Bu iki kavramı birbirinden ayırmak lazım.

Yani Müslüman ve Süslüman kavramlarını...

Hem de ciddi bir gereklilik bu. 

Gün geçtikçe deist ve ateist insanların sayısının artmasını bu ayrımı yapmamaya borçluyuz.

Şimdi konuyla ilgili kafanızdaki soru işaretlerini giderecek, aklınızı berraklaştıracak bir olayı yazıyorum.

Avukat bir dostumun yaşadığı hikâye;

-Yirmi yıl önce, avukatlığa yeni başladığım günlerde Fatih adliyesinin tozlu salonunda müvekkilemle  duruşma saatini bekliyorduk. Davacıydık ve müvekkilem İETT'de  çalışırken iftira ile işinden olmuş A. hanımefendiydi. Üniversite mezunu, uzun yıllar yurt dışında yaşamış, istanbul hanımefendisi diyebileceğim bir kişiydi.

Kendisi bir ateistti ve daha ilk görüşmemizde bana, bu durumunu açıkça ifade ederek dava dilekçesine "yemin delilini' yazmamamı rica etmişti.

Davayı İETT'ye karşı açmıştık ve müvekkilemin  ödenmeyen tazminatlarını talep ediyorduk. O günkü celsede bir İETT çalışanı karşı  tarafın tanığı olarak dinlenecekti. 

Sıramız geldi, duruşma salonuna girdik. Tanık kendisine dışarıda ezberletilen yalan ve iftiralarla dolu bir tanıklık yaptı, yeminini etti ve çıktı.

Duruşmamız bir ay sonrasına ertelendi ve çıkışta müvekkilem, A... hanım ile tanık karşı karşıya geldi.

Müvekkilem kendisine sakin bir ses tonu ile; 

"Ben inanmıyorum, sen cebinde takke ile geziyorsun. Eğer senin bu yaptığın din ise ben seni inandığın Allah'a havale ediyorum ve senin Allah'ın a şunu diyorum,  'eğer senin kullarının dini bu ise ben senin kullarının dininin kafiriyim!"

Tanık olan şahıs sessizce 'benim ne günahım var, bana söylenenleri söyledim' dedi ve gitti... 

Bir ay sonra, sıcak bir haziran günü öğleden sonra Yenikapı da feribottan inip ağır ağır Fatih adliyesine doğru yürürken Valide Sultan Camii önüne geldiğimde yüzlerce İETT  aracını ve otobüsünü görünce 'ulan bunlar duruşmaya mı geldi yoksa' diye kendi kendimle dalga geçtim. Sonra farkettim ki içeride musalla taşında bir cenaze var ve başında İETT çelengi duruyor.

 Yüzlerce İETTçalışanı da cami avlusunu doldurmuştu. 

İçimden bir fatiha okuyup yürümeye devam ettim. 

Müvekkilem henüz gelmemişti. 

Duruşma saati gelince mübaşir benim  ve İETT vekilinin ismini çağırdı, duruşma salonuna girdik, yerlerimizi aldık.

Hakim bey dosyayı biraz karıştırdıktan sonra tam bir şeyler söyleyecekti ki müvekkilem koşar adım duruşma salonundan içeri girdi, 'trafik vardı, özür dilerim' diyerek yanımdaki yerini aldı. 

Hakim bey dosyadan başını kaldırdı ve 'aslında ben bugün karar verecektim ama geçen dinlenen tanığın beyanlarında bir çelişki var, eğer İETT vekili hazır edebilirse bir sonraki duruşmada onu dinleyip karar vereceğim' dedi. Müvekkilem 'hakim bey' diyerek söz istedi, 'bu mümkün değil çünkü şu anda okunan ezandan sonra o şahsın cenazesi hemen aşağıdaki camiden kaldırılacak' dedi. 

Hakikaten tam o anda cenazenin kaldırılacağı Valide Sultan Camiinden okunan sela, duruşma salonundan net bir şekilde duyuluyordu.

İETT vekili de hakim beyin kendisine dönmesi üzerine 'evet hakim bey, maalesef o çalışanımız dün öğlen saatlerinde İETT garajında, iki otobüsün arasında kalarak feci şekilde can verdi' dedi.

Hakim bey dosyayı son bir kez inceledi ve müvekkileme dönerek 'tereddütüm kalmadı, davanızı kabul ettim' dedi. 

Salonda sadece katibin daktilo sesi duyuluyordu...

Çıkışta müvekkilem ile sarıldık, sevinçliydi ve bana sadece tek cümle söyledi; 

-saygun bey yeter ki inançlı ol...

O müvekkilem şu anda yurt dışında ve bu satırlarımı sizinle beraber o da okuyacak. Ben de kendisine o gün söyleyemediğim şu sözü şuradan söylüyorum... 'Yeter ki inan A... ablacım, yeter ki inan...’

Hikâye bu işte...

Varın Müslüman olduğu iddiasıyla yaşayanların ahvalini siz düşünün!

Nelerden taviz verdiğimizi görün!

Hani diyor ya Şair;

-Cumamız pazar oldu, 

Bize ne olduysa azar azar oldu...