Balkan jeopolitiğinde her bir devletin ayrı bir kıymeti vardır. Bu yüzden her siyasi/askeri dönüşümle birlikte büyük çatışmalar yaşanmıştır. Arnavutluk için ise bu önem jeostratejik olduğu kadar, tarihi boyutuyla da derinlik kazanmıştır. Bu bağlamda Arnavut kimliğinin anlamı önemlidir.

Balkanlardaki bir anlamda ilk uluslaşma İskender Bey önderlğindeki Arnavutlar için gerçekleşmiştir. İskender bey, Edirne’de Osmanlı sarayında yetiştiği halde Sultan II. Murat ve çocukluk arkadaşı Fatih Sultan Mehmet’i yaklaşık çeyrek asır uğraştırmıştır. Fatih’in gönderdiği orduları mağlup edebilen bu liderin askeri başarıları özellikle Osmanlı cephesinden hazmedilmesi zordur. Ancak birçok örnekte olduğu gibi burada da tarihin bir cilvesi karşımızdadır.

İskender bey, diğer güzide komutanları gibi askeri ve idari bakımdan iyi bir eğitim almıştır. Osmanlı sultanına bağlı olarak Kroya merkezli Arnavutluk’u yönetme talebi uygun bulunmayınca isyan etmiştir. Osmanlı güçleri yanında Venedik’ten ve diğer komşularından gelen saldırılara da karşı koymuştur. Netice itibariyle başta Papalık olmak üzere Avrupa güç odaklarının takdirini kazanmış, kutsanmıştır. Kroya kalesindeki İskender bey müzesi, Arnavut ulus kimliğinin erken doğum yeridir.

Sözkonusu Arnavut milli kimliği sayesinde bu coğrafya, İtalya’nın, Yunanistan’nın, Sırpların, Bulgarların, hatta Sovyetlerin yayılmacı politikalarına karşı direnç noktası haline gelmiştir. Günümüzde de bu gerçek geçerli olup Türkiye açısından değerlendirilmesi gereken bir husustur.

Yaklaşık 40 yıllık Enver Hoca, etrafı dağlarla çevrili ülkede izolasyon strarejisinin en başarılı örneklerinden birini gerçekleştirmiştir. Mabetlerin kapatıldığı bu dönemin ardından çoğunluğu Müslüman olan halk, inancını yaşamak isterken birçok tuzaklarla karşı karşıyadır.

Berat kalesindeki onlarca kilisenin Osmanlı hakimiyetinde de varlığını sürdürmesini, mihmandarımız, Osmanlının farklı inançlara saygısının ispatı olarak anlatıyor. Geçen süre zarfında yıkılan bu kiliselerin yedisi Hıristiyan devlet ve kuruluşlarınca restore edilmiştir. Duvarları halen görülebilen Bayezid ve Fatih camileri başta olmak üzere kaledeki hiçbir cami henüz restore edilmemiştir. Yunanistan’ın Çamlık bölgesinden, Müslüman Arnavutlara karşı soykırımdan kaçarak kaledeki bir eve yerleşmiş olan Mevlüde nine bizi heyecanla karşılıyor. Fatih camiinin yıkık duvarlarını öperek bildiği duaları okuyor ve Türklerin niçin bunu tamir etmediğini soruyor. Enver Hoca devrinde “Allahü Ekber” demenin yasak olmasına karşın babasının bu yıkıntılar üzerinden ezan okuduğunu ağlayarak anlatıyor.

Kaleden ovaya inince Berat nehrinin bir tarafı Müslüman mahalleleri olup diğer tarafta Ortodokslar sâkindir. Yunan hükümeti Ortodokslarr ekonomik krizde dahi ayda 300 dolar göndererek, Avrupa’ya gidip yerleşmesini önlemeye çalışmıştır. Hıristiyan mahallesinde hiçbir cami olmadığı halde Müslüman mahallelerinde koca koca kiliseler yapılmıştır. TİKA tarafından restorasyonu 2014’de tamamlanmış olan Kurşunlu camiine uğruyoruz. Para Türkiye’den geldiği halde inşaat işinin Körfez şirketlerine verilerek Vehhabi tarzında restore edildiğinden mihmandarımız şikayet ediyor. Cami içinde lafza-i celal, ism-i nebi, hulefâ-ı râşidin isimlerinin ve ayetlerinin olmadığını söylüyor. Körfez ülkelerindeki inşaat işlerinin dahi Türk şirketlerince yapıldığını hatırlatıyor, şikayetinden birşey anlamadığımızı söylüyoruz. Camiden çıkarken üzeri sıvayla kapatılmış olan Sultan tuğrasını ve ayetleri gösterince verecek cevabımız kalmıyor.

Tiran Üniversitesi, Slav ve Balkan Dilleri Bölümü, Türkçe programınca düzenlenen “Uluslararası Türk Dili ve Bölgesel Çalışmalar” kongresi vesilesiyle gittiğimiz bu ecdat yâdigârı coğrafyadan sevinç ve mutluluk yanında hüzün ve şaşkınlıklarla dönüyoruz. Bu birimin daha 2000’lerin başında TİKA’nın desteği ile fiziki altyapısının hazırlandığını, kütüphane ve sınıflarının donatıldığını öğreniyoruz. Bölümü gezerken Türkiye’den gelen bazı arkadaşlar bu hizmeti gıptayla karşılayarak “TİKA, bizim üniversiteye de uğrasa” esprisini yapıyor.

Türkiye’de eğitim alan Arnavut öğretim üyeleri, yıllardır burada Türk dili ve kültürünü öğretirken aynı zamanda iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin sağlam temellerini atıyor. 28-30 Mart 2019 tarihleri arasındaki kongreye üniversite ve şehir yöneticileri yanında Kültür Bakanı da katılıyor. Arnavutluk Devlet Televizyonunun, kongrenin amacı, sonuçları ve Türkiye ile ilişkiler konusunda iyi bir hazırlık ekibi ile düzenlediği toplantısına katılıyoruz. Bütün bunlara karşın bir avuçluk şehirdeki bu toplantıya gerek Türk Büyükelçiliği’nden gerekse yüz metre ötedeki Yunus Emre Enstitüsü’nden kimse katılmıyor!

Program yöneticileri, aynı fakültedeki örneğin Bulgar Dili bölümünce bir saatlik program dahi hazırlansa mutlaka Bulgaristan Büyükelçisinin katıldığını söylüyor. Ancak Türk yetkililerin bu konudaki soğukluklarını anlayamadıklarını söylüyor. “Fetöcü kuruluşlarla bağlantınız oldu mu?” sorumuza bilakis bu kuruluşların Türkiye ve İslam karşıtı faaliyetlerine karşı her fırsatta (15 Temmuz öncesinde de) mücadele ettiklerini söylüyorlar. Bu şikayetlerini yazacağımı ve Dışişleri Bakanlığı ile Yunus Emre Enstitüsü yetkililerinden alacağım bilgiyi paylaşacağımı söylüyorum. Çünkü bu tür etkinliklere destek olmak bu temsilcilerin yasal görevleri arasındadır. Bu ilgimiz karşısında şikayetler artıyor: Türkiye’den yardımlar geliyor, emniyet mensuplarının elbiseleri Türkiye’den, birçok sağlık kuruluşu desteği Türkiye’den, afetlerde ilk yardımlar Türkiye’den gelir… Ancak bunlar halka duyurulmaz, Türkiye dostları da tesadüfen öğrenir. Son olarak Türkiye’nin desteği ile açılan bir sağlık birimini, Arnavutluk kabinesinde Yunan kontenjanından görev alan Sağlık bakanı Yunan yardımı olarak sunmuş!

Yunanistan ile birçok sorunumuz var. Acaba Makedonya ve Arnavutluk’ta yeni sorun pencereleri açmayalım, orayı komşumuza bırakalım politikası mı gündemde. Böyle bir politika güdüldüğünü düşünmek dahi saçma ama şikayetler dikkate alınıdığında başka bir izah tarzı kalmıyor.