Son dönemde içinde bulunduğumuz kaotik sarmalı dikkatle takip eden birçok çevre en az bizim kadar üzüntülü, hatta kaygılıdır! Kaygılı olmamak için gözün kör kalbin kararmış olması gerekir!

Ülkeler bazen askeri müdahaleler, işgaller ve yıkımlarla yok edilirler. Ancak çoğu zaman günümüzde olduğu gibi soğuk savaşın en güçlü silahları olan psikolojik ve sıcak savaş harici her türlü savaş türlerini kullanarak işgal edilebilirler! Tıpkı Türkiye’ye karşı yönünü kesme ve caydırma operasyonlarında olduğu gibi! 

Türkiye birçok İslam ülkesinden farklı şartlarda kuruldu. Ve hiçbir ülkenin boyunduruğunu kabul etmedi. Hem de Batılı güçlerin hegemonyasından kurtularak! Gerçi bazı geri alınamayabilecek tavizler verildi ancak yine de bu durum Batı güçlerini teselli etmedi! Türkiye’nin Batı emperyalizmine karşı kurulmuş olması ve her istenildiğinde yönlendirilemeyen bir güç olagelmesi Batıyı her daim kaygılandırdı. Bugünlerde de aynı kaygıların sonuçlarını yaşıyoruz. Batı ve işbirlikçileri bir türlü Türkiye’yi istedikleri gibi şekil veremiyor, dizayn edemiyor!

Türkiye’nin Osmanlıdan itibaren önünü kesme politikaları Cumhuriyet sonrası da devam etti. Vatikan başta olmak üzere Batılı güç odakları çoğu zaman dışarıdan ve son yüz yılda içeriden ele geçirdikleri imkanlarla bu yolda epey bir mesafe kat ettiler. Öyle ki Osmanlıda padişahları, devlet adamlarını, aydınları ele geçirebilecek, Cumhuriyet Türkiye’sinde başbakanları dahi devirebilecek güce ulaştılar. Açık ve örtülü darbelerin arkasında artık anlaşılmıştır ki Batı ve onun yandaşı iç ve dış güçlerin birleşik bloğu var!

Türkiye’de iktidarlar çoğu zaman ekonomik, siyasi ve toplumsal anlamda muktedir olamamış, ya da muktedir yapılmamışlardır. Ancak Menderesle başlayan çevrenin merkeze olan ilgisi ve istencinin artmasıyla merkezi ellerinde bulunduran Batının taşeron baronları bir şekilde gizli güçlerini açığa çıkarmakta ve Türkiye’nin çevresini-halkını, tabandan gelen dalgayı çevreleyerek merkezi güçleri etkin kılacak askeri ve ekonomik planlarını devreye sokma gayreti içerisine girmektedirler. Bu yapılanmanın planlarının XVI. yüzyıldan itibaren devam eden bir süreç olduğunu söylememiz gerekir.

Menderesin idamına giden yolda ABD’nin rolü artık tartışma götürmez bir gerçektir. Türkiye bir şekilde ayakları üzerine doğrulma emareleri gösterdiğinde önüne konan türlü yemlerle, tuzaklarla yönü değiştirilmeye çalışılmaktadır.

Her dönemde okunması gereken en önemli kitaplardan birisi de Malik Bin Nebi’nin “Sömürge Ülkelerinde Fikir Savaşı” kitabıdır. Kitabı okurken aklınızın bir köşesinde Türkiye üzerinde oynanan oyunları, planları da göz ardı etmemek gerekir. Türkiye bir anlamda Türk- İslam dünyasının son kalesidir. Hem de akılcı, üreten, sorgulayan İslam’ın. Bu cümleden sakın Selefiyecilik algılanmasın. Bizantinizm, Avengelizm, Siyonizm...pek çok yeraltı derin teşkilatının her türlü çabalarına rağmen kurulan bir devletin ayakları üzerine doğrulmaya başladığı ve önüne büyük hedefler koyarak yürümek istediği türden bir akılcılıktır kastettiğimiz Türk İslam’ı akılcılığı.

Açık ve gizli darbelere rağmen milletin devletine olan bağlılığının akılcı İslam anlayış ve algısı sayesinde Oğuz Ata ile başlayan Selçuklularla kurumsallaşan, Osmanlı ile kökleşen bir devlet modelinden bahsediyoruz. İslam’la moderniteyi, İslam’la aklı, İslam’la secülerliği çatışmaz hale getiren bir milletin medeniyet birikimi sayesinde yeniden ayağa kalkmak isteyen bir ülke ve devletten bahsediyoruz!

Akıl dinin temel direğidir. Aklı dışlayan paganist Hıristiyanlıktan ayrılan en önemli yönümüz akılla imanın ayrılmazlığı ve birbirini bütünlemesine fazlasıyla yer verilmiş olmasıdır. Ancak Türkler arasında ümmi kabilelerde bile akıl ön plandadır. 

Aklı ön plana alan bir kültür ve dinin temsilcileriysek aklı dışlayan ve kendilerine biat etmemizi bekleyen ideoloji, fikir... düşünce ve yönetimlerini bir yana bırakmak durumundayız! Devletleri ellerinde bulunduranların ideolojileri değer yargılarınıza, kültürel ve ekonomik hayat anlayışınıza, inancınıza uygun değilse itaat edilmemesi gerektiği gibi bir güçlü bir nass’la size değer veren ve kararı sizin iradenize bırakan yine Maturidi aklıdır, İslam’dır.

Lafı getireceğimiz nokta bellidir. 300 yıldır aklımızı başkalarına emanet ettiğimiz ve başkalarından emanet dünya ve devlet sistemleriyle hayatımıza yön verdiğimiz dönemden itibaren ne dünya işlerimiz ne de imanla olan bağımız yolunda gitmiyor!

Kabul etmemiz gerekir ki Osmanlı aklı dışladığı ve Emevi Arap anlayışı olarak kabul edilen inanç anlayışından medet ummaya başladığı dönemden itibaren ataletten kurtulamamıştır. Gelişme, ilerleme, inanç ancak aklın gönülle birleşmesi ile tamamlanır. 

Türkiye’nin içinde bulunduğu durum tarihsel süreç içerisinde Osmanlının çöküş döneminde yaşadığı birçok durumdan farklı görünmemektedir. Dışarıdaki baronların yerli taşeronları birçok çevrede akıl tutulması yaratarak medya ve ekonomik güç odaklarını elinde bulunduranları harekete geçirmekte ve kıskaca aldıkları çevrelerle ve onların yararına olacağına inandırılan değerler, kurumlar üzerinden merkezi ele geçirme mücadelelerini var güçleriyle sürdürmektedirler. Merkez giderse ne Türlük kalır ne de Türk.

Malik B. Nebi akıl tutulmasına ve sömürge ülkelerinde aydının ruh dünyasına ayna tutuyor kitabında.