Azîz Kardeşim Halid Sarı Beyefendi. 

“Ellâ Mezhebiyye”, (Mezhepsizler, Mezhebî olmayanlar,) demektir. Biz bunlara (Mezhebi olmayanların Mezhebidir,) diyoruz. Burada, uzun uzun, Mezhep’ler tarihinden bahsedecek değiliz; Peygamber’imizden hemen sonra, Hicrî birinci asır’dan i’tibâren, yetkin âlimler tarafından içtihad çalışmaları başlatılmış, ilk üç asır içinde tekevvün etmiş ve neredeyse kemâle ermiştir. 

Asr-ı Saâdette ve Hulefâ-i Râşidîn döneminde, Müslüman’lar, bir müşkilleri vuku bulduğunda, bizzat Resûl-i Ekrem’e veya Halifesine ulaşıp bu müşkillerini halledebiliyorlardı. Haz. Ömer radiya’llâhu anh ve Haz.Osman radiya’llâhu anh, Efendilerimizin hilâfet’leri sırasında, Mısır ve Şam başta olmak üzere, pek çok belde, Müslümanlar tarafından fethedilmiş, Fütûhat bir taraftan Mağrib’e, İspanya kıyılarına, Cebel-i Târık Boğazına, diğer taraftan, Afrika derinliklerine kadar ulaşmıştı. Müslüman’ların müşkillerini halletmek üzere, Medine’ye, Peygamber’imiz nezdinde birer fakih olmuş Ashâb-ı Suffe’ye ulaşıp müşkillerini halletmeleri mümkün değildi. 

Diğer taraftan, Müslüman’lar, zaman ve mekân i’tibâriyle Asr-ı Saâdetten uzaklaştıkça, Sevgili Peygamber’imizin, mu’cize olarak haber verdiği gibi, muhtelif fırkalara bölündüler. “Musa Kardeşimin kavmi Yetmiş bir fırkaya, İsâ Kardeşimin kavmi Yetmiş iki fırkaya bölünmüşlerdi. Yakın bir gelecekte Benim Ümmetim de, Yetmiş üç fırkaya bölünecek, bu fırkaların tamamı Ehl-i Cehennemdir, ancak bir fırka cehennemden kurtulacak, Fırka-i Nâciye, Fırka-i Nâciye kimlerdir, Ey Allah’ın Resûlü diye sual olunduğunda? “Benim ve Ashabı’mın üzerinde olduğu yolda olanlardır,” buyurmuştu. 

Fırka-i Nâciye’yi Fırak-ı Dâlle’den ayırmak için i’tikâdî mes’eleler, Allah’ın Zâtı, Sıfâtı ve Ef’âli, Allah’ın kullarının Allah ile münasebetleri hakkında, deliller değerlendirilmiş, kitaplar tedvin edilmiş, Mâtürîdî’lik, Eş’arî’lik gibi, Ehl-i Sünnet’in i’tikâdî mezhepleri ortaya çıkmıştır. 

Mecelle-i Ahkâm-ı İslâmiyye’nin bir Maddesi aynen şöyledir: “Mevrid-i Nâs’da İçtihad’a Mesağ Yoktur,” (Herhangi bir hüküm hakkında nâs, vârid ise, o hüküm hakkında âyet nâzil olmuş veya sarih hadis varid olmuş ise, artık, o hüküm hakkında içtihada yer yoktur.) Hakkında, kesin delil (nâs) vârid olmayan mes’eleler hakkında ya fakihler birincil delillere, âyet ve tevâtür derecesinde hadise kıyâsen, içtihadda bulunurlar, bu Kıyas-ı Fukahâ, Edille-i Şer’iyye’den üçüncüsü olur veya, bir devir’deki İslâm âlimlerinin ekseriyetinin ittifak ettikleri bir mes’elede İcmâ-i Ümmet olur, Edille-i Şer’iyye’den, dördüncüsü ikincil delil olur. 

Asle’l-Usûl, Birincil delillerin değerlendirilmesindeki içtihâdî farklar, ve ortaya konulan hükümler amelî mezheplerin ortaya çıkmalarına sebep teşkil etmiştir. Hicrî 70. yılda tevellüd eden, (Hicrî 80. yılda doğduğunu rivayet edenler de vardır.), Hicrî, 150, yılda vefat eden, İmam-ı A’zam Ebû Hanife Hazret’leri, amelde mezhep imamlarının kâfesinin imamıdır. Ondan sonra gelen imamlar onun koyduğu esaslar dâiresinde içtihadda bulunmuşlar ve fer’î mes’eleler hakkında hükümler vermişlerdir. Fer’î Mes’elelerde, imamlarımızın ihtilâf etmiş olmaları Ümmet-i Muhammed için hem dünyevî ve hem de uhrevî birer rahmettir. Sevgili Peygamberimiz, “Ümmetimin (Fer’î Mes’elelerde) ihtilâfı rahmet, (hakkında nâs varid olmayan bir mes’elede) ittifak etmiş olmaları da, kat’î delildir,” buyurmuşlardır. 

Muaz İbn-i Cebel’i Yemen’e vâlî olarak gönderirken, “Ey Muaz! Vâli olarak herhangi bir sual ile karşılaşır ve bir müşkil’in olursa neyle amel edersin, edeceksin?” buyurduğunda, “Allah’ın Kitabıyla amel ederim Yâ Resulellâh!”, “Allah’ın Kitabında bulamazsan bu takdirde neyle amel edersin?” “Sünnet-i Resûlullah ile Ey Allah’ın Resûlü.” 

- “Ya orada da bulamazsan neyle amel edersin?”

- “Kendi görüşüme göre içtihadda bulunurum, Ey Allah’ın Resûlü” diye cevaplandırınca, Peygamber’imiz, “Allah’ın elçisinin elçisini bana gösterdiği için, Allah’ıma sonsuz hamd ederim,” buyurarak, ashabının ve Ümmetinin âlimlerinin gerektiğinde içtihadda bulunmalarını teşvîk buyurmuştu. İşte bütün bu gerekçelerle Amel’de de, tıpkı i’tikadda olduğu gibi hak mezhepler zuhur etti, Mezâhib-i Erbe’aya göre, kitaplar tedvin edildi. Ümmet-i Muhammed için rahmet ve vüs’at iklimi oluşturuldu. İ’tikâdî, Mâtürîdî ve Eş’arî, Amelî, Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezhep’leri, Ehl-i Sünneti oluştururlar. Bunların dışında kalan mezhep ve fırkalar ise, ne nâm altında olurlarsa olsunlar, hepsi, Fırak-ı Dâlle’dir. (Dalâlet ve sapkın fırkalardır.) 

Osmanlı Devlet-i Aliyye’sinde başlatılan Tanzimat Fitnesiyle eşzamanlı olarak, Mısır’da, Câmiatü’L-Ezher’de (Ezher Üniversite’sinde) mason’lar idareye el koydular. Bu tarihten i’tibâren, Ezher Üniversite’sinin bütün şeyh’leri, (Bugünkü karşılığı rektörler) mason’lar’dan seçilmişlerdir. Merhûm Mehmed Akif Bey’in şiirlerinde göklere çıkardığı, Muhammed Abduh ve Cemaleddin Efgânî de birer masondu. 

Ezher Üniversitesinde, masonlar İslâmı törpülemeye Mezhep’lerden başladılar, Mezhepsizliği her fırsatta terviç ettiler. Türkiye’den illegal yollarla, önce Suriye’ye, daha sonra Mısır’a gidenler, masonik zihniyyette birer mezhepsiz olarak Yurdumuza döndüler. Kaht-ı Ricâl sebebiyle, bunlar, yeni açılan İmam-Hatip Mekteplerine, daha sonra da, Yüksek İslâm Enstitü’lerine hoca olarak ta’yin edildiler. Bunlar, her kademedeki resmî din eğitiminde, mezhepsizliği yaydılar. 12 Eylül 1980 Darbe-i Hükûmetinden sonra, bir kararla, bir gece’de, İslâm Enstitüleri İlâhiyat Fakülte’lerine dönüştürüldüğünde, ancak Lise’lerde öğretmenlik yapabilecek durumdakilere, doktora tezi, doçentlik, profesörlük tezi ve imtihanına bakılmaksızın, unvanlar, titirler verildi. İsimlerinin önlerine, Dr., Doç., Prof., titirleri eklenenler, kendilerini bir şeyler zannetmeye başlayınca, “İmam-ı A’zam Ebû Hanife, İmam-ı Mâlik, İmam-ı Şâfiî ve İmam Ahmed Hanbelî, birer imamdırlar. Oysaki bizler, Akademik unvanlara sahibiz, öyleyse niçin onları taklid edelim, biz de içtihadda bulunabiliriz,” dediler. 

İşte “Ellâ Mezhebiyye,” budur, Mezhepsizlik Mezhebi mensubu olanlar da bunlardır. 1924’den sonra, Türkiye Cumhuriyeti dahilindeki her kademedeki din eğitimi, tıpkı Selçuklu’da, tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi Ehl-i Sünnet Akidesine bina edilseydi, günümüzde ortaya çıkan sapıklıkların hiçbirisi zuhur etmezdi. F.T.Ö. fitnesinin de, DAEŞ ve diğer sapkın fitne’lerin de sebebi Ellâ Mezhebiyye fitnesidir. 

Azîz Milletimiz asırlar boyu, Peygamber’imizin, salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizin sünnet’lerine sımsıkı temessük etmiş, Ashabının yolundan ayrılmamış, ateş’ten kaçarcasına Fırak-ı Dâlle’den uzak durmuştur. 

Azîz Kardeşim Ertuğrul Bektaş Beyefendi. 

Sevgili Peygamber’imiz, salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, Hadis-i Şerif’lerinde, “Benim Ümmetim, şu ümmet, Allah’ın rahmetine mazhar, Ümmet-i Merhûme’dir. Dünya’daki âfât, belâ ve musîbet’lerden başka, âhirette azap olunmayacaktır,” buyurmuştur. 

15 Temmuz 2016 En Uzun ve En Karanlık Gece’nin şafağında, gerçekten bu Ümmet’in Ümmet-i Merhûme olduğu görülmüştür. 

“Bu da, bir millet kendilerinde bulunanı (güzel ahlâk ve meziyetleri) değiştirinceye kadar Allah’ın onlara verdiği ni’meti değiştirmeyeceğinden dolayıdır. Gerçekten Allah işitendir, bilendir.” (Enfâl 8/53) 

Bir millet neye lâyık ise Allah o millete ona göre idareciler gönderir. Bu Ümmet, bu Ümmet-i Merhûme, dini’ni, Ahlâk-ı Hamîdesini, İslâmî meziyet’lerini değiştirmedikçe, Allah onlara lâyık idareciler gönderecektir. 

Bu hususta Peygamber’imizin şu Hadis-i Şerif’i de Şâyan-ı Dikkattir; 

“Şüphesiz, Allah Celle Celâlühû, şu dini’ni, fasık bir kişiyle de, müeyyed kılar, te’yid eder, (kuvvetlendirir),” Murad-ı İlâhî tecelli ederse, Rabbim dilerse, fasık-facir bir kimse de, Allah’ın dinine yardım eder. 

Aslâ ye’se düşmemeliyiz. Bu toprakların, İslâm ile yoğrulan bu toprakların, Azîz Vatanımızın, üstü de, altı da boş değildir. Doğrudur, bu topraklar öyle kolay vatan ittihaz olunmamıştır. Ecdadımız Akreb’in kıskacında yoğrularak at üstünde, sefer’den sefere koşarak bu toprakları vatan haline getirmişler ve bizlere emânet etmişlerdir. Bu Aziz Vatan’ın muhafazası ve bütünlüğü uğruna hâlâ, şehid’ler verilmektedir. Ne pahasına olursa olsun, bizlere emanet bu Aziz Vatanı bizler de, torunlarımıza ve gelecek nesillere, bütün olarak intikâl ettirme mecburiyetindeyiz. 

Rabbim, Vatan müdafaasında Kahraman Ordumuza zafer, ricâl-i Devletimize nusretini ihsan buyursun!