YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’LAR!... (2/48) 

Pek Muhterem, Osman Karaman Kardeşim. 

Merhûm, Ahmed Arif Denizolgun’un vefat günü, bendeniz, uzaklar’da, Konya’da idim, üzerinize afiyet, biraz da rahatsızdım. Sabahleyin erken saatler’de vefat haberinin sosyal medya’ya düşüşünden i’tibâren, nerede ve ne zaman uğurlanacağı hususunda birbirini nakzeden bilgiler aldım. Buyurduğunuz gibi, ba’zı kaynaklarım, ikindi namazını müteâkiben, Karacaahmed Şâkirîn Cami’i’nden, ba’zı kaynaklarım, yine, ikindi namazını müteâkiben, fakat Üsküdar, Büyük Selimiyye Cami’i’nden uğurlanacağını söylediler. 

Görüldüğü gibi, Üsküdar, Büyük Selimiyye Cami’i’nden ikindi’den yaklaşık, bir saat kadar önce cenâze namazı kılınarak ebedî istirahatgahına defnedilmiştir. Ortada bir tuhaflık olduğunda şüphe yoktur. Fakat, gerçek sebebini de bilmeden herhangi bir hüküm vermek doğru olmaz. 

Avrupa’nın muhtelif ülkelerinden ve yurdumuzun her tarafından, bulabildikleri vasıtalarla İstanbul’a gelen bütün kardeşlerimizin bu uğurlamaya ve cenâze namazına iştirâk edebilmeleri bakımından ilân edilen vakte uyulması uygundu. Filhakîka, cenaze namazlarını herhangi bir namaz vaktinin akabinde kılınacağına dâir fıkhî bir hüküm yoktur. Kerahet vakitlerinin dışında kalan bütün vakitler’de, herhangi bir zarûret yoksa, gündüz saatlerinde, cenaze namazı kılınabilir ve defin işlemleri yapılabilinir. 

Olağanüstü Hâl’in cârî olduğu bir zamana rastlaması, mesâî günü olması, Büyük Selimiyye ile, defn’in yapılacağı Karacaahmed Sultan Mezarlığı’nın birbirine yakın mesâfede bulunması, bu kadar dar bir alan’da, bu kadar kalabalık bir cemaat’in terâkümü, Şehr’in ve cenaze’ye katılan Cem-i Gafîr (büyük kalabalığın) emniyeti bakımından risk’li göründüğü için, Vali’lik ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü bir tedbîr olarak namazın erken kılınması ve erken defin için ilgililere tavsiye etmiş olabilirler, diye düşünüyorum. Akla gelen başka şeyler de vardır, fakat, bunlar derîn vehimleri ifade eder. Bu nezîh Câmia, İmam-ı Rabbânî Evlâdı, vehimlerle değil, basîret, dirâyet ve güçlü bir irade ile idare edilmelidir. 

Azîz Kardeşim. 

Merhûm Ahmed Arif Denizolgun, ba’zı programlara katılmak üzere Antalya’ya gitmiş, ilk krizi orada geçirmiş, programlarını iptal ile İstanbul’a dönmüştür. Kaderin bir tecellisi olarak, İstanbul’a gelince, en azından kontrol için hastahane’ye gitmek yerine, doğrudan, Şile-Ömerli yakınlarındaki çift’lik evine gitmiş, istirahate çekilmiştir. 

Uzun saatler zarfında, kendisinden bir ses gelmeyince, odasına girdiklerinde vefat etmiş olduğunu görmüşler. Ağır bir kriz geçirdiğini zannederek alelacele, buraya en yakın hastane olan, Beykoz Devlet Hastahâne’sine kaldırmışlar. Hastahâne’ye getirildiğinde, zâten saatlerce önce vefat ettiğini tespit eden hekimler, ölümü şüpheli bularak, Adlî Tıp Kurumu’na kaldırılmasına karar vermişler. 

Adlî Tıp Kurumu’ndan yapılan sathî bir muayene’de, herhangi bir haricî müdâhale, herhangi bir şiddet ve darp izine rastlanmamış, beyin kanaması neticesi vefat ettiği tespit edilmiş, derinlemesine bir ta’kibe lüzum görülmemiş ve defin ruhsatı verilmiştir. Vaziyet bundan ibârettir, artık, öküz’ün altında buzağı aramaya lüzum yoktur. 

Azîz Hasan Güneş Beyefendi. 

Bizim gazete’miz, bizim televizyon kanallarımız yoktur, diye elimizi-kolumuzu bağlayıp kenara çekilmeyiz. Elbette, elimizdeki silah bir başkasına değil de kendimize ait olsaydı, çok daha müessir olarak kullanırdık. Ama, olsun, bizler yine de bulabildiğimiz her vasıta ile ve her vesiyle ile, gerçekleri dile getirmeye devam edeceğiz.  

Pek Muhterem Kardeşimiz, Ali Çayıroğlu Beyefendi. 

08.09.2016 tarihinde ahirete intikâl eden, Merhûm, Ahmed Arif Denizolgun hakkında herhangi bir şey yazmadığım doğru değildir; ince ince, birbirinize ta’riz’de bulunduğunuz, iğnelediğiniz, bir başka yorumcu Kardeşimiz, Osman Ertürk Beyefendi, “Elinize, dilinize, gönlünüze tüm varlığınıza, maddî-ma’nevî sağlık olsun, çok güzel bir ta’ziye makalesi olmuş, çok teşekkür ederim. Rabbim râzî olsun,” buyurmaktadır. 

Azîz Kardeşim. “Ölü’lerinizi Hayır’la Yâd Ediniz,” Hadis-i Şerif’inin mâsadakına uyarak, 16 yıl bu Câmia’nın Umur-u Dünya’sını hatasıyla-sevabıyla idare etmiş birisi hakkında “şu şu hataları yaptı,” diye uzun uzun, ba’zı şeyleri sayacak değilim. Ama, Câmia’nın düştüğü bir zanna da işaret etmeden geçemeyeceğim. Câmia’mız hakkındaki bütün tasarruflar, Tasarruf-u Rûhânî-Ma’nevî ve Tasarruf-u Hakîkî’ye geçişinden i’tibâren, zahirî ve cismanî ağırlıklarından kurtulduğu için, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşîd ve Müceddid tarafından bizzat yürütülmektedir. Zâhiren ve münhasıran Umur-u Dünya için, seçilen, kabûl edilen, müsâvî’ler arasından bir adım öne çıkanlar, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Müceddid değillerdir. Ma’nevî Tasarrufa mâlik değillerdir. Müktesebâtı bakımından, Câmia’nın, en âlimi, en fazılı olmaları da gerekmiyor. 

Resûl-ü Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in, Ümmetine örneklik teşkîl eden bir tatbikatı vardır. Kendileri hayatta bulundukları halde, bir gazâ’da, İslâm Ordusu’nun nefer’leri arasında, Peygamber’lerden sonra, Ümmet-i Muhammed’in, en faziletlisi, Haz.Ebû Bekr es-Sıddîk radiya’llâhu anh Efendimiz, dereceleri i’tibâriyle, Haz.Ömer, Haz.Osman ve Haz.Ali Efendilerimiz, rıdvânu’llahi aleyhim Ecmaîn, Hazerâtının da aralarında bulunduğu, İslâm Ordusu’na en genç, Sahâbî’lerden Üsâme bin Zeyd’i, bütün mü’min’lerin annesi, Haz.Hadîcetü’l-Kübrâ radiya’llâhu anhâ’nın, azad’lı kölesi olan, Zeyd bin Sâbit’in oğlu, Üsâme’yi Kumandan-Serdâr olarak vazifelendirmişti. 

Üsâme bin Zeyd, İslâm Ordusu içinde, en faziletli, en âlim, en müttakî, en yaşlı, en tecrübeli değildi. Fakat, İslâm Ordusunda bulunanlar, Haz.Ebû Bekr, Haz.Ömer ve diğer Kibâr-ı Sahâbe, hiç tereddüt etmeden, Üsâme bin Zeyd’e itaat ettiler. Aslında, Üsâme bin Zeyd’e itaat, onu Serdâr olarak vazifelendiren Allah’ın Resûlüne itaat, dolaysiyle Allah’a itaattir. 

Artık, bu saatten sonra, Merhûm, Ahmed Arif Denizolgun’un yerine seçilen, nasbedilen, uygun bulunan, musâvî’ler arasından, bir adım öne çıkan, (Aslında, fiîlî durumu yukarıdaki hiçbir ta’bir tam olarak karşılamıyor, fakat dikkatli ta’birler kullanmaya gayret ediyorum.) Zât’ın, müktesebât’ından, yaşından, tecrübesinden bahsetmenin, fitne kapılarını açacağından, uyuyan fitne’yi uyandıracağından endişe ederim. Peygamber’imiz, salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, “Fitne uyumaktadır, kim onu uyandırırsa Allah ona la’net eder,” buyurmuştur. 

İmam-ı Rabbânî Evlâd’ının her bir ferdine düşen, Câmia’mızı, bir bütün olarak, Ehl-i Sünnet çizgisinde tutmaktır. Pek çok câmia ve cemaatin, girdabına düştükleri, tasavvufî bid’atlardan uzak tutmaktır. Dilimiz döndüğü, elimiz kalem tuttuğu müddetçe, Sünnet-i Seniyye’ye muğâyir, bid’atlarla da, tasavvufî bid’atlarla da, mücadeleye devam ederiz. Bundan sonra işimizin daha da zor olduğunun farkındayım. Zirâ, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid’in, Rahle-i Tedrisinde bulunan ve onun sohbetiyle şerefyâb olanların sayısı, neredeyse iki elin parmakları kadardır. Nitekim, 1954, yılında, diğer 24 arkadaşıyla birlikte, İstanbul Çamlıca’da, bizzât okuttuğu Tekâmül’de, Müceddid’in, Rahle-i Tedrisinde bulunan, Mürşid’in, “Hafız Hüseyin,” diye hitap ettiği, Hüseyin Kaplan Ağabey, Hazan Mevsimi, Yaprak Dökümü zamanı, Eylül Ayı’nın, 20. gününde Hakk’a yürümüştür. Bugün, Câmia’mızın yaş ortalaması, takribî, 35, yaş olduğunu dikkate alırsak, 21 yıl, Yedeksubaylık dönemi hariç olmak üzere, Müceddid’den hiç ayrılmayan, 1957 yılından, devrin Mağruru olan zât’ın tertibiyle, Kütahya Hapishânesinde kaldığı 59 gün zarfında bile, beraber kalan, Merhûm Büyüğümüz, Cennetmekân, Kemal Kacar Beyağabeyimiz, ahirete intikal ettiğinde, bugün, 35 yaşında olan Kardeşlerimiz henüz, 19 yaşlarındaydılar. 

Demem odur ki, Zaman Müceddid’in devrinden ıradıkça, kendisiyle müşerref olanlar, Rahle-i Tedrisinde bulunanlar, sohbetlerine mazhar olanlar va’az ve nasîhatlarında bulunanlar, kalmayınca veya azaldıkça, Müceddid’in ta’biriyle “Olaçıka gelenler,” ortaya çıkar, kendilerinde hiçbir ma’nevî varlık bulunmadığı halde, kerâmetler ve zuhurat anlatmaya başlarlar. Ya da, “Efendi Hazretleri şu hususta şöyle buyurmuşlar, böyle buyurmuşlar,” diyerek, Ehl-i Sünnet Akîdesine aykırı, sünnetlere karşı bid’at, veya tasavvufî bid’at olan şeyleri lanse ederler. Asıl tehlike odur ki, hiç kimse söylenenlere, söylenenlerin, Şer’i Şerif’e, sünnete Tarikat-i Nakşibendiyye-i Aliyye’nin, hususiyle Müceddidiyye Kolu’nun, umumî prensiplerine uyup-uymadığına bakılmaksızın, mâdem, Hazretimiz öyle buyurmuş, öyleyse doğrudur,” denilmesidir. 

Aziz Ali Çayıroğlu. Merhûm Hüseyin Kaplan Ağabey hakkında, “Cum’a Sohbeti,” köşesinde, müstekîl bir makale yazacağım. Sualleriniz arasında cevabını burada bulamadığınız cevapları İnşâ Allah! O köşe’de bulacaksınız.