Olduğumuzdan farklı görünmeye, farklı algılanmaya ne kadar da hevesliyiz, neredeyse yaşam şeklimiz haline getirdik, aşina olduk. Neysek oyuz işte, ne faydası var ki gösterişin, ikiyüzlü hallerin. Elbette göründüğümüz halin çok ötesinde, üzerinde, yüksek kalite ve şatafatlı hayallerimiz olabilir. Göründüğümüzün ötesinde hayallerimiz gibi planlanmış, hayatımıza adapteye hazır programımız dahi olabilir. Ne yanlış anlaşılabilecek gösteriş halleri ne de yanlış anlayacak sığ, dar kafalılığın hiç ama hiç birimize faydası olmaz. Sığ, kısır düşünme hali kendi zavallılığımızı ortaya koyacağı gibi yeni nesil içinde kötü örnek oluşturacaktır, hedeflerini şaşırtacaktır.

Değerli Arkadaşım “Mert Özay” Beyefendi aşağıda ki metni yazmış ve sosyal medya hesabından paylaşmış. Gösterişe aldanmamak ve aldatmamak için muazzam bir etkileşim unsuru, okuyun da görün;

Türkiye’deki şekilcilik sosyolojik açıdan incelenmeye pek elverişli bir konudur. Türkiye halkı Edirne’den Kars’a şekilci bir halktır. Bununla ilgili çok fazla deneyimim var, tezimde çok eminim.

Geçtiğimiz haftalarda Veliefendi hipodromuna yarışlarda koşacak atlarımı izlemeye gittim. Babamın 1998 model arabasıyla. Babam arabasını çok sever ve kesinlikle başka bir arabayla aldatmaz. Hala arabasındaki araç telefonunu kullanır ve arabada telefon olması babam için müthiş bir teknolojidir.

Veliefendi’nin girişinde iki otopark var. Soldaki VIP üyeler ve at sahipleri için. Sağdakini “sıradan vatandaşlar” kullanıyor. Sol taraftaki otopark girişine geldim fakat kapı açılmadı. Kornaya bastım. Güvenlik, kulübeden çıkıp “hayırdır nereye” hareketleri ile arabaya yanaştı. Sağ tarafı işeret etti “oraya oraya. Burası değil” dedi.

“At sahibi kartım var buraya gircem” dedim. “Hani bakayım” dedi. Sonra “bi teyit edelim” diyerek kartı alıp gidiyordu ki “......!!! ...!! ....!!!” dedim kendisine.

“Tamam, beyefendi hakaret etmeyin buyurun geçin” dedi.

“Aç ulan şu kapıyı hıyarağası” dedim. Önce ki söylediklerimin yanında bu hafif kalmış olacak ki bir şey demedi.

Bu sabah Veliefendi’ye son model cipimle gidip ana giriş kapısından içeri girdim. Henüz sağa ya da sola hareket etmemişken sol taraftaki kapı açıldı hemen. Bende tamamen puşt’luğuna sağ taraftaki “sıradan vatandaş” otoparkına yöneldim. Güvenlik yanıma geldi. (Hıyarağası olan değil başka bir güvenlik bu) “Efendim jokey kulübü üyesi misiniz?” Dedi. “Evet ama kartımı evde unutmuşum” dedim. “Olsun efendim buyrun buraya alalım” dedi sol tarafı göstererek. Ona dedim ki: ....!!! ...!!!!! ..!!

Çok bozuldu adam. Bak dedim güvenlikçi bey senin o şekilci yaklaşımlarını yerim.

Velhasıl, bu halkın birey olarak duygulara, düşüncelere, olaylara, durumlara, davranışlara bakış açısının çok hastalıklı olduğunu düşünüyorum. Bu güvenlik arkadaşlar hasta bir toplumun hastalıklı üyelerinden sadece iki tanesi.

İsveç, Norveç, Almanya, Amerika gibi ülkelerde yönetici, CEO, şirket sahibi, milyarder konumundaki insanların yaşam tarzları Türkiye'de bulunan emsallerinde olsa neler olurdu diye düşünmeden edemiyorum. Amerika’daki bir stajımda Coca-Cola’nın CEO’sunun telefonunu görmüştüm. Nokia bilmem kaç. Ekranı tetris ekranından halliceydi. Telefon melodisi de Mozart’ın 40. Senfonisiydi.

Türkiye halkı, bedenin kendisine, bedende bulunan beyine, beyindeki fikirlere değil de bedeni saran çula çaputa odaklanır, eşyaya önem verir, markaya saygı duyar.

Bakın benim cipim var ona göre. Saygılı olun yamulturum. (ironiden anlamayan nesle de aşina değilim.)

..

Bu yaşanmışlık ve de güncel olay öylesine vurgulayıcı ki, çok şey yazmanın dahi manası yok. Sormak isterim yine de, somut sahiplikler boyalı, cafcaflı, markalı sahiplikler yerine duruşumuz, karakter ve kişiliğimiz, hasletlerimiz, ilkelerimiz, tarzımız, kısacası soyut sahip olduklarımız daha ön plan da ve vurgulayıcı değil mi? değil diyenleriniz var ise, olmamalı mı?