Kendinin en iyi formuna ulaşmaya odaklı insanlar, bilirler ki egodan sıyrılmak, zihnin akışını yönetmek, ruhunun merkezine oturmak, kendini ve insanı gerçekten tanımak kolay gayeler değildir. 

Terapiler, nefes teknikleri, enerji çalışmaları, yoga, meditasyon, inziva, inanışlar, ibadet çeşitleri, teorik eğitimler, grup çalışmaları vb. bir sürü yöntemin içinde buluruz kendimizi. Bu yöntemlerin birçoğu birbiriyle aynı şeyleri söyler kendi perspektiflerinden, tıpkı karanlıkta bir fili tanımlayanların hikayesi gibi. Özünde verilmek istenen ana mesaja inmeden, yöntemlerin yüzeysel uygulamalarında kaybolursak, egoca çarpıtılmış versiyonlarına yönelir, birbiriyle ne kadar çeliştikleri yanılgısına kapılırız. Dünyanın en büyük acımasızlıkları, katliamları bu çarpıtılmış versiyonların takipçilerinin kendi yöntemlerini kati bir şekilde tek sayıp diğer yöntemlere tahammül bile edememesinden çıkmıştır. İnsanın kendine yolculuğu olup bütünün hayrına varması gereken yollar, insanların yaşamını sonlandırmıştır ki bu durum içler acısıdır. 

Bunca yöntemin içinde bir de bu yöntemlerin hiçbirini -kendini tanıyıp geliştirmek adına- deneyimlememiş, zaten her birini öğrenmeye kalksa yaşının kâfi gelmeyeceği gelişmişlik seviyesinde insanlarla karşılaşırız. O insanların yolculuklarında, yanlarında yöntemler değil, bir fiil yaşanmışlıklar vardır. Bu yaşanmışlıklar kimi zaman çok sevilen birinin zamansız kaybı kimi zaman yaşamı her an kaybedebilecek bir ana sürükleyen bir kazanın ya da hastalığın eşiğinden dönmek kimi zaman zihinle izahı mümkün olmayan sadece daha yüce bir gücün iradesi ile açıklanabilecek olaylara tanıklık etmek kimi zaman iyi niyetin hunharca katli kimi zaman içsel terazimizi uzun sure ölçüp tartmaya itecek kadar yüksek vicdani değerlere rağmen yapılan büyük hataların pişmanlıkları olabilir. Bu yaşanmışlıklar; insanı, hayatı öğrene geldiğinden farklı tecrübe etmesi sonucu hayatı sorgulamaya, sorgusunda derinleşmeye götürebilir. Ve bu insanlar içlerindeki yolculukta fersah fersah öteye gidebilirler. Aşkı da bu yaşanmışlıklardan biri olarak sayabiliriz. Lakin bunun için aşkın tanımını, sevgiden, ilgiden, hayranlıktan ya da karşılıklı beklentilerin karşılanmasına dayanan bir ilişkiden ayırmamız gerekir.  

O halde ‘aşk’ nedir? Aşkı arayanları duyarız da ‘aşk’ aramakla bulunan bir şey midir? Kime aşık olabileceğini anlatanları dinleriz de ‘aşk’ seçimlere tabi midir? Başka bir deyişle, arayıp bulduğumuz, seçiminde ve yaşanmasında irademizi hala kullanabildiğimiz, yönetilebilir, yönlendirilebilir bir duyguyu, ‘aşk’ diye tanımlamak mümkün müdür? 

Aşk, bütün evrenin tek bir kişide özetlendiği ve geri kalan her şeyin önemini bir süreliğine yitirdiği duygudur. Aşk, akışını yönetmeye çalıştığımız zihnin -kendiliğinden- devre dışı kalmasıdır. Aşk, egomuzun bize sözünü geçiremediği dönemdir. Aşk, kişinin alışılagelmişten koptuğu bir çeşit delilik halidir. Aşk, beynin kimyasıyla en güzel oynayan doğal ilaçtır. Aşk, her şeyin yetip hiçbir şeyin yetmediği, tüm tezatların birleştiği, dualitenin sezilebilir olduğu alandır. Bu nedenledir ki bir insanın gülüşü, güneşin her gün yeniden doğması kadar önem taşıyabilir. Yaşanabilir tüm kıtalar, bir tek onun ayak basmakta olduğu şehirle sınırlı kalabilir ve onun mutluluğu, insanlığın en büyük problemlerine çözüm getirmekten daha hayati bir gayeye dönüşebilir. 

İnsanın gelişimi adına, aramakla bulamayacağı ne nimetler aşık olmak vesilesiyle görünür hale gelir de aşık bunun ne kadar farkına varabilir? Yeryüzünde başka her şeyin önemini yitirdiği o ruh halinde, aşık odağını kendisinde neler olup bittiğine ne kadar yöneltebilir? Zor ama bazen, belki tanrının lütfu belki yakında bulunan kendini aşmış birilerinin yol göstermesi belki de insanın acının içinde çok uzun sure oturamayarak ya tamamen dışına çıkma ya da daha çok içine düşme ama çözüm bulma isteği davet eder kişiyi, kendinde olup bitene odaklanmaya, düşmeye derinlere, bilinmeyene, tanınmayana…

Efsaneler, ‘kül olmak’ benzetmesini kullanırlar aşıkken benliğinden sıyrılıp kendi derinliklerine düşen insan için. Dervişler de aşk acısını yüreğin ateşler içinde yanarak sert dış kabuğunun çatlamasına yorar böylelikle ışığın bu çatlaklardan yüreğe gireceğini söylerler ki bu metafor içinde büyük bilgelik barındırır. Leyla ile Mecnun’un hikayesini bilirsiniz; sonunda Leyla’yı gören Mecnun bakmaz bile ona, zorlu yolculuğuna devam eder. Çünkü artık aşk enerjisi tek bir insana odaklanmaktan kişinin yolculuğuna, o pencereden evreni, insanlığı ve yaratanı tanımasına yönelmiştir. Başka bir deyişle, aşk bambaşka bir candan yolculuğa çıkıp kendine ve bütüne varmaktır. Var sandığımız bazı şeylerin yokluğudur, eriyişi, gerçekliğini yitirişidir. Acının ortasında kaçmadan, saklanmadan, hissettiklerimize dürüst, gözlemlediklerimize cesur durabilirsek, en iyi öğretmendir. 

Duygularımıza ne kadar dürüst ve teslimiz?

Duygularımız aracılığı ile kendimizi tanıyabileceğimizin farkında mıyız?

Aşk ve sevgi bizler için ne ifade eder? 

Aşkın yönetilmez yapısı, sevginin emek ile olan ilişkisi; insan doğası ve ilişkileri adına bizlere neler söyler?

Aşık olduğumuz kişide, değerlerimiz, hayat amacımız, ihtiyaçlarımız ve evren ile ilgili nasıl ipuçları gizlidir? 

2019’un sevgililer gününü karşıladığımız bugün, yolu gerçek aşktan ve gerçek sevgiden geçmiş ya da geçmekte olan herkesin tecrübesi kutlu olsun. Tüketim için koşuşturmak yerine, ilişkileri, insanlığı, sevgi ve aşkı sorgulamak ve duygularımızın hakkını vermek için ne güzel bir gün.