“Ana kucağı, Doğa kucağı ve İlişki kucağı”

Üç kucak sizi var eder.

“Ana kucağı, yar kucağının” turnusolü olduğunu, söylerdi. Dedem 

Deniz, gece, bank, iki adam, yağmur, ay ışığı ve birbirini yeni gören, 

“Hayallerinin toplamı sıfır olanlar…” 

Her bir başlangıç, bir umudunun ölmesi ile başlar. 

Benim başlangıçlarım, “umut” dediğim insanların hayatımdan ayrılması ile başladı. 

Hayatımın bundan sonra ki yaşadıklarımda, umudum insanlar, olmayacaktı. 

Ben hayatımda üç kucak tanıdım. 

“Ana kucağı, doğa kucağı ve ilişki kucağıydı.” 

“İlki sıcaklığı;” senin öngöründür. 

İkincisi karşılıksız sever ve sevdiğini alır, götürür. 

Üçüncüsü senin kendine bağımlı olmanı ister. 

En tehlikeli ilişkidir. 

İlişki bağımlıları, kendini yaşama şansları yoktur. 

Özgürleşmende en büyük engeldir. 

Bu ilişkiler içerisinde “doğa” senin özgürlüğünü sağlayacak olandır. 

Doğa ile kurduğun ilişkide veren doğadır. 

Doğa sizi karşılıksız sever. 

Sen alıcı olansındır. 

Doğaya vereceğim bir şeylerim var, özgür olmak ve acı çekmek istemiyorum demeyeceksin. 

Eğer dersen seni kucağında uyutur. 

Doğa seni yanına aldığında; doğanın suyu, rüzgârı, yağmuru olur dünya ya düşersin.

Derseniz, yaşadığım hayat bana göre değil. 

Doğa sizi alır içine ve rüzgâr olur savurur. 

Her rüzgârda ki fısıltı bir insanın sevinç çığlığıdır.

Her yağmur tanesi sizin doğanın kucağında ki sevinç gözyaşınızdır.

Doğanın kucağında iken si hayal kurmakta özgürsünüz.  

Her annemi babamı açtığımda dedem bana, “doğa kucağının;” adil olduğunu herkesin mutlu olduğunu anlatırdı. 

“Ana kucağı, yar kucağının” turnusolü olduğunu söylerdi.

Artık ana kucağının eksikliğini doldurmam mümkün değildi.

Bunları bana her zaman anlatırdı. 

Bu cümleler; yüreğimi nakış gibi sarmıştı. 

Her nefes alışverişimde, beynimi bu sular besler, karakterime, cümlelerin yansıması nüfuz ederdi. 

Artık kendi kendime, tekrar eder olmuştum. 

Onun içindir ki, ben yatağının yanı başında durur iken, konuştuğunu sanıyordum. 

Oysa ben bunları dedeme söylemiştim. 

Kendisinin daha önce bana anlattıkları ve küçük dünyama sığdırdıklarımdı. 

Artık nefes almıyordu. 

Yüzü kurumuştu. 

Gözü çukurunu içine gömülmüş, elmacık kemikleri, fetih edilmeyi bekleyen bakire tepecikler gibi yüzeye çıkmıştı.

İki ayağı birbirine yaklaşmış sanki yatarak hazır ol komutun da bekliyordu. 

Üstündekileri her zaman aynı kıyafetleri giydiği için, sanki kendi derisi gibi olmuştu. 

Bedeninden bir beden daha girerdi elbiselerine. 

Pantolonun ve gömleğin ceketi rengi aynılaşmıştı. 

Hepsi kafasında ki külah ile yırtık sadece avuçlarını ve birkaç parmağını saran eldivenin renginin karması idi.

Kokusu beni uyandırıyordu.

Benim hayatta olduğumun kokusuydu. 

Kalkmak istemiyordum.

Üç gün dedemin mevtasına sarılarak uyudum. 

Yüzünü yıkıyordum. 

Su içirmeye çalışıyordum. 

Ağlamıyordum ama göz yaşım akıyordu. 

Sarıldıkça çaresizliğin, beni kendine doladığını hissediyordum. 

Artık ilişki kucağında uyumayacağım. 

Beni öldürecekti.  

 “İlişkiler; var olmanın düşmanı ve Umdun celladıdır.”

Ana kucağı hariç…

Biliyordum ki “Ana kucağı, yar kucağının turnusolüdür.”

Bayram usulca rüzgâra döndü, yen hayatım başlıyordu.

İnsanlarla dolu tek kişilik zindan…

Deniz, gece, bank, iki adam, yağmur, ay ışığı ve birbirini yeni gören, 

“Hayallerinin toplamı sıfır olanlar…” 

Saygıyla…