Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Atina ziyareti, Başbakan Mitsotakis ile yaptığı görüşme ve yayımlanan Bildiri hakkında Yunan basınında "Yunanistan-Türkiye yeni bir dönem için demir alıyor" başlığı kullanılmış.

Millî çıkarlarımız açısından dilememiz gereken sözü edilen "yeni dönemde" Oruç Reis, Yavuz, Fatih ve Barbaros Hayrettin Paşa sismik araştırma ve sondaj gemilerimizin halen demirli oldukları liman veya limanlardan ülkemizin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin çıkarları için göreve doğru demir alabilmeleridir.

İki liderin yayınladığı “Dostluk ve İyi Komşuluk hakkında Bildiri” başlıklı belgenin 2. İşlem paragrafındaki hüküm Yunanistan tarafından istismar edilmeye pek müsaittir. Hüküm şöyledir:

“Taraflar, bu Bildiri'nin lâfzını ve ruhunu zedeleyecek veya hakkında kuşku yaratacak veya kendi bölgelerinde barış ve istikrarın korunmasını tehlikeye atacak her türlü beyan, girişim veya eylemden kaçınmaya kararlıdırlar."

[The Parties are committed to refrain from any statement, initiative or act likely to undermine or discredit the letter and spirit of this Declaration or endanger the maintenance of peace and stability in their region.]

Buna göre, Yunanistan Atina'daki buluşmadan bir hafta kadar önce İstanbul'daki Ortodoks Patrik'e "ekümenik" sıfatını yakıştırırken, bizim "Batı Trakya Türk azınlığı kendi müftüsünü seçmelidir. Meşru Müftü o olmalıdır" dememiz mesele yaratabilecektir.

Ege'deki adaların "askersizleştirilmiş" statülerine riayet için 1923 Lozan ve 1947 Paris Antlaşmalarını zikretmemiz tepkiyle karşılanacaktır.

Yunanistan'ın Hava Sahası için 10 mil iddiası ve uygulamasını tanımadığımızı göstermek için bir kere bile olsa Yunanistan'ın egemenliği altındaki bir adanın üzerinden 10 mil ile 6 mil arasında uçmamız Ege'de sükûnetin Türkiye tarafından bozulduğu yaygaralarına yol açacaktır. Havada Yunanistan'ın ülkesine 10 milden daha az yaklaşmamamız halinde de bu tutumumuz zamanla Türkiye'nin "yerleşmiş uygulaması" [established practice] halini alacak; Yunanistan'ın 10 mil iddiasına sonradan itirazımız fayda getirmeyecektir.

Misalleri çoğaltmak mümkündür.

Kıbrıs konusunda da KKTC'nin Ekim 2020'den itibaren ilân ettiği ve Türkiye'nin de desteklediği "egemen eşitlik temelinde iki devletli çözüm" formülünü dillendirmemiz; KKTC'nin resmen siyaseten ve hukuken tanınmasını talep etmemiz, girişimlerde bulunmamız, bu konuda Yunanistan'ı ve GKRY'ni tutan çevrelerin Türkiye'yi "Atina Bildirisi'ne" aykırı hareket etmekle suçlamalarına sebep olacaktır.

Son üç yıldır " 'İki devletli çözüm olmaz' demek Kıbrıs Türk halkının egemenliğini, eşitliğini, bağımsızlığını, devletini ve kazanımlarını görmezden gelmek demektir. Hiç kimse Kıbrıs Türk halkının müktesep haklarından, kendi devletinden, eşit statüsünden, egemenliğinden vazgeçmesini beklemesin" gibi açık ve kesin ifadelerle KKTC'nin pozisyonuna destek vermiş olan Cumhurbaşkanı Erdoğan Atina'da basın önünde yaptığı konuşmada Kıbrıs’ta bulunmasını tercih ettiğimiz çözüm şeklini “Kıbrıs meselesinin, adadaki gerçekler temelinde, adil, kalıcı ve sürdürülebilir bir çözüme kavuşturulması, tüm bölgenin yararına olacaktır" sözleriyle açıklamıştır.

Profesyonel diplomatlar Liderlerin konuşmalarındaki pozisyon açıklamalarını, konular hakkındaki kararlılıklarını değerlendirirken, son konuşmalarıyla, daha önceki konuşmalarını titizlikle mukayese ederek yaparlar. Böyle bir değerlendirmede Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kıbrıs konusunda yaptığı pozisyon açıklamasının son üç yıldır dile getirdiği ifadelerin gerisinde kaldığı bellidir. “Ada’daki gerçekler temelinde, âdil, kalıcı, sürdürülebilir çözüm” 2020 Ekim’inden önce Türkiye’nin yıllarca dile getirmiş olduğu çözümdür. Belirli bir pozisyonun sürekli aynı unsurlarla açıklanması aynı zamanda o pozisyon hakkındaki sebatı ve kararlığı ortaya koyar.

Kaldı ki “Ada’daki gerçekler temelinde çözüm” şeklindeki bir tanımlamada KKTC ve Türkiye’nin Ada’da gördüğü  “gerçeklerle”, Yunanistan’ın, GKRY’nin, BMGS’nin, BMGK’nin, ABD, İngiltere ve AB’nin  gördüğü “gerçekler” farklıdır. Bize ve KKTC’ne göre Ada’daki “gerçek” “iki egemen devletin varlığıdır”.  BMGK ve BMGS’ne (aynı zamanda ABD, İngiltere ve AB’ne) göre Ada’da “tek bir egemen Kıbrıs devleti” vardır. O da Rumların yönettiği Devlettir.

Kıbrıs konusunda Atina’da kullanılan ifadeye  bu açıdan bakınca, Yunanistan ile gerginliklerden uzak ilişkiler içinde olma arzumuz sebebiyle bizim, konular hakkındaki pozisyonlarımızı açıklarken,  yuvarlak ifadeler kullanma ihtiyacını duymuş olduğumuzu değerlendirmemiz kaçınılmaz olmaktadır.

Oysa Mitsotakis konuşmasında, Yunanistan’ın konular hakkındaki pozisyonlarını diplomatik açıklıkla ve istikrar içinde ortaya koymuştur. Şöyle demiş:

“Siyasi diyaloğun bir sonraki aşaması ise, koşullar olgunlaştığında, Yunanistan'a göre uluslararası yargı önünde çözümlenebilecek tek ihtilaf olan Ege ve Doğu Akdeniz'de Kıta Sahanlığının ve Münhasır Ekonomik Bölgenin sınırlandırılmasına ilişkin yaklaşımı, her zaman Uluslararası Hukukun ve özellikle uluslararası anlaşmazlıkların çözümünde en güvenli yol gösterici olan Deniz Hukukunun rehberliğinde ele almak  olabilir.”

Bu Yunanistan’ın sadece bugün değil, on yıllardır dile getirdiği bir pozisyonun tekrarı mahiyetindedir. Bu da “bizim için Türkiye ile aramızda tek bir sorunumuz var; başka bir konuyu müzakere etmeyiz” demektir. Deniz Hukukuna atıf da özellikle Türkiye’nin taraf olmadığı “Sözleşme’ye” göre Yunanistan’ın karasularını 6 milin ötesinde 12 mile kadar genişletme “hakkını” mahfuz tuttuğunun beyanıdır.

Mitsotakis’in Kıbrıs konusundaki kısa vurgulaması da yine bilinen pozisyonlarını tekrardan ibarettir. Şöyle demiş: “Açıkça söylüyorum, bizim için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına göre çözümden başka çözüm yoktur. Diyaloğu 2017 yılında kesintiye uğradığı yerden yeniden başlatmamız gerekiyor.”

8-9 Aralık günkü gazetelere göz atınca, Türk kamuoyunun 7 Aralık’ta iki tarafın dostluk ve iyi komşuluk için yaptığı niyet beyanı bakımından ilgilendiği başlıca konunun, Ege’de Yunanistan’ın egemenliği ve/veya işgali altındaki adalara vizesiz seyahat olduğu izlemini aldım. Millî çıkar anlayışımız bakımından kaygıya düştüm!

7 Aralık Atina Bildirisi iki Devlet arasında herhangi bir tam teşekküllü müzakere öngörüyor değildir. Öngörülen mevcut “istişareleri” “anlamlı ve yapıcı” biçimde “sürdürmektir.

Bu istişareler 3 sütun üzerine bina edilecektir:

1. Siyasî Diyalog. Bunun da iki bacağı vardır: a. Ortak ilgi konuları; b. İstikşafî/İstişarî görüşmeler. 2.  Olumlu Gündem; 3. Güven Yaratıcı Tedbirler: Bu da ağırlıklı olarak askerî makamlarca yürütülecektir.

Bellidir ki, bizim için sorun olan konular, geçmişte olduğu gibi yine adını “istişarî” olarak değiştirdiğimiz 1998’den bu yana hiçbir konuyu halledememiş, hattâ anlamlı bir biçimde ele alamamış olan karşılıklı git-gel şeklindeki toplantıların çerçevesine girecektir. Türkçe’deki anlamıyla “Komisyon’a havale edileceklerdir.”