ATATÜRK’Ü BİLMEK VE ANLAMAK…

O’nu Herkes Biliyor. Maalesef, Anlayanlar, Bilenlerden Çok Az.

Emekli Türk Dili Okutmanı FETHİ MURAT DOĞAN ile ATA’MIZI KONUŞTUK…

 Oğuz Çetinoğlu:  Mustafa Kemal hakkında her Türk vatandaşı bilgi sahibidir. Yanlış bilgiler de olabilir. Hem onları doğruları ile değiştirmek hem de az bilinenleri ikmal etmek, unutulanları hatırlatmak maksadıyla sizinle Atatürk’ü konuşalım istiyorum. Teklifimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. İlk sorum şöyle:  Mustafa Kemal, Atatürk soyadını ne zaman aldı?

Fethi Murat Doğan: Mustafa Kemal Paşaya Atatürk soyadı verilmesini, dönemin Millî Eğitim Bakanı Saffet Arıkan (Erzurum 1953-Ankara 1947) ile Naim Onat Ülkü (Konya 1889-Ankara 1953) teklif ettiler.  Teklif, 24 Kasım 1934 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildi. 2525 sayılı kanun olarak 27 Kasım 1934 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Çetinoğlu: Atatürk nasıl bir liderdi?

Doğan: Atatürk, çalışkan, akılcı ve cesur, vatanına ve ulusuna kendini adayan, gücünü ulustan ve onun temsilcisinden alan, doğru zamanda doğru kararlar alan, savaşı ve barışı planlayıp yöneten, düşüncelerini ulusla paylaşan, ulusu dinleyen ve popülizmden uzak duran, sağlam bir tarih bilgisiyle zamanın önünde koşan, ekonomiye öncülük eden, laik, Cumhuriyetçi ve katılımcı yöntemi arayan, gerçekçi ve bilgiye dayalı bir milliyetçiliği benimseyen, her alanda uygar dünya ile yarışan bir liderdi.

Çetinoğlu: Teşekkür ederim. Atatürk’ün çok kitap okuduğu, dikkatle okuduğu, aynı kitabı defalarca okuduğu, farklı kalemlerle sayfalara not düşmüş olmasından biliniyor. Kitap yazdığı ise çok az kişi tarafından biliniyor. Atatürk hangi ilim sahâsında kitap yazmıştır?

Doğan: Atatürk 1936-37 yıllarında Dolmabahçe Sarayında “Geometri” kitabı yazmıştır.

Çetinoğlu: Neden icap etmiş?

Doğan: Geometri kitabının Arapça ve Farsça terimlerle dolu olduğunu görmüş, bu sebeple öğrencilerin anlamakta zorlandığını düşünmüş, kolayca öğrenebilmeleri için bu kitabı yazmış; basılmış ve okullara dağıtılmasını sağlamıştır.

Çetinoğlu: Kitapta neler var?

Doğan:Zaviye’ yerine ‘açı’, ‘dılı’ yerine ‘kenar’, ‘müselles’ yerine ‘üçgen’ gibi Türkçe yeni terimler kullanmıştır.

Çetinoğlu: Atatürk’ün Türk dili hakkındaki çalışmalarından bahseder misiniz?

Doğan: Atatürk başkanlığında 23 Mayıs 1928 tarihinde yapılan toplantıda, Latin harflerinin kabulü ile alakalı bir komisyon kurulmasına karar verilmiştir. Bu komisyon kurulmuş ve çalışmalarını tamamladıktan sonra 9 Ağustos 1928 gecesi Atatürk’ün konuşmasıyla halka duyurulmuştur.

Daha sonra Atatürk, halka yeni yazıyı tanıtmak amacıyla yurt içinde geziler yaparken, İstanbul’daki gazeteler de bu konuda örnek yazılar yayımlamışlardır. Atatürk’ün 1 Kasım 1928 günü yaptığı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılış konuşmasından sonra, yeni Türk yazısı ile ilgili kanun kabul edilmiştir. Kanun uyarınca 1 Ocak 1929’dan itibaren Türkiye’de Arap harfleriyle hiçbir şey basılmayacaktır. 1 Eylül 1929 tarihinden başlamak üzere de okullardan Arapça ve Farsça dersleri kaldırılmıştır.

Çetinoğlu: Türkçeye ‘Millî dil’ olarak çok büyük değer veriyordu…

Doğan: Millî dil şuurunun yerleşmesi için, milliyeti ve anadili hor görme duygusunun yok edilmesi gerekmiştir. Bu da ancak dil ile millî şuur arasındaki bağı kurmak ve sağlamlaştırmakla gerçekleşebilecektir. Dolayısıyla tarihimizi çok iyi bilmek ve bu konuda köklü araştırmalar yapmak önemli bir hâle gelmiştir. Bu maksatla ‘Türk Tarih Heyeti’ kurulmuş, bu heyet 12 Nisan 1931’de ‘Türk Tarihi Tedkik Cemiyeti’ adını, daha sonra da ‘Türk Tarih Kurumu’ olarak değiştirilmiştir. Türk Tarih Kurumu günümüzde de faydalı çalışmalarını devam ettirmektedir.

Çetinoğlu: Türk Dil Kurumundan da kısaca bahseder misiniz?

Doğan: Atatürk Türk diliyle ilgili çalışmalarda da ilmî metotların kullanılmasını istemiştir. Bu maksatla 12 Temmuz 1932 tarihinde, başkanlığına Sâmih Rıfat’ı, genel sekreterliğine Rûşen Eşref Ünaydın’ı getirdiği ‘Türk Dili Tedkik Cemiyeti’ni kurmuştur. Atatürk bu cemiyetin çalışmalarının iki taraflı bir hedefe ulaşmasını istemiştir. Cemiyet daha sonra ‘Türk Dil kurumu’ adı ile resmileştirilmiştir.

Çetinoğlu: O hedefler nelerdi?

Doğan: Birincisi; Türk dilinin sadeleştirilmesi, konuşma dili ile yazı dili arasında birliğin ve uyumun kurulması.

İkincisi; Türk ve Türkiye tarihine kaynaklık eden bütün eski diller üzerinde araştırma yapılması.

Türk Dil Kurumu da günümüzde faaliyetlerine devam etmektedir.

Çetinoğlu: Atatürk'ün en büyük yeniliği ve eseri şüphesiz ‘Cumhuriyet’tir. Diğer yenilikler hakkında bilgi verir misiniz?

Doğan: Atatürk, hukuktan ekonomiye, siyasi alandan sosyal yeniliklere kadar birçok yeniliğe imza atmıştır. Atatürk’ün yaptığı ve uygulamaya koyduğu yenilikler, kitaplara sığmaz. Bunların bir kısmını konu başlıkları itibâriyle şöyle sıralamak mümkündür:

*Halifeliğin ve saltanatın kaldırılması, *Cumhuriyet'in ilanı, *Mecelle’nin kaldırılması, yerine Türk Medenî Kanunu ve diğer kanunların çıkarılarak laik hukuk düzenine geçilmesi, *Çiftçinin desteklenmesi, *Aşar vergisinin kaldırılması, *Örnek çiftlikler inşa edilmesi, *Sanayii Teşvik Kanununun çıkarılıp yeni sanayi kuruluşlarının kurulması. Üstelik bunların daha sonra özelleştirilmesi gerektiğini de belirtmiştir. *İktisat Kongreleri toplayıp 1. ve 2. Kalkınma Planlarının hazırlanması sağlamış ve uygulamaya koymuştur.  *Demiryolu inşasına büyük önem vermiştir. *Kadın-erkek haklarını eşitlemiştir. *Şapka ve kıyafet kanunu değiştirmiştir. *Kötüye kullanılan tekke, zaviye ve türbeleri kapatmıştır. *Soyadı kanunu kabul edilip yürürlüğe konmuştur. *Lakap ve unvanları kaldırmıştır. *Milletlerarası takvim ve uzunluk ölçülerini kabul etmiştir. *Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarılmıştır. *Yeni Türk harfleri kabul edilmiştir.  *Türk Dil ve Tarih Kurumları kurulmuştur. *Güzel sanatlara önem verilmiştir.

Dediğim gibi, Atatürk’ün yaptıklarının tamamı ancak kitaplara sığar. Diğer sorularınıza ve cevaplarına zaman ve yer kalması için bu kadar yeterli olur zannederim. 

Çetinoğlu: Atatürk’ün şahsî özelliklerini sorsam…

Doğan: Hakkında okuduklarımdan edindiğim bilgilere göre, mütevazı, açık, samîmi, tabii, halkla konuşabilen, daha da önemlisi anlaşabilen bir yapısı vardı. Kullandığı kelimeler sakince seçilmiş ve düşünülmüştür, çehresinde hiçbir gayretsizlik, güçsüzlük, hedefsizlik yoktu.  Söylediklerine inandığı, yüz ifâdelerinden ve konuşma sitilinden anlaşılıyordu. 

Çetinoğlu: Kavi bir Türk milliyetçisi olduğu ifâde ediliyor…

Doğan: Yeni Türk Anayasasındaki birinci maddeyi şöyle düzenlemişti: ‘Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Bütün yönetim gücü, yalnızca ve sınırsız şekilde millet tarafından kullanılır.' Bu iki cümle ve bunların açıklaması, bir kelimenin -cumhuriyetin-, yanlış anlamalara fırsat bırakmayacak şekilde açık ifâdesidir! Ayrıca Türk milletinin zekî ve çalışkan olduğunu belirtiyor ve buna bütün kalbi ile inanıyordu.

Yapılan işlerin Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü ile gerçekleştirildiğini belirttikten sonra; ‘Milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtrî zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür.’ diyordu.

Çetinoğlu: Peki… Atatürk ve din konusunda söyleyecekleriniz var mı?

Doğan: Atatürk, iyi bir komutan, iyi bir devlet adamı olması yanında, araştıran, inceleyen ve çağındaki ilmî gelişmeleri yakından takip eden (o dönemin anlatımıyla) münevver bir insandır. Okuyup incelediği kitaplar arasında başta Kur’ân-ı Kerîm ve hadis kaynakları olmak üzere İslam ile ilgili eserler de önemli bir yekûn tutmaktadır. O’nun Kur’ân’a olan ilgisi yanında Hz. Peygambere olan hayranlığı bilinen bir gerçektir.

Cumhuriyetle birlikte, kendisine hedef olarak seçtiği, ülkeyi çağdaş medeniyet düzeyine ulaştırmak için çaba sarf ederken de dine ve din hizmetlerine olan ihtiyâcı göz ardı etmediğini görüyoruz.

Balıkesir’deki Zağanos Paşa Câmiinde, 7 Şubat 1923 târihinde irad ettiği hutbe okunmalıdır.  Bir de gazeteci yazar Sâdi Borak’ın (İstanbul, 1911-İstanbul, 1997) Tarih Dünyası dergisinin 15 Haziran 1965 tarihli 7. sayısının 213. sayfasındaki yazı var.

Hiç kimsenin şüphesi olmasın! Atatürk’ün; İslâmiyet, Allah ve Peygamber hakkındaki düşünceleri, inanmış bir insanın düşünceleridir.

Çetinoğlu: Radyolarda Türk musikisinin icra edilmesini yasakladığı hususunda neler söylemek istersiniz?

Doğan: Burada bir yanlış anlaşılma var. Biraz da Türk kültürüne mesâfeli insanların işgüzarlığı…

Çetinoğlu: Hâdise hakkında bilginiz varsa lütfeder misiniz?

Doğan:  1928 yılında İstanbul’a Mısır’dan bir heyet geliyor. Gelenler, dış ülkeye gittikleri için tertemiz giyinmişler. O zaman bizde fakirlik çok yaygın. İnsanlar giyimine para ayıramadığı için görüntü hoş olmayabiliyor. Musiki Cemiyetindeki yaşlı insanların giyimleri de belki pek müsait değildi. Atatürk, tabii Türk’ü daima daha yukarılarda görmek istediği için, kıyâfetlerini kast ederek: ‘Nedir bu ?’ gibi bir şeyler söylemiş. Sarayburnu’nda dinlediği bir topluluğun lâubali tavırlarına da tepki gösterdiğini Prof. Dr. Alâeddin Yavaşça, bir gazeteye verdiği mülakatında belirtmişti.

1934 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılış nutkunu okurken, ‘Türk müziğinin ait olduğu yere yükseltilmesi’ni söylüyor.  İstanbul ve Ankara’da belki 50-60 tane radyo alıcısı ya var, ya yok; yâni çok  yaygın değil. Söylendiğine göre, Matbuat Genel Müdürü Vedat Nedim Tör ile İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Atatürk’ün nutkunun etkisinde kalarak radyolardan Türk müziği yayınını kaldırıyorlar. Bu konuda Alâeddin Yavaşça Üstadımız, bilhassa Vedat Nedim Tör’ün etkili olduğunu söylemişti. Atatürk’ün  ‘Kaldırın’ diye bir emri yok! Kendiliklerinden yapıyorlar. Bir süre sonra radyolardan Türk müziği yayını kaldırılıyor. Aynı dönemde Türk musikisi aleyhine büyük bir kampanya başlıyor. Bu zaman diliminde Atatürk bazı solistleri, dostlarıyla bir araya geldiği akşam yemeklerinde Türk müziği şarkıları söylemesi için dâvet ediyor, yâni kendisi dinliyor. Milletine yasaklaması düşünülemez. Dediğim gibi, bir yanlış anlaşılma veya işgüzarlık var. Fakat şu var ki, radyolarda Türk müziğinin tekrar icrasına, Atatürk’ün emri ile başlanmıştır.

Çetinoğlu: Atatürk’ü çok zaman sadece bir devlet adamı ve komutan olarak düşünüyoruz; oysa Atatürk, bir münevver/aydın ve fikir adamıydı aynı zamanda…

Doğan: Evet Atatürk, sürekli okuyan, araştıran, düşünen bir insandı. Askerliğin yanında çok çeşitli konularda kafa yoran ve fikir geliştiren bir aydındı. Osmanlının içinde bulunduğu şartlar, Avrupa’daki fikir akımları, eğitim görmüş asker-sivil genç insanları yakından etkiliyordu. Namık Kemal, Tevfik Fikret, Mehmet Emin Yurdakul, Ziya Gökalp gibi önde gelen aydınların şiir, yazı, oyun ve fikirleri, Atatürk ve onun neslini derinden etkilemişti. Tevfik Fikret’e özenerek şiir yazmayı da denemişti. “Fikirlerimin babası” dediği Ziya Gökalp’e büyük saygısı vardı. Dört bine yakın ciddi kitap okuduğu kayıtlıdır. Ancak bu, rasgele okumak şeklinde değil, bir araştırma için başvurmak şeklinde “sistematik” okumadır. Aynı zamanda, batıyla aramızdaki uçurumun giderilmesi için büyük hamlelere ve yeniliklere girişilmesi gerekiyordu ve bu konuda uygulanabilir yeni fikir ve projelere şiddetle ihtiyaç vardı. O, diğer asker ve uzmanlardan farklı olarak bugünkü anlamda “disiplinlerarası” yaklaşımı benimsemişti. Daha ziyade matematikte başarılı olmasına rağmen, tarihe, diğer sosyal bilimlere; şiir, müzik ve sanatın başka dallarına da büyük ilgi duyuyordu. Bu arada, Atatürk’ün Tanzimatçı anlayıştan tamamen farklı bir yenilikçilik taraftarı olduğunu; bugünkü yaygın ifadeyle her şeyden önce “yerli” ve “millî” olduğunu görüyoruz. Bu konuda, Atatürk ile ilgili pek bilinmeyen bir hatırayı nakletmek isterim.

Çetinoğlu: Buyurun lütfen…

Doğan: Bir dönem, aydınlar arasında, “Orhan Veli’nin sevgilisi” olarak epiy tanınan eski edebiyat hocası rahmetli Nâhit Hanımdan, Taksim’deki Stadyum Palastaki evinde dinlemiştim. Eşi, sanırım müze müdürü olduğundan, bir akşam Atatürk ile yakın masalarda otururken Atatürk masalarına gelir. Söz Tevfik Fikret’ten açılır. Atatürk, en sevdiği şairin Tevfik Fikret olduğunu belirtir. Bilindiği gibi, Aşiyan’da Tevfik Fikret’in mezarı başındaki anma toplantısına da katılmıştır. “Fakat” der, “çocuğuna gereken millî terbiyeyi veremedi.” Tevfik Fikret’in, şiirlerinde de adı sık geçen oğlu Halûk, bilindiği gibi, yurt dışında başkeşiş olarak vefat etti.

Çetinoğlu: Çok önemli bir hatıra!.. Nedense pek bilinmiyor. Atatürk’ü, aydınlarımızın ne ölçüde anladığını soracaktım…

Doğan: Büyük şahsiyetlerden, fikir adamlarından, düşünürlerden herkes, o dönemde ilgi duyduğunu alıyor; bunu anlamak mümkündür. Ancak çok uzun zaman ve ısrarla Atatürk’ü sadece “laiklik savunucusu”, çok iyi dans eden, iyi giyinen vs. bir önder olarak göstermek, seçkinci ve gayrimillî zümrelerce, günümüzde “çağdaş” veya “batılı yaşam tarzını savunmak”ta onu bir “araç” hâline getirmektedir ki, Atatürk’e bundan daha büyük zarar verilemez. Büyük Atatürk, bir çevrenin, bir partinin, bir kampın adamı gibi gösterilerek tekele alınmakta ve onun tam bağımsızlıkçılığı-istiklâlciliği, milliyetçiliği, Türkçülüğü, emperyalizm karşısında ilk muzaffer komutan ve devlet adamı olduğu es geçilmekte, hattâ unutturulmaya çalışılmaktadır. Emperyalizme karşı “müsellahan” savaşan ve muzaffer olan bir mücahidi, bir ihtilâlciyi, bir istiklâlciyi, bir bağımsızlık savaşçısını, sadece “aydınlanmacı” ilan ederseniz çok yanlış bir yola girersiniz. “Atatürkçü” diye bilinen Cumhuriyet gazetesinin çok uzun zamandır tuttuğu yol budur. Türk aydınları, 20’nci yüzyılın olduğu gibi, 21’inci yüzyılın da aslında “Atatürk Çağı” olduğunun farkında değiller. Eski feodal ve kapitalist sömürgeciliğin yerini, tekelci kapitalizme, mâlî sermayeye dayanan emperyalizmin alması sonucu, bütün dünyada saldırı, işgal, yağma ve talan, sözde “uygarlık” yalanlarıyla birlikte, bütün Asya, Afrika ve Latin Amerika halklarının her zaman karşı karşıya olduğu bir durumdur. Eski sömürgeci ve emperyalist batı Avrupa ülkeleri de ABD emperyalizminin baskısıyla karşı karşıyadır. Millî kurtuluş ve bağımsızlık savaşları, ilhamını bizim İstiklâl Savaşımızdan ve Atatürk’ten almaktadır. Hattâ Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin de bağımsızlık ve egemenliklerini korumak bakımından Atatürk’e ihtiyaçları vardır. Tabii, Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” şiarı da bölgemiz ve dünya halkları bakımından insanlığın idealleri arasında yer alıyor. Ayrıca bazı aydınlar, şüphesiz iyi niyetle, Atatürk’ün “ulus yarattığını” (?!) büyük bir övgüymüş gibi söylüyorlar! Olmayan bir ulusu, hiç kimse “yaratamaz”! Bu sözlerle Atatürk’ün, küllenen millî şuuru-bilinci canlandırdığı, Türk milletine özgüven kazandırdığı, yüzyıllardır etkili olan aşağılık duygusunu yok ettiği; farklı dilden, bölgeden insanlarımız arasında ayrım yapmadan hepsini Türk milletinin bir parçası olarak gördüğü anlatılmak isteniyor, diyebiliriz. Bilindiği gibi Türkler; kavim, halk ve millet olarak, tarihin tanıdığı en eski milletlerdendir. Selçuklu da Osmanlı da Türk devletleriydi.

FETHİ MURAT DOĞAN

Polatlı-1951 doğumludur.  İlk ve ortaokulu Polatlı’da bitirdikten sonra Ankara Bahçelievler Öğretmen Okuluna girdi. Öğrenimini Bolu Öğretmen Okulunda tamamlayarak 1971 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümünü kazandı. 

O dönemin gençlik hareketleri içinde yer aldı. Yükseköğrenimini İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsünde tamamladı.

Taksim Atatürk Lisesinde edebiyat öğretmenliği ve İstanbul Bilgi Üniversitesinde Türkçe okutmanlığı yaptı. Çeşitli gazete, ansiklopedi ve yayınevlerinde çalıştı. On altı yıl Yıldız Teknik Üniversitesinde Türkçe okutmanlığı yaptıktan sonra yaş haddinden emekli oldu. Çalışmalarına devam etmektedir.