Endokrinoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. RAMİS ÇOLAK Aşırı şişmanlıktan korunmanın ve kurtulmanın yollarını anlattı.
Oğuz Çetinoğlu: Fazla kilolu olmamak için dikkat edilmesi gerekli hususlar nelerdir? Alınabilecek tedbirler konusunda neler tavsiye edersiniz?
Prof. Dr. Ramis Çolak: Başta anne, baba ve çocuk olmak üzere diğer aile bireylerinin de, gerek besin seçimi, gerekse besin hazırlama, pişirme ve saklama yöntemleri gibi konularda süreklilik gösteren eğitimleri almaları sağlanmalıdır. Genellikle büyük ve yoğun olan porsiyonları, tabak boyutu ve doluluk bakımından azaltılarak ideal sınırlara çekilmelidir. Çocuğa ihtiyacı olduğu kadar besin verilmeli (fazlasını veya azı verilmemeli). Çocuğun tek tip besinlerle beslenmesini engellenmelidir. Sevdiği tek bir besinden çok fazla vermek yerine besin çeşitliliği sağlanmalı. Çocuklar sevmediği besinleri tüketmeye zorlanmamalı. Sevmediği besinler yerine benzer yararlılığa sahip besinleri tercih edilmelidir. Sevmediği ve yemediği besinleri değişik sunuş yöntemleri ile sevdirilmeli. Bu besinleri az miktarlarda sevdiği besinlerin içine karıştırılabilir. Çocukları tatlı ve yağlı besinler (çikolata, gofret, şekerleme, cips vb) yerine, meyve ile ödüllendirilmeli. Çocuklarımıza yavaş yemek yeme alışkanlığını kazandırmalıyız. Çocukların televizyon ve bilgisayar karşısında oturma süresi azaltılmalı. Sadece söyleyerek değil, kendiniz de uygulayarak egzersiz yapma alışkanlığının çocuğumuza kazandırılmasında yol gösterici olmalıyız.
Beslenme uzmanı bulundurmaları yönünde okullardan ve yuvalardan talepte bulunulması yararlı olur. Çocukların fast food besinlere ulaşmasını engellemek için kafeterya, yemekhane ve kantinlerde bu besinlerin satılmamasını sağlamalıyız.
Çocuğunuzu okula yazdırırken oyun bahçesi olan ve çocuklar için yeterli alan ayrılmış olanları tercih ediniz. Her mahallede çocukların oyun oynayıp, spor yapabileceği alanların ayrılması için talepte bulununuz. Çocuğunuzun arkadaşları ile bilgisayar başında değil, dışarıda spor salonları veya açık alanlarda oyun oynamasını sağlayın.Çocuğunuza günü ve zamanı planlamayı öğretin ve bu planın içinde her zaman beslenme, oyun, uyku ve egzersize yeterli vakit ayırmasını sağlayın. Çocuğunuz için yemek pişirin. Kolaya kaçıp dışarıdan beslenme alışkanlığını çocuğunuza kazandırmayın. Hazır besinleri (hazır meyve suları dâhil) çocuğunuza vermekten kaçının. Taze meyve suyu hazırlayın. Mümkünse beslenme çantası hazırlayın veya yanına sağlıklı besinler verin.
Zayıflamak, sağlıklı olmak ve uzun yaşamak için egzersiz yapılmalıdır. Her türlü fizikî aktivite (programlı / programsız) teşvik edilmelidir. Fizikî aktivitenin artırılması sağlanmalıdır. Asansör yerine merdiven çıkma, yakın mesafelere araçsız gitmek, bahçe işleri gibi.
Davranış tedâvileri: TV’de şeker, çikolata vb reklamları ileri saate almak, TV seyretmeyi azaltmak (2 saatin altı), Fast food, kola, gazoz, cips vb tüketimini azaltmak, düzenli beslenmek, Anne-babanın yeme davranışını değiştirmek (model olmalı),Acıktığı zaman yavaş yemek yemek, Çocuklara ödül olarak çikolata vb şeyler almamak, bol su içmek, Sabah kahvaltısını muhakkak yaptırmak, TV seyrederken veya bilgisayar başında yemek ve kuruyemiş yememek, Sağlıklı beslenme, Doğal gıdalar, yağ içeriği düşük, basit ve rafine karbonhidratlardan uzak durmak, kepekli tahıl içeriği teşvik edilir, lifli gıda alımını artırmak, meyve-sebze alımını artırmak, düzenli beslenmek
Çetinoğlu: Aşırı kilo aldıktan sonra hasta, kendi yöntemleriyle normale dönebilir mi, klinik tedavisi şart mı?
Çolak: Obezite oluşmadan korunma büyük önem taşımaktadır. Obezite tedavisi, bireyin kararlılığı ve etkin olarak katılımını gerektiren, tedavisi zorunlu, uzun ve süreklilik arz eden bir süreçtir. Obezitenin etiyolojisinde pek çok faktörün etkili olması, bu hastalığın önlenmesi ve tedavisini son derece güç ve karmaşık hale getirmektedir.
Obezite tedavisinde amaç, gerçekçi bir vücut ağırlığı kaybı hedeflenerek, obeziteye ilişkin morbidite ve mortalite risklerini azaltmak, bireye yeterli ve dengeli beslenme alışkanlığı kazandırmak ve hayat kalitesini yükseltmektir. Obezite ile mücadele kısa süreli bir hedef değil, ömür boyu devam edecek maraton koşusu gibidir. Kilo vermek kadar verilen kilonun korunmasında kazanılmış hatalı beslenme alışkanlıkları ve hayat stilinin düzeltilmesi sağlanmalıdır. Vücut ağırlığının 6 aylık dönemde % 10 azalması, obezitenin yol açtığı sağlık sorunlarının önlenmesinde önemli yarar sağlamaktadır.
Obezite tedavisinde kullanılan yöntemler 5 grup altında toplanmaktadır. Bu yöntemler; tıbbi beslenme tedavisi, egzersiz tedavisi, davranış değişikliği tedavisi, farmakolojik tedavi ve cerrahi tedavidir. Bu nedenle obezite tedavisinde hekim, diyetisyen, psikolog, fizyoterapistten oluşan bir ekip gerekmektedir.
Çetinoğlu: Şeker hastalığı ile aşırı kilolu olmak veya aşırı zayıflık arasında nasıl bir ilişki vardır?
Çolak: Son 15 yılda obezite prevelansındaki artışın ciddiyeti tip 2 diyabet sıklığındaki artışla gündeme gelmiştir. Diyabet prevalansının ABD’de 1990 ile 1998 yılları arsında % 5’den % 6,5’a çıktığı belirlenmiş, bunun sebepleri araştırılırken obezite prevalansındaki belirgin artış en önemli faktör olarak ortaya çıkmıştır. Bir analizde tip 2 diyabetik hastaların BKİ’leri 25 kg/m2‘nin altında olsaydı, erkeklerde % 64’nün, kadınlarda ise % 77’sinin diyabetli olmalarının engellenebileceği belirtilmektedir. TURDEP’ çalışmasında TURDEP-II çalışmasında Türkiye’de 12 yılda obezite ise % 44 artarken, diyabet sıklığı % 90 arttığı gösterilmiştir.
Toplum içinde diyabet riski ile obezite arasında güçlü pozitif ilişki söz konusudur. BKI 35 kg/m2’ den büyük olan kadınlar BKI 21 kg/m2’ den küçük olan kadınlarla karşılaştırıldığı bir çalışmada diyabet gelişme riski 93 kat fazla bulunmuştur. Diyabet gelişme riski yağ dokusundaki artışla progressif olarak artış gösterir. Vücut ağırlığındaki her bir kilogram artışla diyabet riski % 4,5 artış gösterdiği anlaşılmaktadır. Modern toplumlar hayat tarzı değişiklikleri nedeniyle daha obez hale gelmektedirler (Pima yerlileri gibi) bu da tip 2 diyabeti epidemik hele gelmesine yol açmıştır. Daha önceleri zayıf olan bu toplumlarda diyabet insidansı düşük iken, obez diyabetik hale gelmişlerdir. Amerika’da yaşayan erişkin Pima yerlilerinin % 80’i günümüzde obez ve bunlarında % 40’ı Tip 2 diyabetik hale gelmiştir. Genetik olarak benzer olan Meksika’da yaşayan Pima yerlileri ile karşılaştırıldığında bunlar zayıftır ve tip 2 diyabet insidansı sıfıra yakındır bu da diyabet gelişiminde obezitenin önemini açıkça göstermektedir.
Kilodan bağımsız olarak yağların yerleşiminin de Tip 2 Diyabet gelişmesinde önemli bir rolü vardır. Büyük bel çevresi (>92 cm) olan kadınların genel yağlarına bakılmaksızın küçük bel çevresine (67cm) olan kadınlardan Tip 2 diyabet gelişim riskinin 5 kat daha fazla olduğu bildirilmektedir. Kadınlarda yapılan bir çalışmada Bel kalça oranı (BKO) 0.72 nin altında olanlarda diyabet gelişim riski % 6 iken, BKO’nın 0.81’in üzerinde olanlarda risk %16,5’e çıkmaktadır. Benzer ilişki erkelerde de görülmüştür. Tip 2 diyabetli hastalarda aşırı yağ dokusu hemen hemen bir kuraldır.
Spesifik olarak intraabdominal ve abdominal subkütan yağ dokusu kalça ve alt ekstremite subkütan yağ dokusuna göre metabolik anormallikler açısından daha önemlidir. İnsülin direnci, Tip 2 Diyabet, dislipidemi, hipertansiyon ve kadınlarda hiperandrojenemi gibi obeziteyle ilişkili komplikasyonlar intraabdominal ve/veya vücut üst yarısının yağlanması ile daha güçlü ilişki gösterir. Subkütan yağ dokusu relatif olarak daha az makraofaj içerir ve metabolik olarak daha az aktiftir.
Vücut yağ içeriği arttıkça insülin direnci ve diabet riskinin artması mutlak vücut yağ miktarının insülin sensitivitesi üzerinde etkili olduğunu gösterir. Bununla birlikte santral (intra abdominal) yağlanma insülin direnciyle çok daha güçlü bir şekilde ilişki gösterir. Santral obezite; plazma glukoz, insülin, total kolesterol, trigliserid, düşük HDL kolesterolü ve hipertansiyon ile total vücut yağ miktarına göre daha güçlü ilişki gösterir. Ayrıca abdominal yağlanmanın glukoz toleransına olan etkisi total vücut yağından bağımsızdır.
Çetinoğlu: İnsülin iğnesi, şeker hastalarına, yeme-içme alışkanlıkları ve zevki açısından geniş imkânlar sağlarken, sağlığı tehdit etmesi söz konusu mu?
Çolak: İnsülin tedavisi insülin eksikliği bulunan bir hastada uygun şekilde kullanıldığı zaman hayat kurtarıcıdır. İnsülin hormonu vücudumuzdaki hücrelerin normal çalışabilmesi kan şekerinin belirli aralıkta sabit kalmasını sağlayan hayatî önemi olan bir hormondur. Bu hormonun eksikliği veya etkislizliği sonucu şeker hastalığı oluşmaktadır. Şeker hastalarında insülin tedavisinde vücudun yapamadığı insülini eksik olan kadar yerine konulmasıdır. Fazladan insülin yapılması söz konusu değildir. Şeker hastalarında görülen komplikasyonlar insülinden ziyade gerekli zamanda insüline geçilmediğinden dolayı kan şekerinin uzun süreli yüksek kalmasına bağlı gelişmektedir.
Çetinoğlu: İstanbul’da gıda mühendislerinin katılımı ile yapılan bir toplantıda; Türklerde obeziteye
yakalanma riskinin yüksek olduğu ifade edildi. Sebepleri biliniyor mu? (Hareketsizlik, boğazına düşkünlük, hamur işi ve tatlıların fazla tüketilmesi, genetik şartlar vs ... )
Çolak: Türklerde obeziteye yatkınlığa yol açacak genetik bir eğilimden ziyade daha çok, uygunsuz beslenme ve hayat tarzına bağlı obezite sıklığı artmaktadır.
Ülkemiz, beslenme durumu yönünden hem gelişmekte olan, hem de gelişmiş ülkelerin problemlerini birlikte içeren bir görünüme sahiptir. Türkiye’de halkın beslenme durumu bölgelere, mevsimlere, sosyo-ekonomik düzeye ve şehir / köy yerleşim yerlerine göre önemli farklılıklar göstermektedir. Bunun temel sebeplerinin başında gelir dağılımındaki dengesizlik gelmektedir. Bu durum beslenme problemlerinin niteliği ve görülme sıklığı üzerinde etkili olmaktadır. Ayrıca beslenme konusundaki bilgisizlik, hatalı besin seçimine, yanlış hazırlama, pişirme ve saklama yöntemlerinin uygulanmasına sebep olmakta ve beslenme problemlerinin boyutlarının büyümesine yol açmaktadır.
Türk halkının beslenme durumuna bakıldığında, temel besin ekmek ve diğer tahıl ürünleridir. Günlük enerjinin ortalama % 44’ü sadece ekmekten, % 58’i ise ekmek ve diğer tahıl ürünlerinden sağlanmaktadır. Yıllar içerisinde besin tüketim eğilimi incelendiğinde ekmek, süt-yoğurt, et ve ürünleri, taze sebze ve meyve tüketiminin azaldığı; kuru baklagil, yumurta ve şeker tüketiminin ise arttığı söylenebilir. Genelde toplam yağ tüketim miktarında önemli farklılık olmamasına karşılık, nebatî sıvı yağ tüketim miktarının katı yağa oranla arttığı gözlenmektedir.
Son yıllarda ülkemizde özellikle şehirlerdeki çocuk ve gençler arasında ayaküstü beslenme (fast-food) sıklıkla tercih edilen bir beslenme şeklidir. Bu şekilde beslenme doymuş yağ asitleri yönünden zengin, posa içeriği, A ve C vitaminleri yönünden yetersiz olup, yetersiz ve dengesiz beslenmeye sebep olmakta, obezite, kalp-damar hastalıkları, diyabet gibi kronik hastalıkların oluşma riskini artırmaktadır.
Ülkemizde obezitenin artmasına sebep olan faktörlerden biri de hareketsiz hayat tarzının yaygınlaşmasıdır. Düzenli fizikî aktivitenin sağlıklı hayat tarzının temel unsuru olduğu bilinmekte, fizikî aktivitesi artmış bir toplumun sağlık harcamalarının çok ciddi düzeyde azaldığı ve ülke ekonomisine çok büyük katkısının olacağı kabul edilmektedir.
Türkiye’de bireylerin sadece % 3,5’inin düzenli olarak fizikî aktivite yaptığı tespit edilmiştir. Millî Hane Halkı Araştırmasına göre ise ülkemizde 18 yaş üzeri bireylerin % 20.32’sinin hareketsiz yaşadığı, % 15.99’unun yetersiz düzeyde fizikî aktivite yaptığı saptanmıştır. On sekiz yaş ve yukarısında fizikî hareketliliği haftada 150 dakika ve üzerinde olan birey oranı erkeklerde % 71.12, kadınlarda % 58.12 ve toplamda % 63.69’dur.
Fizikî aktivitenin yetişkinlerde cinsiyetle ilişkisinin incelendiği bir çalışmada 20-29 yaş kadınların fizikî aktivite düzeyinin kadınların % 50’sinde çok hafif ve hafif, % 45’inde orta ve % 5’inde ise orta üstü düzeyde olduğu, erkeklerin fizikî aktivite düzeyinin ise kadınlardan daha fazla olduğu ve aktivite düzeyinin yaş ilerledikçe azaldığı rapor edilmiştir. 11-12 yaş grubunda çocuklarda yapılan bir çalışmada erkek çocukların % 76,1’inin, kız çocuklarının ise % 34’ü fizikî olarak aktif bulunduğu bildirilmiş, okul saatlerinde erkeklerin % 94,6’sının, kızların ise yalnızca % 17’sinin fizikî aktivitelere katıldığı belirtilmiştir.
Okul çağı çocuklarının fizikî aktivite düzeyinin incelendiği bir çalışmada çocukların %7 6’sının yürüyerek, % 21’inin ise servisle okula gittikleri bildirilmiştir. Çocukların % 22’sinin düzenli olarak spor yapmadığı, % 43’ünün sokakta oynadığı, bilgisayar kullanma sürelerinin ise günde 1.28 saat olduğu raporlanmıştır. Aynı çalışmada, fiziksel aktivite düzeyi değerlendirildiğinde hafta içinde % 73’ünün hafta sonunda ise % 62’sinin sedanter hayat sürdüğü bulunmuştur. Yapılan bir başka çalışmada ise okul öncesi ve ilkokul çocuklarının % 62’sinin günde 2 saatten, % 8,3’ünün ise 4 saatten fazla TV izlediği belirtilmiştir.
Çetinoğlu: Yeme alışkanlıklarını gözden geçirme gereği duyanlara tavsiyeleriniz nelerdir?
Çolak: Diyet tedavisi şişmanlığın düzeltilmesi için en önemli adımdır. Diyet tedavisine başlamadan önce kişinin şişmanlığının nedeni belirlenmelidir. Kan rutinleri ve troid fonksiyon testleri yapılmalıdır. Testler değerlendirildikten sonra kişiye harcadığı enerjiden daha az enerji içeren, dengeli bir beslenme programı hazırlanmalıdır. Beslenme programı protein, karbonhidrat, yağ, vitamin ve mineralleri yeterli düzeyde içermelidir. Kişinin beslenme alışkanlıklarına uygun bir beslenme programı planlanmalıdır.
Diyet tedavisinin başarılı olabilmesi için: bireyin tedaviyi istiyor olması, bireye uzun sürede yeterli ve dengeli beslenme alışkanlığının kazandırılması, bilinçli ve sabırlı olması, zayıflama süresinin doğru saptanması, sık aralıklarla beslenmesi gerekir.
Şişman kişilerin yiyecek seçerken dikkat edeceği noktalar: Şeker, tatlı, pilav, makarna, börek gibi yiyecekler azaltılmalıdır. Yemeklere eklenen yağ miktarı azaltılmalı ve et yemeklerine yağ ilave edilmemelidir. Kızartılmış yiyeceklerden uzak durulmalıdır. Doygunluk sağlaması için enerji değeri düşük sebze ve meyveler daha sık kullanılmalıdır. Kepekli, çavdar ve tam tahıllı kmek tercih edilmelidir. İçecek olarak su, ayran ve maden suyu tercih edilmelidir. Çay ve kahve şekersiz içilirse enerji vermez. Meşrubat ve alkollü içeceklerin enerjisi yoğun olduğu için tüketilmemelidir. Meyve suyu yerine meyvenin kendisi tüketilmelidir. Kuru baklagillere ve bulgura diyette daha çok yer verilmelidir. Yemek tabağı küçük salata tabağı büyük tutulmalıdır
Püf noktalar !!!
Alışveriş yaparken: Açken alışveriş yapmayın. Bir liste hazırlayın ve listenizde olmayan yiyecekleri almayın, listenizde bol miktarda sebze, meyve ve tahıl bulunmasına özen gösterin, paket etiketlerini okumayı öğrenin ve 1 gr. yağın 9 kalori olduğunu unutmayın. Yağ oranı düşük alternatifler bulmaya çalışın.
Yemek hazırlarken: Yemeklerde yağ kullanmayın, yapışmayan tencereleri tercih edin, Kızartmalardan uzak durun, yerine haşlama ızgara fırında pişirme yöntemlerini tercih edin, etin yağlı kısımlarını ve tavuğun derisini pişirmeden önce ayırın, Yemeklere sos gibi şeyler eklemeyin, basit bir şekilde hazırlayın, gereğinden fazla yemek hazırlamayın
Yemek yerken: Yemeği hiçbir zaman ayakta ya da televizyon karşısında yemeyin. Her zaman masada oturarak yiyin, Yemeğe yağdan fakir bir çorba ve/veya salata ile başlayın. Lokmalarınızı iyi çiğneyerek, yemeğinizi mümkün olduğu kadar yavaş yiyin. (20 dakika). Öğün atlamayın, Yemeklerden sonra masayı toplayın, bu gelip geçerken bir şeyler atıştırmanızı önler, Doyduğunuzu hissettiğinizde yemeği kesin, tabağınızdakileri tamamen bitirmek zorunda değilsiniz.
Çetinoğlu: Kimlere ‘obez’ deniliyor?
Çolak: Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından obezite “Sağlığı bozacak ölçüde vücutta anormal veya aşırı yağ birikmesi“ olarak tanımlanmıştır. Yetişkin erkeklerde vücut ağırlığının %15-18’i, kadınlarda ise % 20-25’ini yağ dokusu oluşturmaktadır. Erkeklerde bu oranının % 25, kadınlarda ise % 30’un üzerine çıkması durumu obezite olarak tanımlanmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü’nün obezite sınıflandırması (Tablo 1) esas alınarak obeziteyi belirlemek için yaygın olarak Beden Kitle İndeksi (BKİ) kullanılmaktadır. BKİ, bireyin vücut ağırlığının (kg), boy uzunluğunun (m cinsinden) karesine (BKI= kg/m2) bölünmesiyle elde edilen bir değerdir. “BKİ boyuna göre vücut ağırlığının tahmin edilmesinde kullanılmakta, vücutta yağ dağılımı hakkında bilgi vermemektedir.”
Son yıllarda araştırmacılar vücuttaki toplam yağ miktarından çok, yağın vücutta bulunduğu bölge ve dağılımı üzerinde durmaktadırlar. Çünkü vücuttaki yağın bulunduğu bölge ve dağılımı, hastalıkların morbidite ve mortalitesi ile ilişkilendirilmektedir. Bölgesel yağ dağılımı genetik olarak erkek ve kadınlarda farklılık göstermektedir. Android tip (erkek tipi) obezitede yağ başlıca göbek bölgesinde karında ve cilt altında, jinoid tip (kadın tipi) obezite ise gluteus ile femurlar üzerinde ve cilt altında toplanmaktadır. Bu dağılımın belirlenmesinde bel/kalça oranı kullanılmakta ise de, bel çevresinin tek başına kullanımının karın bölgesindeki yağ dağılımı için daha doğru ve daha basit bir yöntem olduğu kabul edilmiştir. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre bel/kalça oranı kadınlarda 0,85’den ve erkeklerde ise 1,0’den fazla ise android tip obezite olarak kabul edilmektedir. Bu durumda tip 2 diyabet, hipertansiyon ve iskemik kalp hastalığı riskleri artmaktadır. Tek başına bel çevresinin de erkeklerde 102 cm, kadınlarda 88 cm’nin üzerinde olması (Uluslar arası Diyabet Federasyonu (IDF) 2005’de bu rakamları 94 ve 88 cm’ye çekmiştir) kardiyovasküler hastalık riski ile ilişkilidir. Dünya Sağlık Örgütü’nün bel çevresi ölçümüne göre oluşturduğu sınırlar ve eşlik eden hastalık riskleri Tablo2 ’de gösterilmiştir.
Tablo 1. Obezitenin değerlendirilmesi: Beden Kitle İndeksi (BKİ)
*
Tablo 2. Obezitenin değerlendirilmesi: bel çevresi ve hastalık riski
Çocuk ve adölesanlarda, yetişkinlerde olduğu gibi belli bir sınıflandırma bulunmamakta, fazla kilolu olma ve obezitenin tanımlanmasında farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. En sık kullanılan yöntemlerden birisi ferdî ve genel düzeyde yüzdelik ve/veya z skor değerlerinin kullanılmasıdır. Genellikle BKİ’nin yaşa ve cinsiyete göre 95. yüzdeliğin (±2 SD üzerinde) üstünde olması obezite, 85 yüzdeliğin (±2 SD altında) üstünde olması ise fazla kilolu olarak değerlendirilmektedir. 15. ve 85.yüzdelikler arası ise normal olarak kabul edilmektedir. Çocuklarda yaşa ve cinsiyete göre BKİ yüzdelikleri Tablo 2’de gösterilmiştir.
Tablo 2. Çocuklarda yaşa ve cinsiyete göre BKİ yüzdelikleri*
ERKEK Yüzdelik (kg/m2) KIZ Yüzdelik (kg/m2) Yaş 5. 15. 50. 85. 95. 5. 15. 50. 85. 95. 6 13,4 14,0 15,3 16,8 17,9 13,1 13,8 15,3 17,1 18,4 7 13,5 14,2 15,5 17,1 18,3 13,1 13,9 15,4 17,4 18,8 8 13,7 14,4 15,7 17,5 18,8 13,3 14,1 15,7 17,8 19,4 9 13,9 14,6 16 18,0 19,5 13,6 14,4 16,1 18,4 20,2 10 14,1 14,9 16,4 18,6 20,2 13,9 14,8 16,6 19,1 21,1 11 14,5 15,3 16,9 19,3 21,1 14,4 15,3 17,2 20,0 22,2 12 14,9 15,7 17,5 20,1 22,1 14,9 15,9 18 20,9 23,3 13 15,4 16,3 18,2 20,9 23,1 15,5 16,5 18,8 21,9 24,4 14 16,0 16,9 19 21,9 24,2 16,0 17,2 19,6 22,9 25,5 15 16,5 17,6 19,8 22,8 25,2 16,5 17,7 20,2 23,7 26,3 16 17,1 18,2 20,5 23,7 26,1 16,8 18,1 20,7 24,2 27,0 17 17,5 18,7 21,1 24,4 26,9 17,0 18,3 21 24,7 27,4 18 17,9 19,2 21,7 25,0 27,5 17,1 18,5 21,3 24,9 27,7 19 18,2 19,5 22,2 25,6 28,1 17,2 18,6 21,4 25,1 27,8
Prof. Dr. RAMİS ÇOLAK:
15 Nisan 1967 tarihinde Amasya’nın Gümüşhacıköy ilçesinde dünyaya geldi. İlkokulu ve ortaokulu Gümüşhacıköy’de, Liseyi İzmir’de bitirdi. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Fırat Üniversitesi İç Hastalıkların Anabilim dalında İç hastalıkları ihtisası, Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Endokrinoloji ve Metabolizma Bilimdalı’nda yan dal ihtisası yaptı.
1997 yılında İç Hastalıkları Yardımcı Doçenti, 2000 yılında Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları uzmanı, 2005 yılında Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Doçenti, 2009 yılında Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Profesörü oldu.
Prof. Dr. Ramis Çolak İngilizce bilmektedir. Evli ve üç çocuk babasıdır.
(BU RÖPORTAJIN GERÇEKLEŞMESİNE SAĞLADIĞI KATKI SEBEBİYLE MUHTEREM KARDEŞİM AHMET YÜTER HOCAEFENDİ’YE TEŞEKKÜR EDERİM.)