Zeytin Dalı hareketi askeri ve diplomatik boyutuyla derinleşerek sürerken çevremizde ve dünyada başka gelişmeler de var. Myammar’da ve Filipinler’de Müslümanlara karşı uygulanan soykırım, muhtemelen bir aşama sonra Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taşınacaktır. Tıpkı Yugoslavya veya Ruanda için olduğu gibi tetikçiler cezalanacak, ancak onları yönlendiren, teşvik eden, en azından sessiz kalan başta BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri olmak üzere dünya bir bakıma günah çıkarmış olacaktır. Halen bu soykırımın sürdüğünü, âcilen yapılması gereken çok şey olduğunu, harekete geçmek için soykırımın tamamlanması gerekmediğini belirtelim.

Genelkurmay başkanımız, hem Suriye’de hem Ege’de savaşabiliriz demiş. Buna Ermenistan ve Kıbrıs cephelerini de ekleyebiliriz. Elbette sulh hayırlıdır. Ancak mecbur kalınca bundan kaçınmayacağımızı dost, düşman bilmelidir. Öte yandan Ege’de sadece Kardak için değil, 18 ada için de savaşabileceğimiz deklare edilmelidir.

Türk dünyasında memnuniyet verici gelişmeleri, Özbekistan’ın başta Kırgızistan olmak üzere komşuları ve diğer Türk cumhuriyetleriyle dostane ilişkileri geliştirmesini, kapanan kapıları açmasını başka haftaya bırakıyorum. Türkistan’ın merkezi, aynı zamanda ekonomik ve nüfus bakımından en büyüğü olan bu kardeş cumhuriyetten sevindirici haberleri paylaşma, yeni başkanın başarılı girişimlerini takdir etme borcumuzu kabul ediyoruz. Vefatının 100. Sene-i devriyesini yaşadığımız Sultan II. Abdülhamid Han ile ilgili yazacaklarımızı da erteliyoruz.

Başta Afrin’e müdahale dahil PKK terörünün ortaya çıkmasından beri yaşanan katliamlar, bombalanan şehirler ile harabeye dönen işyeryerleri sahiplerinin, yetim kalan çocukların, dul kalan kadınların, bu örgütü her fırsatta destekleyen, silahlandıran ABD’ye (ve diğerlerine) karşı hukuk mücadelesi başlatabileceklerini doğrusu düşünmemiştim. Halbuki mevcut Uluslararası Hukuk sistemi bu alanda önemli düzenlemeler getirmektedir. Bu kapsamda birçok mahekeme kararı da yol gösterici olabilir.

Öncelikle suçun niteliğine bakmamız gerekmektedir: Türk insanını, ekonomik ve kültürel varlıklarını hedef alan ve büyük tahribat yapan örgütler ile ABD’nin ilişkileri ortadadır. Bu örgütlerden PKK ve IŞİD, ABD tarafından resmen terör örgütü olarak tanınmıştır. PYD ise terörist olarak tanınmadığı halde bu örgütün PKK ve IŞİD ile işbirliği ve ilişkileri konusunda yeterli delil, şahit, belge ve dosya bulunmaktadır. Bu durumda, nereye kimler dava açabilecektir?

1990’larda İncirlik’ten kalkarak PKK’ya silah bırakan ABD uçakları konusunda zengin fotoğraf, şahit, belge dosyaları bulunduğu halde zamanaşımı sözkonusu olabilir. Ancak Suiye ve Irak’ta yaşananlar sürecinde ABD silahlarının bir şekilde PKK’ya aktarılmasında böyle bir sorun sözkonusu değildir. Afrin sürecindeki şehit ve gazilerin de sorumluluğunun resmen ABD’ye ait olduğu açıktır. Bu durumda ilk akla gelen mevcut sözleşmeler ışığında Milletlerarası Adalet Divanı’nda (MAD) ABD’ye karşı dava açarak tazminat istemektedir. Bunun için öncelikle ABD’nin de böyle bir dava konusunda MAD’nın yetkisini kabul etmesi gerekmektedir. Eldeki delillerle diplomatik yoldan talepler iletilir, bu sürecin tıkanmasıyla ABD’ye yargıya gitme önerisinde bulunulur. ABD, bunu kabul ettiği takdirde yargılamalar başlar, redderse prestij kaybına uğrar. 

İkinci yol ise mağdurların ve mağdur yakınlarının dava yollarıdır ki bu da ancak devletin ve ilgili sivil toplum kuruluşlarının desteği ile mümkün olacaktır. Bu kapsamda geçen yıl yaşanan şehir savaşları mağdurlarının örneğin Almanya’ya karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) dava açabilmeleridir. Çünkü bu süreçte PKK’yı eğiten, yönlendiren, hatta Alman görevlilerinin bilfiil yer aldığı terör faaliyetleri konusunda yeterli delil bulunmaktadır. ABD ise AİHM’nin yetkisini tanımamaktadır. Buna karşın BM bünyesinde imzalanan insan haklarını garanti eden İkiz Sözleşmeler ile bu kapsamda kurulan İnsan Hakları Komitesi bulunmaktadır ki bir bakıma bu komite Avrupa dışı ülkeler açısından AİHM’nin biraz ilkelidir. Ancak bu sürecin ABD’ye karşı işletilmesinde de sorunlar sözkonusudur.

Son olarak mağdurların/yakınlarının ABD mahkemelerinde dava açma imkanları bulunmaktadır. Belirtildiği üzere ABD’nin PKK ve IŞİD’e doğrudan ve dolaylı destekleri, ABD yasalarına göre de suçtur. PYD/YPG, terör örgütü olarak kabul edilmediği halde, ABD’nin resmi himayesinde bulunan bu örgütün PKK ve IŞİD’e yardım, destek ve müsamahası dikkate alındığında bu konuda da ABD yönetimine karşı kendi ülkesinde mahkeme yolu görünmektedir.

Öncelikle mağdurlar, organize edilmelidir. Maddi ve manevi zararlar hukuk literatürü kapsamında tanımlanmalı ve belgelenmelidir. Katliam, cinayet, bombalama dahil her türlü terörist faaliyetler ile adı geçen örgütlerle ABD’nin ilişkileri konusundaki deliller toplanmalıdır. Bu konuda istihbarat kuruluşlarının kabul edilebilir delilleri yanında sıradan vatandaşların bilgi, belge ve şahitliklerinden oluşan dev dosyalar ortaya çıkacaktır ki bu delillerin reddi mümkün olmayacaktır. Bu kapsamda ABD yetkililerinin (Beyaz Saray’dan sahadaki askerine kadar) beyanları da zengin delil kaynağıdır.

Dava açma ve takibini öncelikle Türk hukukçular yapacaktır. Ancak bu süreçte ABD hukukçularından her aşamada profesyonel yardım ve destek alınacak ve bu konuda hiçbir masraftan kaçınılmayacaktır. Siyaset ve diplomasi de bu sürecin takipçisi ve destekçisi olacaktır. Sürecin her aşaması başta ABD olmak üzere dünya kamuoyu ile paylaşılacak, belki de bu süreç sebebiyle sahadaki sorunlar çok daha kolay çözülecek, zararlar da tazmin edilecektir.

Terör mağdurlarının ABD’ye karşı dava açma önerisini ilk defa telaffuz edeni kutluyor ve herkesi bu konuda destek olmaya çağırıyorum.