“İ.T., 04.12.2017, saat 12.31 i’tibariyle yaptığınız, yorum, değil, yalan, iftira ve buhtan’lara cevap vermeyeceğim. 

Dâimî Yorumcu’larımızdan, Pek Muhterem ve Azîz Kardeş’lerim, Ertuğrul ile, “İstanbullu,” Remziyle yorum’larda bulunan Kardeşlerimizin verdiği cevaplarla iktifa edeceğim. 

Ertuğrul Bey Kardeşimin Cevabı: 

“İ.T. Rumuzlu, yaşın kaç bilmiyorum. Fakat Hocamıza karşı uslûbun saygıdan ve edep’ten uzak. Allah Celle Celâluhû Firavn’a dahî, “Kavl-i Leyyin,” ile söyle derken, (buyururken), sen bunca hizmeti sebkat etmiş bir ÂLİM’e karşı böyle lâubâli ve lâkaydî davranıyorsun? Hocamıza akıl verene kadar önce kendi noksanlarının izâlesi cihetine tevessül edersen bence çok daha hayırlı iş yaparsın. İmam-ı Rabbânî Hazretleri Mektubatta, “et-Târik-u Küllühâ âdâbün,” buyuruyor, duymadın mı hiç? Belli ki, hamsın, toysun, tıfılsın, derhal hocamızdan özür dile kendine gel! Yoksa esas kaybeden sen olursun. Sana ağabey nasîhati ister tutarsın, ister tutmazsın sana kalmış!... 

“İstanbullu,”nun Yorumu ve cevabı: 06.12.2017, saat 00.20 i’tibariyle: 

“Değer’li Kardeşim, yazsam mı yazmasam mı diye bir hayli düşündüm. İ.T. Kardeşe bir cevap yazmak benim de içimden geçti. Ne var ki, duruşuna bakınca cevabımın bir işe yaramayacağına kani oldum. Ama, yazılacak cevap sizinki gibi de olmamalı diye düşünüyorum. Siz, kardeşin yaşını sorarak edebe mugâyir olduğunu söyleyerek fikirlerini değil, şahsını hedef almışsınız. Bu, netice alıcı bir tavır değildir kanaatimce. Oysa, fikirlerine karşı konulabilecek birçok delil vardır. Hâ arkadaşımız hakikaten edep hudud’larını zorlamış yazısını Mustafa Hoca’mızın ve onun gibi olanların makam mevki peşinde oldukları, umdukları verilmeyince itaatten çıktıkları gibi, tamâmen indî, tamâmen akıl ve hâkîkat dışı iddialar üzerine çatmış, Mustafa Akkoca, ne bu yolun başını inkâr ediyor, ne bağını koparıp attığını söylüyor. Hattâ bunlara karşı aşırı bir hürmet bile gösteriyor denilebilir. Hâ yanlışa yanlış deme cesâretini gösteriyor. Allah razı olsun. Bundan dolayı tebrik etmek dururken!... 

“İstanbullu,” 06.12.2017, saat 00.33 i’tibariyle Ertuğrul Kardeş 2’ye İLAVE!... 

“kopmuş” göstermek Müslüman kârı mıdır? Sordum ve bitirdim. NOT: İ.T. Kardeş, cevap vermeye kalkarsa... Şimdiden söyleyeyim ben onu muhatap alarak bir şey yazmadım, (Bu bir küçümseme değildir) tartışmanın faydasına inanmayanlardanım. Bağlılık hislerine hürmet ederim. Ama tek doğrunun kendininkiler olduğunu da düşünmemeli insan. Sonra muhatap alınan kişinin şahsına hürmet etmek, sadece katılmadığımız fikirlerinin karşısına edep’le kendi fikirlerimizi koymalıyız. Alan alır almayan almaz. Suçlamalarla, hakâretlerle varılacak bir menzil yoktur, bir de, biz en fazla 1000 karakter yazarken (yazabilirken), İ.T. Kardeşimiz nasıl o kadar uzun yazabilmiş sırrını bilen varsa bize de öğretsin...”

Ertuğrul Kardeşimizin, 06.12.2017, saat 21.40 i’tibariyle yorum-Cevabı: 

“Kıymet’li İSTANBULLU Kardeşim. Cevaplarınız için teşekkür ederim. Hak Teâlâ Hazret’leri, iki Cihan Saadeti ihsan etsin! Hadis-i Nebevî’de, “es-Suhal-ü Miftâhû’L-İlm,” buyruluyor. Tabiî ki, soracaksınız, araştıracaksınız. Osmanlı’nın teâlî devrinde, ilim, soru-cevap şeklinde olurdu. Çöküş devrinde ise, “Üstad’a sormak edebe mugâyir kabul edildi. Elbette, büyüklere hürmet ve sözlerine i’timadımız vardır. Fakat ben de her şeyi tek tek araştırıp Edille-i Şer’iyye-den, delilini bulmuşumdur ki, yazdım Zâtıâlinize... Tahkîk, Yazılarınıza Hocamız sırası gelince en münasip cevapları verecektir. Ben de bir İzâfe-i Zeyl kabilinden katkıda bulundum hepsi bu... 

İ.T. Rumuzlu’ya gelince, maalesef, tüm cemaatlerde olduğu gibi bizde de, her şeye at gözlüğünden bakan tek tarafı gören, bir müfrit grup vardır. Hep kendi yazdıkları, söyledikleri doğrudur. Ehl-i Necât onlardır, gayrisi angarya mantığı düzeninde hareket ederler. Edebi çerçevesinde yazsaydı, tek sözüm olmaz, cevap da yazmazdım. Ama fütursuzca yazdığından, Hoca’mızın hukukuna sahip çıkmalıydım... 

ERTUĞRUL, 06.12.2017, saat 21.57 i’tibariyle: 

İstanbullu Kardeş, Zât-ıâliniz gibi uslûbu temiz ve ahlâkı mümtaz birisine fikirlerimiz ayrı da olsa, yazmak ne yorar ne de üzer. Burada gûya bu yolun mensubu olduğunu iddia edip de, ne galîz sözler yazanlara rastladık. Hoca’mız da tabi’î ki, onlara anladıkları dilden cevaplar verdi, veriyordu. 

“Uslub-u Beyân, Ayniyle İnsan,” denmiştir. “Söz söylersen öyle bir söz söyle ki, Sözünden ibret alsınlar, bilmez isen sus da seni bir adam sansınlar,” denmiştir. Bâki selâm, birbirimize du’â edelim...

“ÜVEYS,” Remziyle Yorum’larda bulunan Değer’li Kardeşimizin, 06.12.2017, saat 21.17 i’tibariyle yorum-cevabı: 

İ.T. Kardeşim, Mustafa Hoca’mıza büyük haksızlık yapıyorsunuz. Bunun farkında bile değilsin! 

Mustafa Hoca ve onun gibi hâkîkati ifâde eden’lerin kıymeti, ileride anlaşılacak... 

ERTUĞRUL, 05.12.2017, saat 02.57 i’tibariyle, İSTANBULLU’ya Cevabı: 

Aziz İstanbul’lu Remzini isti’mâl eden Kardeşim. Hoca’mızın önceki yazılarında bana bir dizi cevap yazmışsın. Sonra’dan okudum. Allah İlminizi ziyâde, Fıkhınızı vâsî kılsın! Ben öyle uzun uzadıya değil de size ale’L-İktisâr bir-kaç hususu derhatır edeceğim. Evvelen ma’lûmdur ki, Meşâyih-i Nakşibendiyye hem şerîat’de ve hem de tarîkatte müçtehid’dirler. Binâen alâ zâlik, ezcümle RÂBITA’yı Mâide Suresindeki “Sadıklar’la beraber olunuz,” âyet-i Kerimesi, (Tevbe Sûresi’nin 119. Ayetidir. “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve Sadık’larla beraber olun,)” Mâide Suresindeki âyet-i Kerime ise “Rabbi’mizin bizi iyiler arasına (Sâlihîn) katmasını umup dururken, niçin Allah’a ve bize gelen gerçeğe iman etmeyelim?” (Mâide 5/84) âyetinden ve dahî Sünnet-i Seniyye’den Sahabe’nin hayatından istihraç etmişlerdir. O vakitte bugünkü gibi tertip edilmemiş, fakat yaşanıyordu. Haz.Ebû Bekr’in, “Yâ Resûle’llâh! Sen hiç aklımdan çıkmıyorsun, devamlı gözümün önündesin!” sözü buna delildir. Sâniyen, Nevâfil’de, şekil şart değildir. Meselâ, ben her gün, 10 Sahife Kur’ân okumayı vird edinmişim, vakit olursa (bulursam) okuyorum. Sen bana kalkıp, “bunun delili var mı dersen? Yanlış bir söz etmiş olursun. Ma’neviyyat sahası’na münhasırdır. Bunun ilmini bilmeyen fehm edemez. Zayıf hadis de hadistir, netice’de... Selâm ve du’â... 

“İSTANBULLU”nun Cevabı, 05.12.2017, saat 19.09 i’tibariyle şöyledir: “Ertuğrul Kardeş’e: Değer’li Kardeşim. Kıymet vermişsiniz, vakit ayırmış, cevap yazmışsınız; teşekkür ederim. Allah sa’yinizi meşkûr eylesin! İyi niyetle hareket ettiğinizden emînim. Son yazdıklarınız hakkında da söyleyeceklerim var, ama, görüyorum ki, sizin de benim yazdıklarım üzerine söyleyecekleriniz hep olacak. Bu yüzden bu Yorumunuz üzerine söyleyeceklerimi kendime saklıyorum. Aziz Kardeş, “Ezan-ı Muhammedî İbâdet değil mi?” Sözünüz üzerine de bir tek cümle yazayım, demiştim, vazgeçtim. Değer’li Kardeşim, benim suallerim’in tek gâyesi var, hâkîkate ulaşmak, evvelce de söylediğim gibi mut’main olmak; başkaca bir derdim yoktur. Faruk Nafiz bir Şiir’inde, “Bir devâ için bağrındaki yaraya/toplanmıştı garîp’ler şimdi Kervansaray’a,” der. Bağrımızdaki yaraya devâ arıyoruz. İnsanız, düşünüyoruz. Bu hassâyı kaldırmak mümkün değil. Hâ, biz çabalarız da, cevap bulamayız. Cevabı isteriz ama şart değil. Çıkmazsa bildiğimiz minval üzere hayatımıza devam ederiz. Selâm ve hürmetler ederim.”

Karşılıklı olarak, edep, nezâket, zarafet, letâfet, hepsinden de ehemmiyetlisi, nesâfet dolu, bu zemin’de yorumlarda bulunan, bütün Kardeş’lerimize, emsâl teşkil edecek cevaplarınız için sizlere sonsuz teşekkür ederim. 

Aziz ERTUĞRUL, İSTANBULLU ve ÜVEYS Kardeşlerimizin, İ.T.’ye, verdikleri cevaplar ve kendi aralarındaki sual ve cevapları, sarâhaten göstermiştir ki, bu zemin, bir fikirler Bahçesidir. Burada, fitne-fesada, iftiraya, hakarete yer yoktur. Fikirler en sert bir biçimde tartışılır, fakat iftira ve hakâret aslâ... 

İmdi! İ.T. Kardeşim. Sizin, fitne-fesâd, yalan, iftira-bühtan ve hakâret dolu yorum’larınıza rağmen, ben size, Azîz Kardeşim, diye hitap ediyorum. Fakat, bundan böyle, sizi, adem’e ve ebedî Nisyan’a terk ediyorum. Yorum’larınızı dikkate almayacağım, cevap vermeyeceğim. Bu zemini, bir daha kirletmenize izin vermeyeceğim. Daha önceleri düştüğüm hata’lara bir daha düşmemeye gayret edeceğim. “Rabbenâ, Lâ Tüâhiznâ, İn Nesînâ Ev Ehtâ’nâ,” Aslâ sizi bir daha tahrik etmeyeceğim. Mâdem ki, Aforizma’ya çok meraklısınız, Alınız size bir Aforizma: “el-Câhilü, Ke’l-Hunfesâ, İzâ Teharrekte Fesâ!,”

Son olarak bir şeyler söyleyeyim. Allah Celle Celâluhû’dan başka, kimse kimseyi afvedemez, Nâr-ı Cahîm’den kurtaramaz. Sevgili Peygamber’imiz, diğer Peygamber’ler, Ashab-ı Güzîn, Evliyâ, şefa’at ederler. İnşâ Allah! Hazretim, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmilimiz, Müceddidimiz, Haz.Üstaz’ımızın şefaat ve himmetleriyle, Rabbimizin afvına mazhar olur, Cehenneminden kurtuluruz. Biraz da istihza ile, lütfedip Bendenizi de, “Sâbikûn,” zümresine dâhil etmişsiniz. Hâşâ! “Ben Sâbikûn’danım,” demedim. Esâsen, “Sâbikûn,”dan da değilim. “Hazreti Üstaz’ımızın, “Ben, İmam-ı Rabbânî Evlâdı’nın kesip-attığı bir kör tırnağını dünyalara değişmem,” buyurduğu, “Sâbikûn,” hakkında, ileri-geri laf etmemenizi, dünyada ve âhirette hüsrana uğramamanız bakımdan tavsiye ederim.