Pek Muhterem, “Aczimin Giryesi,” Remziyle yorum’larda bulunan, Değer’li Kardeşimiz: 

06.02.2018, saat 11.13, 11.02.2018, saat 09.59 i’tibariyle yorumlarınızın cevabıdır: 

Aziz Kardeşim. Bu zemin, sizin de zemininiz’dir. Seviyeli, bilgilendirici, tenvir edici Yorum’larınızın sütûn’larıma aktarmaktan şeref duyarım. İkaz, ihtar ve tashih’iniz için de ayrıca teşekkür ederim. 

Aziz Kardeşim. Yorumcu’ların çoğu’nun metin’leri, Zât-ıâlinizin metin’leri gibi tashihi yapılmadan aynen neşredilebilecek metinler değildir; Klavye hataları, noktalı-noktasız harf durumu, yorumcu’ların za’f-ı Te’lifi, eğer metinler bu zemin’de tekrarlanacaksa yeniden yazılmayı gerektirmektedir. Bu zemin’e, her hususta katkı vermeye devam buyurmanızı istirham ederim. Efendim.. 

Pek Muhterem, Abdullah Haksöyler, Beyefendi Kardeşimiz: 

07.02.2018, saat 02.39 i’tibâriyle yaptığınız yorumun cevabıdır: Yorumunuzda, “Nice zaman olur ki, hayali cihan değer,” (değişik lafızlarla ifade ediliyor; “Öyle anlar olur ki, hayali cihan değer!” “Geçmiş Zaman olur ki, hayali cihan değer!” Haftalık Ufuk, müteakiben Bâbıâlîde Sabah gazete’leri, olmayan cep harçlıklarından artırıp kahvaltı yapmadan, derse girmeden önce okumayı adet haline getirdiğimiz seneler, Zât-ı âliniz, Mehmed Arıkan Ağabeyimiz vekar ve kıyâfetlerinizle tüm talebe’nin örnek almaya çalıştığı yıllar. Hazretimizin talebesi arasında gıpta edilecek aşk, şevk, muhabbet ve ülfet! Ehl-i Sünnet müdafaasının mezhepsizlere karşı yapıldığı yıllar ve şimdi! Neredeeen nereye!...” 

Aziz Kardeşim. Hicranınıza, inkisarınıza katılmamak ne mümkün?!... 

Pek Muhterem, “CEMAL,” Remziyle yorum yapan Değer’li Kardeşimiz: 

09.02.2018, saat 19.29 i’tibariyle yaptığınız yorumun cevabıdır: “Çok mürekkep yalamak, nasip işi, Perdeyi aralayamamak, bu yazar-çizer takımında çok bilmişlik hep vardır,” anlayan beri gelsin! Cümleâlem bilir ki, ne ma’lûmatfüruşluk taslarız, ne de, çok mürekkep yalamışlığımızı öne çıkarırız. Ancak, fitneler zuhur ettiğinde, sünnet’lerin yerine, bid’at’ler ihdas ve ikâme edildiğinde, Mürşid-i Kâmil ve Müceddid’in evlâdı ki, birinci vazifeleri, Haz.Üstazın Tecdidine sahip çıkmak ve bunun asgarî iktizası olarak, sünnete tam tetebbû ve bid’atlerle amansız mücadele etmeleri gerekirken, bid’atler, bunların arasında –İmam-ı Rabbânî Evlâdı arasında bile, zuhur etmeye başlarsa, hâşâ! alim değiliz, ama, Hazreti Üstazımızın bizzat veya bilvasıta, bize ta’lim buyurdukları, ilmi, gizlemeye, “görmedim, duymadım, bilmiyorum,” diyerek üç maymunu oynamaya hakkımız yoktur. 

Savâîk’da, Câmiu’L-Hatîb-i Bağdâdî’ye izâfeten İbn-i Haceri’L-Mekkî zikreder ki, Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz: 

- Fitne’ler zuhur ettiğinde, bid’atler söylenir olduğunda ve Benim Ashabıma sövülmeye başlandığında; alimler ilimlerini izhar etsinler! Her kim bunu yerine getirmez ise, Allah’ın, melek’lerin ve bütün insanların la’neti onun üzerine olsun, Allah, onun farz’larını ve nâfile’lerini kabûl etmez.” buyurmuştur. 

Kardeşim. Biz, Zâhir-i Şer’i Şerif ile mükellefiz. Mâverâ, perdenin arkası, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Müceddid’lerin sahasıdır. Zahir-i Şer’i Şerif’te defosu olanların, sünnete hakkıyla temessük etmeyenlerin, bid’at ve hurâfelerle hakkıyla mücadele etmeyenlerin o perdeyi aralamaları ihtimali yoktur. Perde onlar için, çelikle müşeyyed hale gelmiş, geçilmez bir duvar haline gelir. 

Pek Muhtereme, “Mallime,” Remziyle kısa bir yorum yapan Değer’li Kardeşimiz. 09.02.2018, saat 23.18 i’tibariyle yorumunuzun cevabıdır: 

Azîze Kardeşim. Bu zeminde yorum yapan ender, hanım Kardeş’lerimizden birisi sizsiniz. Maksadım, aslâ, cinsiyet farkını ortaya koymak değil, Zât-ıâliyeniz, aslında, Kur’ân’daki, “RİCÂLÜN,” ta’birinin içindeki insanlar ve adam’lardan birisiniz.... Feriha Ferhan Sultan Ablamızın irtihali üzerine, hislerimizi ifade eden bir yazıydı. Hazreti Üstazımızın ehl-i Beyt’inden birisi hakkındaki muhabbetiniz beni de hem sevindirdi, hem de hüzünlendirdi... 

Bu zemine daha fazla katkı vermenizi beklerim. Allah’a emânet olunuz... 

BİRİLERİNE: 

Beyefendi. Hacc’ın vücûb, sıhhat ve eda şartlarına haiz olan kadın-erkek her Müslüman’a hac Farz-ı Ayn’dır. Yâni, bizzat kendisinin ifası şarttır. Hac, zekât ve tasadduk, ayrı ayrı ibâdet’lerdir. 

Hac niyetiyle biriktirdiği, Hacc’ın nefs-i Vücûb şart’larından en önemlisi, “İstitaât,”ı sadaka olarak dağıtan’ların, hac için, Mekke’ye, Ka’be’ye yolculuk etmedikleri halde, Mukaddes Topraklar’da, Menâsik-i Hacc’ı eda ederken, Ka’be’de tavaf’ta, Arafat’ta Vakfe’de, Minâ’da Cemeratta diğer hacılarla birlikte görünmeleri ve Menâsik-i Hacc’ı eda ettikleri, tamamen, bir şehir efsanesidir. Böyle bir şey olmaz. Tabiî ki, madde plânında ve âdeten... Birisi çıkıp, “Ben, Tayy-i Mekân, Tayy-i Zaman ile hac farîzanı eda ettim,” dese bir başkası, ben, halisünasyon halinde veya rü’ya’mda, hac farîzasını eda ettim,” dese hiçbir kıymeti harbiyyesi yoktur. 

Zirâ, hac ibâdeti, Zâhir-i Şer’i Şerif’in bir ibâdetidir. 

Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) Efendi hazretlerinin, “O dönem’de hacc’a gitmeyi pek hoş karşılamadığı bilinmektedir. (1950-1960) arası kendisinin maddî durumu hac farz olacak derecede iyi olduğu da kendisine yakın çevrelerden bizim okuduğumuz dönem’de hep anlatılırdı. Yine o dönem’de, yol için de bir mâni olmadığı-Nitekim o dönem’de pek çok Müslüman hacca gitmiştir. Bize söylenen ise, fizikî olarak gitmemiştir, ama, Tayy-i Mekân ile her sene orada görüldüğü,” idi.

Yukarıdaki paragraf’taki za’f-ı Te’lif bir tarafa, fikir insicamı ve ifade edilmeye çalışılan hükümler bakımından tam bir sefalet ve sefahet örneğidir. “Süleyman Efendi Merhum’un hacc’a gitmeyi o dönem’de pek hoş karşılamadığı bilinmektedir,” denilmesi, muârız’larının bile, “Süleyman Efendi hoşsohbet, Muhterem bir zât, Fakat, biraz fazlaca müte’şerrî’dir,” derlerdi. 

Şer’i Şerif’ten zerre kadar ta’viz vermeyen bir müceddid ve mürşîd için, büyük bir iftira ve bühtandır. 

Aksine, Hac yolculuğuna devletçe ilk izin çıktığı yıl, Rahle-i Tedrisinde bulunan ve hemen hemen, hiç bir sohbetini kaçırmamaya çalışan, hattâ bunun için Efendi Hazretlerinin ikâmet buyurduğu semt’e evlerini taşıyan bağlılarından, şart’ları hâiz olanlar, beraberinde eşleri de olduğu halde, Efendi Hazret’lerinden müsaade isteyip-helâllaşıp hacc’a gitmişlerdir. 

Konyalı, olarak meşhûr, Mustafa Doğanbey, Refika-i Muhtereme’leri, Hâce Makbûle Hanımefendi, Kayseri’li, Hacı Refik BÜRÜNGÜZ, Refikaları, Hâce Hamdûne Hanımefendi, Kayseri’li, Hacı Süleyman Kuşculu ve Refika-i Muhtereme’leri, Hâce, İkbâl Hanımefendi, bunlardan ba’zılarıdır. 

Siz kimsiniz ki, Sahib-izaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil ve Müceddid’in, hac ibâdetini sorgulama yetkisini kendinizde buluyorsunuz? Meşhed-i Â’zam ve Divânüs-Salihîn toplantılarının çoğunu, diğer Ricâl-i Ma’neviyye birlikte, Cebel-ü Ebû Kubeys’de yapan bir Zât-ı Muhterem’in hac farîzasını ne zaman yaptı, şartları var mıydı, niçin hac’etmedi gibi tartışmaya açmak, sizin ne haddinize düşer, ne de hakkınızdır. 

Ayşe Teyze, Fatma Abla, Emine hala hikâye’leri de hep fasa-fiso’dur. Efendi Hazretlerinin, Merhûme Refika-i Muhtereme’leri, Hâce, Hafîza Tunahan vücûb, sıhhat ve eda şart’larından tamamına hâize olmadıkları için bizzat hac’edemediler Bedel hac’larını eda ettiler. 

Kerime-i Muhtereme’leri, Hâce, Hadice Bedia KACAR Sultan ile, Hâce, Feriha, Ferhan Denizolgun Sultan Abla’larımız, yine, hacc’ın vücûp, sıhhat ve edâ şart’larından çoğuna hâize oldukları halde, noksan bir şart sebebiyle, bedel göndererek hac’larını eda etmişlerdir. 

Damad’ları, Merhûm, Kemal Kacar ve Merhum Seyyid Hüseyin Kâmil Denizolgun Ağabeyler hac’larını bizzat eda etmişlerdir.