Ülkem dışındaki diğer milletleri, halkları, insanları bilmiyorum, böyle bir kıyaslama yapamam da, sanki bizler çok abartıp, mübalağa ediyoruz gibi! Abartı, mübalağa dediysem ne diye düşünmeye başlayıp merak ettiniz ya, her şeyi.

Acımızı da, sevincimizi de abartı ile yaşayıp abartılı yansıtıyoruz. Evet, dünya geneli böyle bir araştırmam ve tespitim yok, okuyup izlediklerimle sınırlı, ülkem için her bölgeyi, her şehri, hatta ilçelerimizin dahi ekserisini görüp kısa da olsa yaşayıp tanımışlığım, tanımaya anlamaya çabaladığım vardır. Hayır, yüzde yüzden bahsetmiyorum elbette, ekseriyetten, genel algı ve yansıma şeklinden, algılanmış yekûn durumdan dem tutuyorum. Düğünler, ölümler, hastalıklar, ayrılıklar, kazançlar, kaybedişler, terk edişler ve daha niceleri var ki, ya abarttıkça abartıyor ya da ilgisiz alakasız sebep ve gerekçelerle yok etmeye, yok’a yakın bir hale, şekle getirme çabasına girişiyoruz. Tekrar yazayım, ekseriyetle gözlem ve tespitlerim bende böyle bir kanaat oluşturdu, akademik, bilimsel bir araştırma, analiz, çalışma değil. Vasat, dengeli, ortada, orta halli yaşamayı bilmiyoruz. Tuhaf ve enteresan olan ekseriyetle orta halli yaşıyoruz da, öyle görünsün, öyle algılansın istemiyoruz. Olacak, illaki olacak, ya en iyisi ya en kötüsü, ya en süperi ya en berbatı, ya en güzeli ya en çirkini, “bir sesi var, daha iyisi var mıdır sanmam” “manava bir elma gelmiş, daha albenilisi çıkar mı, sanmam” “yeni bisiklet almış, bir bisiklet anca bu kadar olur” “adam türkü mü söylüyor, çırçır makinesi mi çalışıyor, belli değil” “tezgâhtaki kayısıları gördün mü, kayısı kurusu satıyorum de bari” “herif türkü okuyor sanırsın kepçeyle sitenin yıkımına başlanmış” gibi ya en iyisini anlatma gayretimiz var ya da en kötü, berbat olanını. Toplum olarak bizler vasatı bilmiyor muyuz, orta halli, idare eder, iş görür, yenir, içilir, dinlenir, okunur, izlenir, bakılır, konuşulur gibi tabirlere dahi uzağız, uzak kalmışız.

Konuşma, anlama, anlatma yeterliliğimiz zayıf da ondan mıdır bu kaçış gayretimiz, uçlarda dolaşma çabamız, bilmiyorum. Kendinizle ve yakın çevrenizle en çok iletişim içerisinde olduklarınızla ilgili düşünüp hatırlayın bakalım, haksız mıyım? “Geçenlerde yeni açılan kafeye gittim, bir çay getirdiler, çay yahu çay, bildiğimiz çay, anca bu kadar süper, harika olur” ya da “geçenlerde yeni açılan kafeye gittim, bir çay söyledim, ya kardeşim nasıl bir çay bulaşık suyu mu, masaları sildiğiniz bezleri mi sıkıp suyunu getirdiniz, “merdiven temizliğinde kullandığınız suyla çay mı yaptınız” gibi menfi ve müspet sonuca bağlanan sonlamayla anlatılan sıradan sohbet anlatımları. Vasat, rutin, bildiğimiz, dengeli, iyiyle kötü arası, güzelle çirkin arası, ucuzla pahalı arası, sıradan diyebileceğimiz ve her gün, her saat, her dakika yaşantımızın her yerinde olan, tuhaf olmayan, süper de olmayan şeyler, sahi biz neden olası şeyleri sevmiyoruz, benimsemiyoruz, ne sohbetlerimizde, ne anılarımızda yer vermeyip abartılı ve mübalağa edilmiş şeklini sevip benimsiyoruz, neden?

Yazmıştım, görüşüm, yorumlamam kendi halkımıza, insanımıza dairdir diye. Rast gelen bir mizahi metin, fıkramsı kurgu bir yazıyı da ek yapayım, öyle ya hassasiyetlerimiz ve zafiyetlerimiz var, algılayabildiğimizdir hayatlarımız.

*

Uçakta pilot aniden hostesleri çağırmış ve demiş ki: Uçak düşmek üzere. Tüm yolculara atlamalarını söyleyin. Şu anda deniz üstündeyiz ve denize çok yakın uçuyorum, atlarlarsa kurtulma şansları var, ama atlamazlarsa herkes ölecek!!!

Tabii, böyle bir şeyi insanlara yaptırmak çok zor. Hosteslerden en akıllısı düşünmüş taşınmış, ‘Herkese uygun bir dille anlatılırsa uçaktan atlamaları sağlanır.’ diye karar vermiş ve öncelikle Amerikalı kafilenin yanına gitmiş:  ‘Sayın yolcularımız; üstünde bulunduğumuz alan Japonlar’ın araştırma laboratuarlarıyla kaplı. Eğer oraya ulaşırsanız tüm Japon teknolojisi sırlarını kaparsınız!’  Bütün Amerikalılar koşarak çıkışa gitmişler ve atlamışlar;

Sonra hostes İngilizler’e yönelmiş: ‘Sayın yolcularımız, şu an için dünyanın en geniş ve verimli sömürgeleri üstündeyiz; eğer hemen el koyarsanız sonsuza dek sizin olurlar!’ Bütün İngilizler hevesle atlamışlar.

Sıra Fransızlar’a gelmiş. Hostes: ‘Bayanlar baylar, affedersiniz rahatsız ediyorum; fakat rica etsem uçaktan atlar mısınız? Şimdiden teşekkürler.’ demiş. Fransızlar: ‘Tabii, mersi!’ deyip sırayla atlamışlar!

Hostes bu kez Almanlar’a yönelmiş: ‘Atlayın aşağı çabuk!’ diye bağırmış. Alman kafile ‘Heil!’ diyerek atlamış.

Veee sıra gelmiş Türkler’eee. Hostes yandan yandan gülümseyerek ve koltuğa hafif dayanarak şöyle demiş: “Siz var ya… siz, Buradan hayatta atlayamazsınız…”

Uzun uzun yazdım, şimdi iğne çuvaldız noktasındayım, ya ezme noktası, yok sayma noktası ya da abartıp yere göğe sığdıramama hali var ya bizlerde, özellikle sanat çalışmalarında dünya milletleri ile entegrasyon kuramıyoruz, yazdıklarım öncelikli sebeplerindendir.