Türk ve dünya kamuoyu son yıllarda, bilhassa uluslararası terör konusunda gündemden düşmeyen Afganistan ile ilgilenmektedir. "İlgilenilmeden bilgi kazanılmaz" gerçeğinden hareket ederek okuyucularımıza Afganistan hakkında bilgi sunmakta yarar görmekteyiz. Afganistan, yalçın kayaları, yüksek yaylaları, verimli ovaları ve ıssız çölleri arasında; uygarlığın izlerini taşıyan, tarih boyunca büyük göçlerin buluşma merkezi olmuş, tarihi çok eski bu ülkenin yüzölçümü 650 bin kilometre kare olup, nüfusu 20 milyona yakındır. Halk Pestu, Dari ve Türk kökenli dilleri konuşur. Ana etnik Unsur Potan'lar olup, ayrıca, Tacikler, Hazariler, Türkmenler, Özbek ve Kırgızlar da yaşar. Halkın çoğunluğu sünni Müslümanlar olup şiiler azınlıktadır. İran, Pakistan ve Rusya ile komşudur. Afganistan, yıllar öncesinde, ticaret yollarının kesiştiği bir bölge olduğu için yıllarca akınlara hedef olmuştur. Pers egemenliğinde kalmış, daha sonra Makedonyalı İskender tarafından ele geçirilmiştir. Ülke 300 yıl Yun-Baktırian Hanedanı tarafından yönetilmiş ve bu süre içinde Hint ve Yunan kültürü etkisi altında kalmıştır. Daha sonra kuzeyden gelen İskitler ve Kuşunlar Hint kültüründen etkilenerek Tuhari denilen kendilerine özgü uygarlığı geliştirmişlerdir. Afganistan 13. yüzyıldan önce Cengiz Han, daha sonra da Timur'un egemenliği altına girmiştir. Tarih boyunca kervan yollarının düğüm noktası olması dolayısıyle, çok değişik din kültürlerin etkisi altında kalmıştır. Budizm Çin'e, İslamiyet Hindistan ve Çin'e Afganistan yoluyla ulaşmıştır. Ortaçağ sonunda, deniz ticaret yolunun bulunması Afganistan'ın "Kavşak olma" özelliğini zayıflatmıştır. Bu dönemde komşu devletler güçsüzleşince saldırılardan uzak kalmış ise de halkın çoğunluğunu oluşturan Peştun'lar arasında çatışmalar uzun süre devam etmiştir. 19. yüzyılda, Çarlık Rusya ve İngiltere'nin yayılma siyasetleri sonunda, İngiltere Rusya'nın Hindistan'a sarkacağından çekinerek iki kez Afganistan'ı işgale kalkışmış ve 1880'de de Rusya ve İngiltere anlaşarak Afganistan Emiri Nabibullah'ın 1919'da öldürülmesi üzerine Afgan-İngiliz savaşı çıkmış, sonunda Afganistan 1921'de İngilizlere verdiği ayrıcalık haklarının büyük bir bölümünü geri almayı başarmıştır. Görülüyor ki, Afganistan her şeyi ile çok farklı bir millet ve ülke, tam bir mozaik görünümünde. Afganistan'ın Türkiyemizle ilgili bölümüne bir göz atarsak ATATÜRKÜMÜZÜ ve Afganistan'ın da genç Türkiye Cumhuriyetini tanıyan İLK DEVLET olduğunu görürüz. 1 Mart 1921'de Türk-Afgan anlaşması imza edilmiş ve iki ülke arasında ebedi dostluk ve iş birliğinin temelleri atılmıştır. 1926'da Kral olan Emanullah Han, 1928'de eşi ile birlikte Türkiye'yi ziyaret etmişlerdir. 20 Mayıs günü Ankara'da, Ankara Palas'ta, Kral onuruna verilen ziyafete, Gazi Mustafa Kemal Paşa, Krala hitaben "Afgan Milleti ile çıkış kaynakları Orta Asya olan cetlerimiz arasındaki kardeşlik bağları pek eskidir. İki eski kahraman milletin bugünkü evlâtları olan bizler, ibret dolu o sayfaları büyük bir ilgi ile okumalıyız. Orada, her iki milletin, bir safta, yanyana, aynı gayeye yürüdüğü ortak şanlar ve şerefler kazandıkları görülecektir. Hükümdar olarak siz, 1919'da kahraman Afgan milletinin başında, Asya'nın ortasında İstiklal mücadelesine atılırken, biz de aynı tarihte, Avrupa'nın doğusunda istiklâl ve hürriyetimize vurulan darbelere göğüslerimizi siper ederek dövüşüyorduk." ATATÜRK'ün bu anlamlı konuşmasının ardından dostluk ve birlikte çalışma anlaşması imza edilmiş ve "Türkiye Cumhuriyeti, Afganistan'ın yükselmesi ve gelişmesi için isteyeceği adli, ilmi ve askeri desteği Afgan Devleti'nin hizmetine vermeyi taahhüt eder" diyerek, yıllarca verdiği sözü yerine getirmiştir. ATATÜRK, doğu sınırlarını da güvence altına almak maksadıyla, 8 Temmuz 1937'de, Tahran'da, Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında dostluk ve saldırmazlığı amaç güden "Sadabat Paktı"nın imzasına ön ayak olmuştur. Dost ve müttefik Afganistan zaman içinde huzur getirmeyen olaylara da sahne olmuştur. ATATÜRK ve onun inkılaplarından etkilenerek yeniliklere başlayan Kral Emanullah Has, gerici ve safta din adamlarının karşı koymaları yüzünden ülkesini terketmek zorunda kalmıştır. Yerine geçen Nadir Şah'ki, ülkesini Rus işbirlikçilerine teslim ederek İtalya'ya gitmiş ve orada kalmıştır. Afganistan'ın bugünkü duruma düşmesinin sebebini, Türk Harp Akademisinden mezun olmuş olan, Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Sayın Said Hassan bana şöyle açıklamıştır. Kendileri, 1963-1968 yılları arasında Ankara'da Büyük Elçi olarak ülkesini temsil etmiş, daha sonra Türkiye'ye iltica etmiştir. Anlattıkları insanlarımıza, yöneticilerimize, bilim ve siyaset adamlarımıza, basın mensuplarına ve ASKERLER'e ibret olacak örneklerle doludur. Bir devlet nasıl içten çökertilir, nasıl işgal edilir, işbirlikçiler kimlerden seçilir hepsi onun anlattıklarında görülür. Şimdi, Orgeneral HASSAN'ı dinleyelim. (Bu konuşmayı bizzat yaptım ve ses kayıt aletime geçirdim.) "İngilizler, Güney Asya'dan çekildikleri zaman, gerilerinde Pakistan-Hindistan arasında Keşmir, Afganistan-Pakistan arasında da Paştunistan anlaşmazlıkları gibi sorunlar bırakmıştır. Sovyet politikasını planlayanlar ise, siyasi entrika potansiyelinin yüksek olduğu bu bölgede Sovyetlerin genişleme şansına sahip olacağı kanısına varmışlardır. Bu maksatla, 1955'de Afganistan'a 100 milyon dolarlık kredi verilerek ekonominin geliştirilmesi ve Afgan Ordusu'nun modernleştirmesi niyeti güdülmüş, Sovyet Üniversitelerinde "Afgan olayı kürsüleri" kurulmuş, pek çok subay eğitim için Rusya'ya gönderilmiş; buna karşılık sovyet personel ve teknisyeni Afganistan'a gelmeye başlamıştır. Bu çalışmalar sırasında Nur Muhammet Terakki liderliğinde, Afganistan Demokratik Halk Partisi" adıyla bir Komünist parti kurulmuştur. Bu partiye katılan ve kralın yeğeni olan Davut Han Babrak Karmal ile birlikte hükümet darbesi yapmıştır. Nihayet, 1978'de "Devrim Konseyi" iktidarı ele geçirmiş rejime karşı olan askerleri temizlemiştir. Komünist rejiminin kuruluşunun ilk yılı içinde 12 bin kişi idam edilmiş, bu duruma tepki olarak subay ve askerler mücahitler sefere katılmıştır. Basılan askeri kadrolara da Sovyet Komutanlar geçmiş ve 1979'da Sovyet danışmanların sayısı 10 bin olmuştur. Sovyet rejimi uygun ortamı bulduğuna inanmış, Aralık 1979'da Sovyet Ordusu Afganistan'ı işgale başlamış, Hafızullah Amin ortadan kaldırılmış yerine Babrak Karmal getirilmiştir. Afganlı mücahitler işgalci Sovyet Rusya kuvvetleriyle çarpıştılar ve onları ülkelerinden kovdular. Sonra Taliban gerçeği ile başbaşa kaldılar. Arapların da iktidar kavgası başladı. ABD'nin kanlı düşmanı Bin Ladin bu coğrafyada yer tuttu; fakat yakalanamadı. Şimdi dünya devletleri bu ülkede sükûnet ve sivil yönetimin otoritesini sağlamaya çalışmaktadır. Bizim de askerlerimiz olanca güçleri ile çalıştılar. Halen eski bir başkanımız görev başında, Türk dostluğu aksamadan sürüyor. Ne var ki, vazo kırıldı, parçalar birleştirilebilir mi? Zaman gösterecek. Sayın Org. Hasan'a Genelkurmay Başkanı olarak ülkesinin bu tehlikeli gidişini görüp-görmediğini sordum. Görmüş ve "Kral hazretlerine"(!) Komünist partisinin kapatılmasını teklif etmiş, kabul edilmemiş. Bunun üzerine, ülkesini kurtarmak için, askeri bir müdahale yapmayı düşünmüş. Bu maksatla, İSTİHAREYE YATMIŞ, GÖRDÜĞÜ RÜYA ONA MÜDAHALE YAPMAMASINI İLHAM(!) ETMİŞ, kendisi de ülkesinden ayrılmış. Bana "Müdahale edilseydi, ülkem bu duruma düşmezdi" dedi. Bizde bu duruma uygun bir söz vardır. Bad'el harabül Basra "Basra harap olduktan sonra" Bir ülkenin içine düştüğü bu acı verici durumdan çıkarılacak ders, ATATÜRK'ün din ve devlet işlerini anlayamayan, anlamak istemeyenlere en çarpıcı örnek budur. Sonra, yardım almaya alışanların, buyruk almaya alışacaklarıdır. Biz de ülkemizde yıkıcı, bölücü ve gerici faaliyetleri gördük. Ülkemiz zaman zaman iç harbin eşiğine geldi. Ama, milletimizin sağ duyusu ve Silâhlı Kuvvetlerimiz ülkemizi felâketlerden uzak tuttu. Afganistan olayı, askeri müdahaleler için, "Darbe, darbeciler, ülkeyi 50 yıl geri götürdüler" diyen çapsız, basiretsiz, uşak ruhlu inksanlara en iyi CEVAP ve ÖRNEKTİR.