Değer’li Kardeşimiz Ertuğrul Bektaş Beyefendi. 

Türk Siyâset hayatında, “Her devrin adamı,” diye bir ta’bir vardır. Ba’zıları, bukalemun gibidirler, her renge boyanırlar. Omurgasızdırlar her delikten geçebilirler. Bizden evvel, Bâbıâilîde SABAH Gazetesi, Mehmed Şevkit Eygi Ağabey’deyken, Gazete’nin idaresi, bahsettiğiniz gurubun mensuplarının idaresinde neşir hayatını devam ettiriyordu. Bu dönem’de, İktidar’da olan Parti’nin Lideri Süleyman Demirel’i göklere çıkaran manşetler atıyor, başmakaleler neşrediyorlardı. Meselâ, bu dönem’de, bir Başmakale’de “Allah yeryüzüne üç Süleyman göndermiştir. Birincisi, Haz.Süleyman aleyhisselâm, ikinci Osmanlı Hakanı, Kanûnî Süleyman, üçüncüsü de Süleyman Demirel,” diyorlardı. 

Darbe hükûmetleri zamanında, onları göklere yükseltirler, onların hoşuna gidecek tarz’da, “Ulu Önder Atatürk,” misâlî, manşetler atıyordular. Özal geldi, Özalcı, tekrar Demirel geldi, bu sefer yine Demirel’ci oldular. Tansu Çiller Başbakan oldu. Bunlar bu sefer herkesi unutup, Tansu Çiller’ci oldular. 1990’lı yıllarda, duruma göre, Ecevit’ci, Bahçeli’ci oldular. Her devirde de, ulûfelerini devşirdiler. 

Güney Kore’ye aid bir otomobil firması’nın Türkiye ve Avrupa Distribütörlüğünü yapıyorlardı. Türkiye gönderilen ve Avrupa için sundurmalarda bekletilmesi gereken, bütün vasıtalar satılmış, paraya çevrilmiş, fakat Güney Kore’deki firmaya ödenmesi gereken bedeller ödenmemişti. Cumhuriyet Tarihinde görülmemiş bir iktisâdî skandal yaşanmış, bir gece yarısı, devrin Başbakanı’nın sözlü ve yazılı ta’limatıyla, Merkez Bankası Başkanı ve kasaların anahtarları kendilerinde bulunan diğer yetkililer, evlerinden alınarak, hiçbir belgeye, kurala bakılmaksızın nakit olarak 50 milyon A.B.D. Doları bunlara verilmiş, Güney Kore’li firmaya ödemeleri gereken borçlarını ödeyebilmişlerdir. Ta’limatı veren, devleti ve siyâseti bilmeyen, Demirel’in ihtirasları yüzünden, kazara, Başbakan olan Bayan Tansu Çiller’dir. 

İhlas Finans Kurumu’nda, ateş’ten kaçarcasına, riba’dan kaçan, nîce Müslümanların, hac ve kefen paraları, tamı tamına, Birmilyar Dörtyüzmilyon A.B.D. Doları, maalesef, deve edilmiştir. Hem de, Aziz Türk Milleti’nin ahlâkî değerlerini törpüleyen dizilerin alüfte ve aşüfte artist’lerinin başına, helikopterlerden altınlar yağdırılarak! Şimdilerde, “Vur Abalıya,” hikâyesi, kendilerini temize çıkarmak için Finans Kurumu’nun batışını, F.T.Ö., P.D.Y. Baş şeririne bağlamaya çalışıyorlar. Yemezler!... 

Değer’li Kardeşim. Şahsı için, eften-püften sebeplerle başkalarına öfke kusanları sevmem. İslâm’a dil uzatan, Mukaddes Yolumuzu ta’n eden kimseler karşı Salâbet-i Diniyye’nizi izhar etmeniz, zâten yerine getirilmesi farz-ı Ayn olan “Emr-ü bi’lmâruf, Nehy-i ani’l-Münker,” vazifesidir. Bu vazifeyi ifade ederken, ihdâ ve irşad’da hedefimiz, henüz, bu yolu bulamayanlardır. Yolu bulanlar için vazifemiz onları yoğurup kemâle erdirmek olmalıdır. Hedefimiz, bütün bilkuvve Ümmet-i Muhammed olanlar olduğuna göre niçin bütün insanlarla barışık olmayalım ki! 

Değer’li Kardeşim Osman Ertürk Beyefendi: 

İmamı Rabbânî Hazret’leri Zikr-i Hafî yolunu, Kur’ân dilinde, medih ve senâ için kullanılan bütün kelimelerle medh-u Senâ etmiştir. Yolumuz, bu yolun yolcuları, büyükleri hakkında siyânet için Salâbet-i Diniyye’de bulunmanıza kimsenin bir şey diyeceği yok, olmamalıdır da. 

Aziz Kardeşim. Halil Mollaoğlu Beyefendi: 

Hâlisâne du’â’larınıza iştirak etmemek mümkün mü? Ba’zılarının birilerine duydukları kin ve nefret dolaysiyle o gece zuhur eden tecelliyatı görmemezlikten gelmeleri cidden esef vericidir. “Cum’a Sohbeti,” Köşemizde 15 Temmuz En Uzun ve En Karanlık Gece’nin Şafağında! Serlevhalı yazılarımızı ta’kip etmenizi rica ederim. Ömrüm yettikçe, Ecdadımıza, Vakıflara yapılan, İslâm’a, insanlığa, insan haklarına, insaf ve vicdanlara sığmayan bu davranışın peşini bırakmayacağım. Eskiden Hazire ve Mezarlık olan yerlerin üzerlerinde hâlen, Kamu binaları mevcud, Hastahâne, (yenisi yapılıyor), mektepler, Kaymakamlık lojmanı, Pancar İdaresi, ve Türk Telekom binasıyla, Belediye’ye aid İşhanı ve küçük bir pazaryeri. Bunların hiçbirisinin tarihî ve mi’mârî bir değeri bulunmamaktadır. Bunlar rahatlıkla bir başka yere nakledilir, yerleri, buraların Hazîre ve Mezarlıklar sahası olduğunu gösteren bilgilendirme levhaları asılarak, çimlendirilir, ağaçlandırılır, Şehr’in nefes alacağı birer mekânlar haline getirilebilinir. 

Pek Muhterem Osman Baş Kardeşimiz: 

Çok doğru söylüyorsunuz. Söz konusu Hazire ve Mezarlıklar Osmanlı-Selçuklu, bakiyesi yerler değil de, Bizans’a aid harabeler olsaydı, buyurduğunuz gibi koruma altına alınırdılar. Beni ziyadesiyle mahzun eden ise bu hazireler, mezarlıklar tahrip edilirken, fetva vermesi, halkı ikaz etmesi gereken müftü’nün bu tahribata “Yerin altı onların, üstü bizimdir,” diyerek fetva vermesidir. Adına Mahalle kurulan, adına cami yaptırılan bu müftü’nün, adını bilen ve ruhu için Fâtiha ve İhlas okuyan bir Allah’ın kulunu görür müsünüz? Ahfadından, İslâm’la, namaz ve oruç’la alakalı birisini tanıyan var mıdır? 

Beyşehir’de ve Türkiye’nin diğer herhangi bir şehr’inde, bir şekilde, vakıf mallarına konmuş da, abâd olmuş birisi var mıdır? 

Pek Değer’li Kardeşimiz Halid Sarı Beyefendi. 

Bizler İmam-ı Rabbânî Evlâdı, bi’l-Fiil Ümmet-i Muhammed’den olanların hidâyetini ziyadeleştirmek, bilkuvve Ümmet-i Muhammed’den olanların hidayete ulaşmaları için gayret sarf etmeye me’muruz. Bu bakımdan hâli hazır durumları ne olursa olsun, bütün insanlar bizim hedefimizdedir. Onlar’dan ba’zılarını tefrik edip, onlara adavet izhar etmek gibi bir lüksümüz yoktur. Bununla birlikte, muârız olduğumuz, mutlâk surette karşısında olduğumuz, mutlâk küfürdür, mutlâk küfrü temsil eden partidir, partilerdir. 1946 yılından i’tibâren, mutlâk küfrün karşısında olan partilere “Ehven-i Şer,” nazarıyla destek verilmiştir. Bu destek, fiîlen bu partiler’de vazife almak mâlî destek vermek tarzında değil, en azından küfrü zayıflatmak için karşısında olanlara, vicdanlarının sesini dinleyerek, perdenin arkasında, kimsenin te’sirinde kalmadan rey vermek şeklinden ibâretti. 

Geçmişte, “Ehven-i Şer,” oldukları için rey verdiğimiz, destek olduğumuz partilerin iktidar dönemlerinde, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın bir Kur’ân Kursları Yönetmeliği vardı. Bu yönetmelik, Kur’ân öğrenimini kolaylaştıran değil, neredeyse imkânsız hâle getiren bir yönetmelik idi. Bu yönetmeliğe göre, herhangi bir yerde Kur’ân Kursu açılabilmesi için, en az yirmi kişi bir araya gelecekler, bir dilekçe imzalayacaklar, reşîd yaşta olmayanların velileri bu dilekçeyi imzalayacak. Tedrisat için ayrılan yerin, tapusu veya uzun süreli kullanma hakkı Noter ma’rifetiyle Diyânet İşleri Başkanlığı’na verilecek. Tefriş, tanzim, ısıtma-soğutma, veliler tarafından yapılacak. Eğer, Diyânetçe orada vazifelendirilmiş birisi yoksa, Diyânetçe ta’yin edilecek kişinin maaşı yine veliler tarafından karşılanacak. Bütün bu şartlar yerine getirilirse orada bir Kur’ân Kursu açılabilecekti. Talebe sayısı herhangi bir sebeple 20’den aşağı düşerse o Kur’ân Kursu kapatılıyordu. Kursun kapatılmaması için, görevliler, bir başka kurs’tan talebe transfer etmek zorunda kalıyorlardı. Bunun içinde, aynen me’mur’ların becayişinde olduğu gibi karşılıklı olarak ilgili müftü’lerin onayı gerekiyordu. 

Birisi çıksa da deseydi ki, “Ben bir esrar tekkesi açmak istiyorum,” emîn olunuz ki, önüne bu kadar mânia çıkarılmaz, bu kadar zorluklar gösterilmezdi. Bilindiği gibi, Yönetmelikler Bakanlar Kurulu Kararıdır. Meclis’ten kanun çıkarmaya hâcet yoktur. 1970’li yıllarda, bu yönetmeliğin değiştirilmesi için çok mücadele ettik. Kur’ân eğitimi ve öğrenimini örgün eğitim sisteminden çıkarın, Halk Eğitiminde verilen diğer öğrenimler gibi Kur’ân öğrenimi de Yaygın Eğitim sistemine girsin, diye çok uğraşmıştık da muvaffak olamamıştık. Üstelik bu yılların çoğunda, İslâm’ı referans alan ve Milliyetçi-Muhafazakâr partiler iktidardaydı. 

Günümüzde Kur’ân Öğrenimin önündeki bütün bu engeller kaldırılmış, Kerim Kitabımız Kur’ân-ı Kerimi öğrenmek isteyen her yaştaki insanımız için, kadın-erkek Kur’ân Kursu mevcuttur. Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı Mekteplerde, Kur’ân-ı Kerîm ve Siyer-i Nebî ders’leri Seçmeli Ders olarak isteyene okutulmaktadır. Daha önceleri Ortaöğretimde yalnız Lise’lerde okuyanlar için yurt hizmeti verilebiliyorken, artık şimdilerde ilkokul öğrencileri bile yurt’larda kalabilmektedirler.