Acıdan zaman zaman beslediğim doğrudur.

Bazen gerçek duygusal travmaları da ölçüsüz ve ayarsız yaşayabiliyorum.

Bu belki de beni diri tutuyor.

Aslına bakacak olursak hepimiz bir takım acılardan nemalanırız.

Ama az ya da çok.

Bizi açıdan besleyen bu melankolik arabesk ruh dna'larımızda yazılıdır.

Bizler Nuriye'nin sütlüsünü,

Parmağın vezir olanı severiz.

Tavuğun göğsünü...

Tatlılarımızda bile seksüel ve güç devşirmek bizim için sıradan bir mesaj halidir.

Az gelişmişlik düzeyinin yansımasıdır.

Bakiniz yeme içme işlerinde bu arabesk ruhu, orta doğu yapısını görürsünüz.

Sebze yerine, etle beslenme.

Tatlı dünyamıza zenginliği ile sanata, edebiyata ve kültürel aksiyonlar bakışımız açısında paralellikler vardır.

Neyseki okumuşumuz bile biraz arabesktir.

Yani coğrafya kaderdir diyen, İbni Batuta'yı haklı çıkarmak için gereken tüm özeni göstermişlerdir.

Neyse çok fazla derinlere dalmayayım.

Zaten siyasetle alakalı yazmiyorum.

Daha doğrusu Silivri ve soğuk ikilemi arasında ki boşluğu doldurmak korkusu da diyebiliriz.

Simdi daha önce okuduğum bir kaynaktan aldığım  yazıyı sizinle paylaşayım.

##

SÜRÜ PSİKOLOJİSİ

Genç kız randevusuna tam vaktinde geldi. Kimliğini görevliye verdi, kaydını yaptırdı, boş bir koltuğa oturdu. Ücretsiz göz muayenesi kampanyasından yararlanmak istiyordu. Belli ki, kampanya çok rağbet görmüştü. Salonda sekiz-on kişi daha vardı. Eline bir dergi aldı, okumaya başladı.

Biraz sonra “bip-bip” diye bir ses duyuldu. Herkes ayağa kalktı. Genç kız buna bir anlam veremedi. Sadece baktı etrafına, merakla. Sonra herkes oturdu, sessizce. Biraz sonra aynı ses bir daha duyuldu. Herkes yine kalktı, oturdu. Genç kız yine merakla etrafı süzdü. 

Bu arada doktorun yanından biri çıktı, salondakilerden biri içeri girdi. Sonra yine aynı ses duyuldu. Herkes yine kalktı, yine oturdu. Genç kız gittikçe meraklanıyordu.. Ses devam etti. Yine kalkmalar, oturmalar. 

Genç kız artık yanlış yaptığını, topluluğa aykırı davrandığını düşünmeye başladı. Yine doktorun odasından biri çıktı. Yine biri girdi. Yine aynı ses, yine aynı davranış. Artık genç kız da otomatik olarak kalkıp oturmaya başladı, ne yaptığını, neden yaptığını bilmeden.

Sonra salondaki herkes muayenesini oldu. Genç kız salonda tek kaldı. “Bip” sesleri, devam ediyor, kız da robot gibi oturup kalkıyordu. Derken salona yeni bir müşteri geldi. Sinyal geldikçe kız oturup kalkıyor, yeni müşteri de onu seyrediyordu. Üç, beş derken, yeni müşteri de oturup kalkmaya başladı. 

Ve bir üçüncü kişi geldi. Aynı sesler, aynı hareketler. Yeni adam bunlara baktıkça güldü ve hiç ayağa kalkmadı. O güldü, diğerleri onu küçümsedi, hiçbir şeyden anlamıyor, diye.

Bu bir sosyal deney, genç kız ve sonra gelenler ise denek, deneyin adı da “Sürü Psikolojisi" idi.

1841’de yazdığı, “Olağanüstü Kitlesel Yanılgılar ve Kalabalıkların Çılgınlığı” adılı kitabında Charles Mackay şöyle diyor, “İnsanlar, hep sürü halinde düşünür, sürü halinde çıldırırlar, ancak akıllanmaları tek tek ve yavaş yavaş olur.”

İnsanlar, sürü psikolojisiyle, çoğunluğun yaptığından etkilenirler. Sürüye uyanlar neden uyduğunu bilmez. Sormaz, sorgulamaz, cevap aramaz çünkü. “Madem herkes böyle yapıyor, bu doğrudur,” diye düşünür. Düşünerek beynini yormak yerine, çoğunluğun yaptığını yaparak rahat eder. Aykırı davranmanın, suçluluk psikolojisi yaratacağını, sürünün bir parçası olarak toplum içinde tehlikeden uzak yaşayacağını düşünür. 

İşte şimdiki durumumuzun tam da sonucu budur.

Otur deyince oturan.

Kalk deyince kalkan.

Beynini, aklını hatta bedenini kiraya veren birçok sürü...

Birçok akılsız nefes alan ölüler ile doluyuz.

Vesselam...