ABD’yle sağlanan 120 Km. genişlik, 32 Km. derinlikteki güvenli bölgede, Türkiye tarafından sahaya hâkim olma ve temizlik faaliyeti devam ediyor. Henüz tam kontrol sağlanmış değil.

ABD bölgeden çekildiğini söylemesine rağmen yeniden bazı yerlere yerleşiyor. Gidici değil. Değişik hesaplar içinde.

Telabyad-Resulayn arası dışındaki Rusya’yla mutabakat sağlanan bölgede Türkiye-Rusya müşterek devriye faaliyetleri başladı. Ne zamana kadar devam edeceği ve maksadı gerçekleştirip gerçekleştirmediği henüz belli değil.

Şam yönetimiyle PKK/PYD arasında Rusya marifetiyle bazı mutabakatlar sağlanmış görünüyor. Ancak sonrası bilinmiyor.

ABD yeni arayışlar içinde

Öncesinde Suriye’den çekileceğini söyleyen ve askerlerinin ve tesislerinin bir kısmını Irak’ın kuzey bölgesine kaydıran ABD, Barış Pınarı harekâtından ötürü Türkiye’yle yapmak zorunda kaldığı mutabakatla öngörülen Güvenli Bölge’nin yanında Menbiç ve Kobani bölgelerini de boşaltarak güneye çekilmişti.

Ancak gelişmeler ABD’nin bölgeden gidici değil, aksine uzun vadeli kalıcı olduğunu gösteriyor. Bu kapsamda, Barış Pınarı Harekâtı sırasında Suriye'nin kuzeyinden çekilen ABD ordusu, Suriye-Türkiye sınırındaki boşalttığı Aynularab'daki Sırrin üssüne yeniden yerleşmesinin ardından Rakka'nın batısındaki Cezre üssüne de döndü.

Deyrizor bölgesi ise petrol açısından ABD için önem taşıyor. Trump’ın petrolü sevdiğine ilişkin açıklaması çok önemli. ABD’nin bu petrolden 30 milyon dolar kazandığı söyleniyor. Bunu bir petrol gaspı ve kaçakçılığı olarak nitelendirmek mümkün. Bu bölgede hem kendi askerlerini bulunduruyor, hem de SDG dediği PKK/PYD’yi. Hatta bu petrolün kendi tabiriyle “Kürtlerin”, aslında PKK/PYD’nin parasal desteği için kullanılacağını söylüyor.

ABD bu bölgeyle de yetinmiyor, Kamışlı bölgesindeki petrolü de kontrol edebilme düşüncesiyle Rusya’yla rekabet ediyor. Kamışlı ABD ve Rusya arasında paylaşılamayan şehir/bölge konumunda.

Görüldüğü gibi durum, ABD’nin Suriye’den çekilmesinin sözde kaldığını gösteriyor. Diğer taraftan da PKK/PYD’ye desteğinin sınırlı kalacağı, onun yerine başka arayışlar içinde olacağına ilişkin emareler de var. 

Hatırlanacağı üzere El-Kaide’yi ABD kurmuş, sonra onu düşman ilan etmişti. IŞİD, El-Kaide’den türemişti. Önümüzdeki dönemde IŞİD’in bir türevi veya başka bir terör örgütünün sahne alabileceğini de düşünmek gerekir. ABD’nin çok emek ve para harcadığı ve bir türlü terör örgütü olduğunu kabul etmediği PKK/PYD/YPG’den tamamen vazgeçmesi de beklenemez. Bu örgütün, Irak üzerinden İran’ın istikrarsızlaştırılmasında kullanılmasının mümkün olabileceği söylenebilir. 

Rusya iyi bir satranç oyuncusu

Şurası muhakkak ki, Suriye sorununda şimdilik en karlı çıkan ülke Rusya. Uyguladığı politika ve stratejilerle Akdeniz ve Ortadoğu’da, Suriye üzerinden, var olan etkinliğini daha da artırmış durumda. Astana ve Soçi süreçlerine ilave olarak Türkiye’yle sağladığı siyasi, ekonomik, askeri işbirliği ve mutabakatlarla Türkiye’nin ABD ve Batı dünyasından uzaklaştırma çabalarında mesafe almış durumda. Ancak güvenilir bir müttefik olduğunu söylemek de abartılı olur. Karşılıklı menfaatler çerçevesinde konu bazında ittifaklar sağlanan bir ülke olarak görmek daha doğru olacaktır. 

Rusya da PYD/YPG’yi bir terör örgütü olarak görmüyor ve onu ABD’den koparıp kendi kontrolünde tutarak bölgede kullanmayı tercih ediyor. Ayrıca gerektiğinde Türkiye’ye karşı bir argüman olarak kullanma düşüncesini de aklında tutuyor. 

Diğer taraftan Rusya Dışişleri Bakanı’nın “Kürt sorunundan kaçamazsınız. Suriye’deki Kürtlerin geleceği hususunu askeri eylemler olarak konuşmak yerine, bu konuda sakin bir biçimde anlaşmaya varılmasını olanaklı yapan koşulları yaratmış olduk. Sorun, Suriye krizinin parçası olmaktan daha geniş bir problem. Irak’ta, İran’da ve Türkiye’de yaşayan Kürtler var. Kimse bu ülkelerin, Kürt sorunu nedeniyle yaşanan bir gerginlikten dolayı infilak etmesini istemez. Hiç kimse Kürtlerin kendilerini ikinci sınıf insanlar olarak hissetmelerini istemez.” şeklindeki açıklaması, Rusya’nın konuya bizim gibi bakmadığını açık olarak göstermektedir. Bu nedenle kimlerle ittifak içinde olduğumuza ve muhtemel gelişmelere dikkat etmemiz gerekmektedir.

Rusya da Suriye’de kalıcı

Rusya’nın Suriye’deki varlığının ABD’den daha önce olduğu ve bu konuda çok mesafe kat ettiği biliniyor. Suriye kriziyle bunu daha da pekiştirmiş durumda. Diğer bölgelere ilave olarak Kamışlı kentinde kalıcı konuşlanmaya yönelik girişimleri de var. Suriye rejiminin denetiminde bulunan havaalanına yakın bir alana üs kuran Rus güçleri, bölgeyi teknik cihaz ve personelle takviye etmiş, Kamışlı Havalimanı'na yakın olan Çiftçiler Sendikası'nı askeri üs olarak kullanılmaya başlamış durumda. Suriye rejiminin, Kamışlı hava alanını Rusya’ya 49 yıllığına kiraya verdiğine ilişkin haberler de var.

ABD güçleri de Kamışlı’da YPG’ye ait bir karargâha yerleşmiş. Soçi Mutabakatının dışında bırakılan Kamışlı’da, Şam rejimi, Rusya ve ABD arasında iktidar mücadelesi yaşanıyor. Ancak ibre Rusya ve Şam rejiminden yana.

Şam rejimi PYD’yi nasıl görüyor?

Şam yönetiminin Rusya’nın sözü dışında hareket etmesi mümkün değil. Mevcut durumunu ve varlığını ona borçlu ve ona bağımlı. Ancak bir noktada farklılık bulunuyor. O da PYD/YPG’ye dair görüş farkı. Suriye, PYD/YPG’yi Türkiye’den başka tek terörist bir örgüt olarak gören ülke.

Ancak bu görüş farkı PYD’yle mutabakat yapmasına engel olmuyor. Rusya’nın arabuluculuğunda Şam yönetimi ve PYD arasında sağlanan mutabakatla bazı bölgelerin özgürleştirilmesinde askeri işbirliği öngörülüyor. Şam yönetimi mevcut yerel yönetim ve meclislere şimdilik karışmıyor. 

ABD’nin biraz yalnız bıraktığı YPG/PKK’nın Rusya’yla bağlantısı devam ederken,  örgütün ortada kalmamak için Suriye rejimine yanaşmaya çalıştığı da görülüyor. PYD/YPG’nin beklentisi özerlik ve Suriye’ye 5nci Kolordu olmak. Bu yüzden, Fırat’ın batısında İdlib ve Afrin gibi yerleri geri almak için Suriye ordusuna yardım ederek, yeni yapılanmada yer edinmeyi umuyor. 

Türkiye’nin politikaları ve öneriler

Türkiye’nin başlangıçtan itibaren uyguladığı yanlış politikaları doğru kararla düzeltmeye çalıştığı görülüyor. Özellikle Suriye kuzeyinde bir terör koridoru oluşmasını önlemek ve bir garnizon devlet kurulmasını engellemek için yaptığı Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Operasyonları takdire şayandır. Operasyonlar bu yönüyle amacına ulaşmıştır. 

Başlangıçta doğru politikalarla Suriye yönetimiyle iletişim içinde olunmasının ve işgale karşı işbirliği yapılarak kontrolü kaybetmesinin önlenmesinin daha uygun olacağı, belki de o zaman bu operasyonlara bu ölçüde ihtiyaç kalmayacağı değerlendirilebilir.

Mültecilerin durumu

Türkiye’de en az 4 milyon mülteci/sığınmacı/misafir, adına ne derseniz deyin, Suriye’den gelen insan var. Bunların uzun süredir Türkiye’de bulunması ekonomik açıdan sıkıntı yaratıyor ve bunun yükünü de Türk Milleti çekiyor. Ayrıca sosyolojik ve kültürel sorunlar da gittikçe artıyor. Bir noktada bunların ülkelerine dönmesi Türkiye açısından son derece önemli bir konu haline gelmiş durumda. Barış Pınarı harekâtının amaçlarından biri de bu insanların ülkelerine dönmelerini sağlayacak bir güvenli bölge oluşturmaktı. Bu amaç da gerçekleşmiş oldu ve bölgede uygun bir ortam yaratılmak üzere.

Ancak bu insanlara, misafirliğin ötesinde, o kadar fazla imkân sağlanmış durumda ki, birçoğunun gitmek isteyeceğini söylemek oldukça zor. Hele gönüllülük esasına göre gitmelerini beklemek neredeyse mümkün görülmüyor. (kira yardımı, şahıs başına maaş, çocuk parası, ücretsiz alışveriş kartı, ücretsiz sağlık hizmeti, ücretsiz/düşük ücretli iletişim imkânı, ticaret kolaylıkları vs.) 

Batının bu insanlara yardımcı olmakta ne kadar isteksiz davrandıkları ve konuya duyarsız kaldıkları açıkça görülüyor. Çok kısıtlı verdikleri, hatta verdi dahi denmeyecek ekonomik yardımları bir işe yaramıyor. Zaten bu kısır yardımlar da mülteciler Türkiye’de kalsın, başlarına dert olmasın diye. Türkiye hep kendi imkânlarını kullanıyor. Bunun sürdürülebilir olması beklenememeli. “Kapıları açarız” tehdidi bir sonuç vermiyor. Açılırsa acaba giderler mi? Bir kısmı gitmeye kalkarsa, Batı bakalım ne yapacak? Görmek gerekiyor.

Güvenli bölgede mültecilerin yaşam için gerekli tesislerinin yapılması ve sistemin kurulması için yapılan çağrılar bugüne kadar bir sonuç getirmedi. Ancak “ekonomik açıdan yardım gelmezse biz kendi imkânlarımızla yaparız” sözü, para gelecekse onu da engeller mi diye düşünmeyi gerektiriyor. Eğer biz yaparsak onun yükünün de Türk Milletinin sırtına bineceği ve bu takdirde, sonradan bırakıp gidilemeyeceğine göre, sahiplik ve kalıcılık durumunun ortaya çıkacağı dikkate alınmalı.

Suriye’nin üniter yapısı mutlaka korunmalı

Türkiye, Suriye’nin siyasi birlik içinde (Üniter) toprak bütünlüğünü ısrarla savunmalıdır. Sadece toprak bütünlüğünün sağlanması yeterli olamaz. Bu durumun güvenliğimiz ve bekamız için tehdit olduğu bilinmelidir. Konu, Türkiye’nin olduğu kadar Suriye, İran ve Irak’ın da sorunudur. Astana sürecinde bu konuda ağırlık konulmalı ve ilgili ülkelerle dayanışma içine girilmelidir. 

Suriye’yle sadece Rusya üzerinden değil, doğrudan iletişime geçmede tereddüt edilmemeli, bu konudaki inattan vazgeçilmelidir. Rejimin bu konuda istekli olduğu da açıklamalardan anlaşılmaktadır. Suriye yönetiminin ülkede sağlayacağı merkezi kontrolün ilgili ülkelerin güvenliğiyle doğru orantılı olduğu göz ardı edilmemelidir. 

Almanya’nın güvenli bölge konusunda sunduğu plan tehlike arz etmektedir. Suriye’nin toprak bütünlüğü gözetilmekte, ancak Irak örneğinde olduğu gibi federasyon öngörülmektedir. Ayrıca ortada “Kültürel Özerklik” adı altında modeller dolaşmaktadır. Bunun Türkiye’ye yansımalarının olacağı dikkate alınmalıdır.

Yazıma Prof. Dr. H. Bağcı’nın bir panelde yaptığı benzetmeyle noktalamak istiyorum. “Rusya satranç oynuyor, birkaç hamle sonrasını düşünerek hareket ediyor. Türkiye ise tavla oynuyor ve zar atarak düşeş gelmesini bekliyor.” 

Bölgede çok bilinmeyenli bir denklemi çözmeye çalışıyoruz. İşimiz çok zor. Ancak biz de satranç oynamaya gayret edelim.