Bu seferki yerel seçimler, kendine özgü olması gereken mecradan çıkmış, üsluplar oldukça sertleşmiş, suçlamalar artmış, ifadeler tehdide dönüşmüştür. Demokrasinin esası olan, seçimle gelindiği gibi seçimle de gidilebileceği ilkesi göz ardı edilmiş, her ne pahasına olursa olsun, mutlak iktidar olma ve iktidarda kalma isteği ön plana çıkmıştır.

Siyasilerin sözleri, gerginliği ve kutuplaşmayı bir çatışma ortamı yaratacak dereceye taşımasına rağmen, ne mutlu bize ki toplumun sağduyusu, Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Laik-Anti Laik gibi ayrıştırma teşebbüslerinde olduğu gibi buna da imkân tanımamıştır. Bu da Türk Milletinin alicenaplığından kaynaklanan bir özelliktir.

Seçim bir şekilde sonuçlanır. Bu bir ölüm kalım değil, idareye talip olma meselesidir. Demokratik olgunlukla karşılanması gerekir. Önemli olan içinde bulunduğumuz sıkıntıların nasıl bertaraf edileceği, normalleşmeye ve iyileşmeye nasıl geçeceğimizdir.

İçerideki durumdan çok daha önemli olan, dış politika, güvenlik ve ekonomi kapsamında gelişen olayların bütün sıcaklığıyla devam etmekte olması ve bizi yakından etkilemesidir. 

Suriye üzerindeki oyunlar

Suriye konusundaki belirsizlikler devam etmektedir. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarıyla Suriye kuzeyinde oluşması muhtemel bir terör koridoru önlenmiş, ancak sonrasında bugüne kadar kendi açımızdan olumlu bir gelişme kaydedilememiştir. Bunun ana sebebi, bölgede etkin güçler olan Türkiye, ABD, Rusya ve İran’ın beklentilerinin farklı olmasıdır.

Türkiye’nin amacı, başta PYD/YPG/PKK olmak üzere, her türlü terör yapılanmasının bertaraf edilmesi, Suriye’nin siyasi birlik içinde toprak bütünlüğünün oluşturulmasıdır. Böylece bölgeden gelebilecek tehditlerin ortadan kalkarak kendi güvenliğinin sağlanmasıdır.

ABD’nin amacı, Suriye’nin kuzeyinde PYD/YPG/PKK’nın bir müttefik olarak kabul edilip güçlendirilmesi ve bu yapıya dayanan bir etkinlik oluşturarak bölgede kontrolün sağlanmasıdır. Bölgeden çekilme söylemi gerçekçi değildir. Önemli olan İsrail’in güvenliğini daha etkin bir şekilde gerçekleştirmektir. İran’a olan baskısını da aynı çerçevede mütalaa etmek gerekir.

Rusya’nın amacı, Suriye üzerinde var olan etkinliğini güçlendirmek, kalıcı hale getirmek, bölgenin başka güçler tarafından kontrol edilmesini önleyerek bölgedeki varlığını devam ettirmektir. PYD/YPG/PKK’ya karşı net bir tavır sergilemediği gibi onu tamamen ABD’ye kaptırmamak için tavizler vermeye de devam etmektedir. 

İran’ın amacı ise, Suriye’deki Şii hâkimiyetini devam ettirerek, Irak’ta olduğu gibi, kendisinin burada da söz sahibi olmasına imkân yaratmaktır. Rusya’yla da işbirliği içinde hareket ederek ABD baskısını hafifletmeye çalışmaktır.

Amaçları bu kadar farklı olan ülkelerin bölgede çözüme yönelik bir mutabakat oluşturmalarını beklemek gerçekçi değildir. Astana Süreci kapsamında Türkiye-Rusya-İran mutabakatı devam etmesine rağmen etkin sonuçlar alınamamaktadır. 

Nitekim İdlip’te HTŞ hâkimiyeti vardır. Buna karşı yapılacak kapsamlı bir harekâtta Türkiye’ye çok miktarda mülteci gelmesi tehlikesi mevcuttur. Türkiye’nin gayretiyle sadece Rusya-Suriye müşterek kara harekâtı şimdilik yapılmamaktadır. Ancak hava ve kara bombardımanları devam etmektedir. Türkiye-Rusya müşterek harekât teşebbüsü de olumsuzlukla sonuçlanmıştır. Gözlemci noktaları varlığını sürdürmektedir. Ancak fazla etkin olamamaktadır. İdlip’te durum hassasiyetini korumaktadır. 

Ayrıca Rusya ve İran’ın, Türkiye’nin Menbiç ve Fırat doğusuna yapmayı ilan ettiği operasyonlara sıcak bakmadıkları da bilinmektedir. Rusya’nın ortaya attığı Adana Mutabakatı, Türkiye’nin Suriye’yle iletişim ve hatta işbirliği içinde hareket etmesine yöneliktir.

Türkiye’nin ABD’yle mutabakat sağlaması da nerede imkânsız görünmektedir. Menbiç konusunda verilen sözler tutulmamıştır. Aksine amaçlarına uygun olarak PYD/YPG/PKK güçlendirilmeye devam edilmektedir. Tampon bölge söyleminin, teröristleri Türkiye’den korumak için olduğu açıklıkla ifade edilmektedir. Türkiye’nin istekleri dikkate alınmamaktadır.

Bu şartlar altında Türkiye’nin Menbiç ve Fırat’ın doğusu operasyonlarını yapması mümkün görülmemektedir. Bunun ancak şartların bir şekilde değişmesi halinde gündeme gelmesi mümkün olabilecektir.

Bu konuda çıkış noktasının, Türkiye’nin Suriye’yle doğrudan iletişime geçmesi ve Suriye’nin siyasi birlik içinde toprak bütünlüğünün sağlanması için müşterek hareket etmesi, buna Rusya ve İran’ın da destek vermesiyle etkinliğin arttırılması olduğu değerlendirilmektedir. Böyle bir durumda ABD’nin dengelenmesinin göz önünde bulundurulmasının önemli olduğunu belirtmekte de yarar vardır.

Kıbrıs, enerji kaynakları, 18 ada çıkmazı

Kıbrıs konusunda halâ müzakereden medet uman yöneticilerimizin olduğunu üzüntüyle ve endişeyle izlemekteyim. Bugüne kadar yapılan müzakerelerden bir sonuç çıkmadığı gibi, her müzakerede verilen tavizler Rumların kar hanesine yazılmakta, bir sonraki müzakereye bunlar cepte olarak başlanmaktadır. Bu nedenle müzakere demek taviz demektir.

Türkiye’nin ve KKTC’nin kaybedeceği bir şey yoktur. Fazlasını kazanması da biraz zordur. Bu nedenle neden bizim müzakere yanlısı olduğumuzu anlamakta güçlük çekiyorum. Tarih boyunca gerçekler ortadadır. Dili, dini, ırkı, mensubiyeti, kültürü her şeyi farklı iki toplumdan bir devlet olamaz. Zorlamaya gerek yoktur. 

Kıbrıs konusu 1974’de çözülmüş, 1983’de bağımsız Türk Devleti’nin ilanıyla bitmiştir. Rum tarafının, Rumlarla sözde birlikte yaşamaya hevesli yönetici ve Türk toplumunun küçük bir kesiminin propagandalarının oyununa gelmemeye dikkat edilmelidir. Bunlar Batı’nın kışkırtmalarıdır.

Kıbrıs civarındaki enerji kaynaklarının bulunması, işletilmesi ve nakli konusunda GKRY, Yunanistan, ABD, İsrail ve Mısır’ın menfaat birliği içinde oldukları görülmelidir. Bu nedenle derhal Türkiye ve KKTC’nin Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölgelerini ilan etmeleri, bunu korumaları ve arkasında durmalarının gerekli olduğu değerlendirilmektedir.

2004 yılından itibaren Yunanistan tarafından işgal ve iskân edilen, yerleşim merkezi haline getirilen ve askeri tesis yapılan 18 ada ve 1 kayalığın, haksız ve hukuksuz zapt edilmesinin hesabı sorulmalı, geri alınması için teşebbüste bulunulmalıdır. Sessiz kalmamızın sebebi bugüne kadar açıklanamamıştır.

S-400 füzesi, F-35 uçakları ve Golan Tepeleri sorunları

Türkiye’nin uzun bir süredir ihtiyacı olan ve yokluğunda sıkıntı çektiğimiz orta-uzun irtifa uçak ve füze savunma sistemi konusunda yapılan araştırmaya en iyi cevabı veren Rusya’yla S-400 füzeleri için anlaşma sağlanmıştır. Siparişi verilmiş, ön ödemesi yapılmış, üretim son aşamaya gelmiştir. Temmuz 2019’da gelmesi, Kasım 2019’da faaliyete geçmesi hususunda hazırlıklar tamamlanmıştır.

Önceleri bu konuda tamamen duyarsız kalan, isteklerimize cevap vermeyen, ihtiyacımızı görmezden gelen ABD, şimdi bu füzelerin NATO sistemine uyum sağlamayacağını, üstelik yazılım sırlarının Rusya’ya geçmesine sebep olacağını beyan ederek bundan vazgeçmemizi, aksi takdirde yaptırım uygulayacağını açıklamıştır. Haksız olan bu beyan Türkiye’yi sıkıntıya sokmuştur. Bundan vazgeçmeyeceğimizi açıklamamız gerilim yaratmaya başlamıştır.

Türkiye’nin ortak olduğu konsorsiyumdan alacağı ve bir kısım parçalarını da ürettiği F-35 uçaklarının, Rusya’dan S-400 füzesi alacağımız gerekçesiyle tesliminin, yaptırımlardan biri olarak, ABD tarafından durdurulacağı açıklanmıştır. Hatta Türkiye’ye verilmeyecek bu uçaklar için alternatif ülkelerin arandığı haberi de çıkmıştır. Türkiye bu haksız tutumdan dolayı da sıkıntıya girmiştir.

Bu sıkıntının ABD’yi ikna yoluyla aşılması en mantıklı ve doğru yoldur. Ancak ABD’nin bunda inat etmesi mümkün görülmektedir. İkinci bir yol ise Rusya’yı ikna ederek alımdan vazgeçmektir. Bu aşamada bunun da neredeyse imkânsız olduğu açıktır. Ancak çok büyük tavizlerle mümkün olabilir. Türkiye zor bir tercihle karşı karşıya kalmıştır.

Durum böyleyken ABD’nin,1967’den beri fiilen İsrail işgali halindeki Golan Tepelerinin resmen İsrail egemenliğine geçmesinin zamanının geldiğini açıklaması bölge gerginliğini daha da artırmıştır. 

Yahudi damadı da olan Trump’ın Yahudi hayranlığı, İsrail’in güvenliği ve bölgedeki etkinliğini arttırma düşüncesi had safhadadır. ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun, Trump’ın tanrı tarafından Yahudileri korumak için gönderildiği fikrine kesinlikle katıldığını ifade etmesi, artık çılgınlık derecesindedir. 

Türkiye’nin Golan Tepelerinin egemenlik hakkının İsrail’e geçmesine karşı durması da ayrı bir gerginlik konusu olarak ortaya çıkmıştır.

Bizim süratle iç çekişmeleri bırakıp, dış politikadaki sıkıntılara, güvenlik sorunlarına ve ekonomik alanda çıkış yolları aramamıza yönelmemiz zorunlu hale gelmiştir. Aksi takdirde o zaman beka sorunlarıyla karşı karşıya kalacağımız açıkça görülmektedir. Adım adım sıcak günlere doğru yol aldığımız ve 2019 yılının oldukça zor geçeceği anlaşılmaktadır. 

24 Mart 2019