neden îtiraf?

Av. Sönmez: Belirttiğiniz gibi ‘mâlûmun ilâmı’ oldu. Yâni durumun böyle olduğu biliniyordu… Erdoğan’ın îtirafını beklememize de lüzum yoktu.

Biliyorsunuz dünyanın en kapsamlı eğitim araştırmalarından biri PISA’dır. Bu araştırmaya dünya ekonomisinin yaklaşık olarak %90'ını teşkil eden 65 ülke katılmakta. ‘Ekonomik İşbirliği ve kalkınma Teşkilatı (OECD) üyesi ülkeler ve diğer katılımcı ülkelerdeki 15 yaş grubu öğrencilerin temel bilgi ve becerilere ne ölçüde sahip oldukları değerlendirilmektedir.’

Bu çalışmalara göre, öğrencilerimiz bilgi ve beceri bakımından 65 devletin içinde 43. sırada. Matematikte 44. Fen Bilgisinde 43. ve kendi dilinde (Türkçe) okuduğunu anlama ve anlatma becerileri açısından 42. Sırada olan öğrenciler yetiştiriyoruz.

2000 yılından itibaren her üç yılda bir yapılan PISA araştırmalarındaki sıralamada kayda değer bir iyileşmemiz yok.

Türkiye'de eğitime ayrılan bütçede ciddi artışlar olmasına rağmen, sâdece fizikî şartlar ve araçlar bakımından iyileşme sağlanmış fakat nitelik bakımından sağlanan iyileşme çok düşük kalmış ve ülkeler arasındaki sıralamamız hemen hemen hiç değişmemiş.

PISA testlerinde birinci ülkenin Çin, beşincinin Güney Kore olduğunu görünce bu ülkelerdeki hızlı kalkınmanın tesadüf olmadığı hemen anlaşılıyor.

Matematik sonuçlarına göre verdiğim aşağıdaki rakamlar, fen bilimleri ve okumada da benzer hatta daha kötü.

En düşük seviye 1 ve en yüksek seviye 6 kabul edilerek yapılan değerlendirmede Türkiye'de öğrencilerin %42'si matematik alanında 1. Seviyeyi aşamamıştır. 1 ve altında kalan bu grup Çin'de %4, Kore'de ise %9 oranında.

Seviye 1 ve 2 den oluşan en düşük performanslı öğrenci oranımız %67 mertebesinde. OECD ortalaması %45.

PISA testlerinde 5. ve 6. Yeterlilik seviyesinde yer alanlar üst performans grubu olarak adlandırılmaktadır. Ülkelerin kalkınmaları için beşerî sermayenin çoğunlukla bu grup içinde bulunduğu kabul edildiğinden ülkenin üst performans grubundaki öğrenci oranları çok önemlidir.

Üst performans grubunda olan öğrenci oranları,

Türkiye'de Matematikte %6,  Okumada %4,  Fen'de ise %2 iken, her üç alanda da birinci olan Çin'de Matematikte %55, Okumada %25, Fen'de ise %27 oluşu dikkat çekicidir.

Kore'de Matematikte %31, Okumada %14, Fen'de ise %12’dir.

Çin ve Singapur'da matematik alanında öğrencilerin yaklaşık yarısı üst performans seviyesinde iken Türkiye'nin sâdece %6 seviyesinde kalması çarpıcı bir bulgudur.

Türkiye'de derse geç girme, ders kırma veya okulu asma oranı da OECD ortalamasının çok üzerindedir.

Türk öğrenciler dünyadaki yaşıtlarından daha geri zekâlı doğdukları için mi başarılı olamıyor? Elbette hayır.

Bir sistem sorunu var ve bu meseleye doğru teşhis koyup çözmeyi başaramıyoruz.

Çetinoğlu: Eğitimdeki başarısızlığımızın başka göstergeleri de var mı? 

Av. Sönmez: Eğitimdeki başarısızlığı sâdece PISA’dan, Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) ve Liselere Giriş Sınavı (LGS) sonuçlarından anladıysak vah bize… 

17 yıllık öğretim sürecinden geçen gençlerimizin çok az bir yüzdesine yabancı dil öğretebiliyoruz. Bırakın yabancı dili, kendi dilimiz Türkçeyi okuma, okuduğunu anlama ve hele hele yazma becerisini kazandıramıyoruz. Fen bilimleri ve matematiği zaten öğretemiyoruz. 

Peki, mesela sahillerde yaşayan çocuklarımıza bile yüzmeyi öğretebiliyor muyuz? İlk yardımı, dikiş, elişi, evde ihtiyaç duyulan basit tamir bakım işlerini öğretebiliyor muyuz? Hayır.

Hadi bunlar bir yana en temel görgü kurallarını (âdâb-ı muâşeret kaidelerini) öğretebiliyor muyuz? Hayır. 

Toplu taşıma araçlarına iniş-binişlerde, asansör çıkışlarında, yaya geçitlerinde çarpışmadan geçmeyi dahi öğretemedik. Trafik kurallarına uymayı, başkalarının mahremiyet alanına girmemeyi de öğretemedik.

Büyüklere saygıyı, küçüklere sevgiyi, birbirimize selam vermeyi bile öğretemedik.

Böyle bir eğitime elbette başarılı denemezdi.

Çetinoğlu: Eğitim seviyesi ile ekonomik kalkınma arasında bir bağlantı var mı?

Ekonomide on senedir kişi başına millî gelirimizde 10 bin dolar seviyesini aşamıyoruz. ‘Orta gelir tuzağı’ denen bu durumdan çıkamayışımızın ilk sebebi katma değeri yüksek mâmüller üretemiyor oluşumuz. 

Çetinoğlu: Neden üretemiyoruz?

Av. Sönmez: İlk sebebi yüksek teknolojili üretim yapacak insan gücünü yetiştirememişiz.

Çetinoğlu: Bunun da sebebi, eğitimdeki başarısızlığımızdır’ diyorsunuz: 

Av. Sönmez: Ekonominin gelişmişliği ve gücü, ülkedeki hukuk ve demokrasi seviyesi ile orantılıdır. 

Hukuk ve demokrasi talebi ise eğitim seviyesi ve şehirleşme ile doğrudan alakalıdır. 

Hukuk ve demokrasi talep eden yerine, irâdesini bir kişiye devreden bir insan modeli yetiştiren bir ‘eğitim sistemimiz’ var.

Çetinoğlu: Sayın büyüklerimiz bilir…’ diyenlerin sayısı hayli fazla… Eğitim sistemimizi nasıl buluyorsunuz?

Av. Sönmez: Eğitim sisteminin gayesi öncelikle “birey” ve “vatandaş” olma bilincine eriştirme olmalıdır. Kendi aklını, irâdesini birilerine devreden “şeyhim, hocaefendim, başkanım, liderim her şeyin en iyisini bilir” diyen insan tipiyle nereye varabileceğimizi artık daha iyi biliyoruz.

Esasen ‘eğitim sistemimiz var’ demek bile doğru değil. Rahmetli Nurettin Topçu’nun tespiti bugün daha çok geçerlidir: 

Eğitim sistemimizin iki eksiği var; 1- Eğitim, 2- Sistem.’

Şu tespitimi biliyorum ki sâdece eğitim ve kültür seviyesi iyi olanlar anlayabilir:

Eğitim sistemin neyse ekonomin de, hukukun da, demokrasin de, ülkenin gücü de o. 

Aynı şekilde, ekonomin ne ise, hukukun ne ise, demokrasin ne ise eğitim sistemin de o...

Çetinoğlu: Yıllardır bilinen hakîkatler, YKS ve LGS neticeleri ile bir defa daha ortaya çıktı. Önceki yıllarda yapılan Kamu Personeli Seçimi Sınavı (KPSS) ile 20 Temmuz 2018’de yapılan sözleşmeli öğretmen sözlü imtihan neticeleri de iç açıcı değil. YKS neticelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Av. Sönmez: Üniversite sınavına giren 2.200.000 öğrencinin ortalama başarıları çok düşük. 

Geçen sene de düşüktü, bu sene yerinde saymadı, daha da aşağıya düştü. (Matematik 40 soruda 3,9; Türkçe 40 soruda 16; Türk Dil Ed. 24 soruda 4.7; Kimya 13 soruda 1,1; Biyoloji 13 soruda 1,6; Fizik 14 soruda 0,4; Tarih 10 soruda 1,6; Coğrafya 11 soruda 2,8)

300 puan ve üzeri alanlar Sözel 69.606, Sayısal 114.864 Toplam: 184.470 kişi. Yani katılanların sâdece yüzde 8,3 ü. 

41.281 öğrenci sıfır çekti.

Sınava giren 2.200.000 kişiden 496.616’sı Temel Yeterlilikte 150 barajını geçemedi. Alan Yeterlilik Testi’nde ise sayısalda 180 barajını sınavı geçerli olan 1.800.000 adaydan 1.400.000 öğrenci geçemedi.

Çetinoğlu: Bütün bunların ekonomiye ve Türkiye’nin dış dünyadaki itibarına yansıması nasıl? 

Av. Sönmez: World Economic Forum’un ‘Küresel Rekabetçilik Raporu’na göre, milletlerarası sıralamada da bırakın iyileşmeyi, mevcut sıramızı koruyamamış, daha gerilere düşmüşüz.

Taha Akyol’un verdiği bilgiye göre,

2008 raporunda Türkiye ilk ve ortaöğretim alanında 146 ülke içinde 91. sıradaydı.

2018 raporunda, Türkiye eğitim sisteminin kalitesinde 101. sıraya inmiş; karşısına aşağı doğru grafik işareti koymuşlar.

Temel eğitimde 105. sıraya düşmüşüz; karşısında yine aşağı doğru grafik işareti var.

Matematik ve fen bilimlerinde 104. sıraya inmişiz; grafik işareti yine aşağıya doğru.

Çetinoğlu: Bu eğitim kalitesi size önümüzdeki on yılda orta gelir tuzağından kurtulabileceğimiz ve kişi başı on bin dolarlık millî gelir seviyesini geçebileceğimize dair bir ümit veriyor mu?

Av. Sönmez: Bu insan kalitesi ile orta gelir tuzağını geçmemiz imkânsız. Her alanda çalışan insanlarımız dünyadaki emsalleri ile yarışabilecek bir seviyede olmalı. Bu herkese aynı eğitimi vererek olmaz.

Prof. Dr. Mümtaz Turhan'ın, ta 1958'de yazdığı "Garplılaşmanın Neresindeyiz?" isimli eserinde anlattığı lokomotif olarak nüfusun yüzde 5' inin yetiştirilmesi projesi yerine herkesi okur-yazar yapmak öncelikli olarak tercih edildi.

Mümtaz Turhan eğitimde kritik olanın ilkokullar değil, üniversiteler olduğunu, her noktaya ilkokul açmadan önce üniversitelerin yeterli kaliteye ve sayıya ulaştırılması gerektiğini savunuyordu.

"Okuma yazma bilmeyen câhillere okuma yazma öğretirseniz, okuma yazma bilen câhiller elde edersiniz" diyordu.

Üniversite okuttuğumuz gençler belirli vasıflara sahip olanlardan seçilmeli, yüksek kaliteli bir eğitim almalı.

Bunun yanında terzi, inşaat ustası, tornacı, ayakkabı tamircisi, bilgisayar, buzdolabı tamircisi vb olmak isteyenleri (üniversite kapılarında süründürmek yerine) orta öğretim seviyesinde özel eğitimler vererek, işini iyi yapan meslek sahibi insanlar yapmamız lazım.

Çetinoğlu: Üniversite hocalarımız, liselerden mezun olan öğrencilerimizin çok zayıf olduğunu, onlarla büyük Türkiye’yi inşa etmenin mümkün olmadığını söyleyip yazıyorlar. Bu durumun tek sorumlusunun öğrenmeyi değil, diplomayı hedef alan geçlerimiz olduğunu söylemek doğru mudur? 

Av. Sönmez: Esasen ilk ve orta öğretimdeki öğrencileri bu şekilde yetiştirenleri yetiştirenler de bu yakınmayı yapan üniversite hocalarımız. Yumurta-tavuk hikâyesi gibi birbirinin hem sebebi ve hem de sonucu olan bir mekanizma içindeyiz.

Bakın 2014 rakamları ile bazı verileri inceleyelim: (2018’de durum daha iyi değil.)

Türkiye'de lisansüstü eğitimin yükseköğretimdeki payı % 6'yı geçmiyor.

Türkiye'deki araştırmacı sayısı çok düşük. Güney Kore'de bir milyon nüfusa düşen araştırmacı sayısının Türkiye'de onda biri kadar araştırmacımız var.

OECD ülkeleri ortalaması bir milyon kişi başına tam zamanlı araştırmacı sayısı olarak 7,6 ancak Türkiye'de bu sayı 2,7'de kalmakta.

Patent sayıları: OECD ülkeleri ortalamasının bir milyon kişi başına üretilen patent sayısı olarak 42,3 ancak bu sayı Türkiye'de 0,3 ile oldukça sınırlı.

Dünyada en iyi ilk 500 üniversite arasına sâdece 6 üniversitemiz girebildi.

Atıf sayısı: Üniversitelerimizde yapılan araştırmaların ve ilmî yayınların sayısı az. Araştırma sayısında bir gelişme var. Toplam yayın sayısında ilk yirmiye girdik.

Ancak araştırmalar ve yayınların niteliği konusunda sıkıntı var. Ülke ihtiyaçlarına, ülke ekonomisine, üretimine katkısı öncelikli değil. Daha çok teorik, ülkeye pratik faydası olmayan araştırmalar ve yayınların bize ne kadar katkısı var belli değil.

Bizim araştırmacılarımızın yayınlarına atıf yapılması, yani bu araştırmaları ciddiye alıp, okunup, referans gösterilmesi bakımından, dünyada ilk 500'e giren 6 üniversitemizden en iyisi 378. en kötüsü 497. sırada.

Avrupa'daki 250 üniversite arasında en iyi üniversitemiz 226. en kötüsü 248. sırada. Yani sondan üçüncü. 15 yaş kategorisindeki gençlerimizin PISA sonuçlarına benzer bir sonuç.

İşte bunun için potansiyel olarak ilk on, hatta ilk beş ülke içinde olmamız gerekirken, ekonomik büyüklük olarak dünyada 17. sıradayız. 

BM, OECD ve dünya finans kuruluşlarının projeksiyonlarına göre 2050 yılında en fazla iki sıra yükselmemiz öngörülüyor. Bir sıra geriye veya iki sıra öne geçmekle lider ülke olunamayacağı açıktır.

Bu insan malzemesiyle dünyada ön sıralarda yarışmak elbette mümkün değil.

Çetinoğlu: Üniversite hocalarımızın içerisinde şüphesiz çok başarılı olanları var. Bir genelleme yapılırsa ulaşılacak sonucu tatminkâr bulur musunuz?

Av. Sönmez: "Muhakkak ki bu tablonun dışında kalan ilköğretim okullarımız ve üniversitelerimiz var. Bunların olması bu bozuk tablodan nasıl çıkılacağını bilen uzmanlarımızın olduğunu göstermekte. Mademki bu çemberin nasıl kırılacağını biliyoruz. Bilenlere fırsat vermeliyiz."

Çetinoğlu: Yabancı dille eğitim konusunda ne düşünüyorsunuz?

Av. Sönmez: Eğitimin mutlaka Türkçe olması gerektiğine ve fakat her gencimize en az bir yabancı dili çok iyi derecede öğretmemiz gerektiğine inanıyorum. Özellikle gelişmişlik seviyesi bakımından öne geçmekte olan Çin, Kore, Japonya, Rusya, Hindistan vd Asya ülkelerinin dillerini öğretmeye önem vermeliyiz. Temel eğitim aşamasında yabancı dil öğretmeyi gelişmiş ülkeler başarıyor. Biz de başarmak zorundayız. Başarabiliriz.

Çetinoğlu: İç meselelerden kaynaklanan gailelerimiz yanında, dost veya (haydi, ‘düşman’ demeyelim de…) ‘bize patinaj yaptırmak isteyen’ ülkelerin çıkardığı gailelerimiz var. Sonuncusu râhip Brunson meselesi…  Görüşlerinizi lütfeder misiniz?

Av. Sönmez: ABD küstahça bir açıklama yaptı. Beyaz Saray'dan yapılan açıklamada Türkiye Adalet ve İçişleri bakanlarını kapsayan bir dizi yaptırım uygulanacağı, bu bakanlar için ABD'ye ve bazı ülkelere giriş yasağı konulduğu belirtildi.

Güçlü, üreten bir ekonomimiz, kalkınan bir ülkemiz, hukuka tam saygılı bir devlet yapımız olsaydı dış ilişkilerimiz bu halde olmazdı. ABD böyle bir küstahlığa cüret edemezdi. 

Bağımsız ve tarafsız bir yargımız olsaydı, ‘Rahip Brunson’u serbest bırakın’ diye böyle baskı uygulamayı düşünemezlerdi.

Çetinoğlu: Deniz Yücel meselesinden cesâret alınmış olabilir mi? 

Av. Sönmez: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Merkel ile görüşme öncesi ‘Hiçbir surette iade olmayacak, ben bu makamda olduğum sürece asla’ gibi çok kesin bir ifâdesi vardı.

Ancak Erdoğan ile Merkel arasında yapılan görüşmelerden sonra, Deniz Yücel için serbest bırakma kararı çıktı. Alman basınında, ‘Deniz Yücel'in serbest bırakma kararının Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından verildiği’ yazıldı. Deniz Yücel Almanya'ya gönderildi.

Yurt içinde ve dışında ‘yargı yerine siyasetin karar verdiği’ kanaati hâkim olmuştu.

ABD Rahip Brunson olayında da, karar merciinin bağımsız yargı değil, Başkan Recep Tayyip Erdoğan olduğu kanaatiyle Erdoğan’a baskı yapıyor. 

ABD Başkanı Trump, Almanya Şansölyesi Merkel gibi diplomatik teamüllere uyan biri değil. O’nun tarzı böyle küstahça.

Ülkemizde bağımsız ve tarafsız yargı olduğuna Türk vatandaşlarının ve yabancıların inanması çok önemlidir. O kadar önemli ki, dış politika ve ekonomide başarılı olmamız da buna bağlı. 

(DEVAM EDECEK)