Pek Muhterem, VELİ Kardeşimiz Beyefendi.

Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır,” denilmiştir. Merhûm, Muhterem Büyüğümüz, Cennetmekân, Kemâl Beyağabeyimiz, her Tekâmül döneminde Ümraniye talebesine, civardan, uzaktan-yakından, gelen ihvâna, Pazar günleri, Nefs’in tabakatı, Emmâre, Levvâme, Mülheme, Mutma’inne, Râziye, Merzıyye ve Nefs-i Nâtıka, Letâif’ten, Kalp, Ruh, Sır, Hafî, Ahfâ, Nefs-i Nâtıka ve Nefs-i Kül. Tabakat-ı Nefs’in, tezkiyesi, Letâif’in, tasfiyesi mevzu’larında, ayrıca yolumuzun adâp ve usûlü hakkında, doyurucu, bereketli, feyizli sohbet’lerde bulunuyordu.

Pazar günleri, öğle namaz’ları, Cem-i Gafîr halinde kılınır, mescidde hiçbir kimseye önceden rezerve edilmiş yer olmazdı. Genç talebe, kendilerine göre, nisbeten daha yaşlı, hoca ağabeylerini, ihvan’dan ağabeylerini ön saflara geçirirlerdi. Beyağabey, akıcı, selîs, İstanbul Türkçesiyle hitap ettiği için Anadolu’nun dört bir tarafından gelen, Tekâmül talebesi ve ihvan İstanbul Türkçesini de öğrenmiş olurdu.

Sohbet sonrası, istisnasız, sohbete katılanların tamamını mültefit, beşâretli bir sima ile, tebessüm’le selâmlar, mescidin gerilerindeki salon kapıları kapatılmaz, bilhassa taşra’dan gelip, herhangi bir ma’rûzatı olanlar, rahatlıkla ma’ruzatını arz eder oradan ayrılırdı.

Merhûm, Muhterem, Büyüğümüz, “Akkoca! Söyler misin? Şu anda, Kardeş’lerimiz arasında en mes’ûd ve bahtiyar olanlar kimlerdir?” Dedim ki, “Ağabey! Bence, şu anda, en mes’ûd ve bahtiyar olanlar, Pazar günleri, Ümraniye’de sizin sohbetlerinizi, arka saflarda, bir köşe’ye veya bir direğin arkasına gömülmüş, aküsünü şarj etmiş, evine, işine dönmüş, geçirdiği bir haftayı istiğrak ile geçirmiş, bir sonraki haftayı iple çekmiş, yine gelmiş aynı hâl ile yine hallenmiş bir Kardeşimiz’dir,” dedim. “Bravo! Çok iyi teşhîs ve tesbit etmişsin,” buyurmuştular. İfade buyurduğunuza göre, kalabalık bir ihvan grubu ba’zı lokantalara akın etmektedirler. Fena mı? Bir taraftan son yıllar’da, sıkıntı yaşayan, Türk Turizmine destek, diğer taraftan, sürekli zarar etmekte olan, C.İ.T.’lere, (açılımı, Cemaat İktisâdi Teşekkülleri), katkı vermiş oluyorlar.

Pek Muhterem, “ÜVEYS,” Remziyle yorum yapan Kardeşimiz:

Ulemâ’nın ve ehl-i Tasavvuf’un, Bey’lerin, Pâdişah’ların, yanlarında yer almaları, dikkat buyurulursa, sadrâ’zamlık, vezirlik, vükâlâ’dan biri olmak gibi, icrâî faaliyetlerde bulunmak için değildir. Du’â’ları, irşâd ve ihdâ’ları iledir.

Devletimiz, var olup - olmama, istikbâl ve istiklâl mücadelesi verirken, elbette aklı başında olanlar, Devletimizin yanında, Vatan hâin’lerinin, decâcile’nin karşısında olacaktır.

Aziz Ali Osman Beyefendi Kardeşimiz.

Daha önce yorum yapan pek çok Değer’li Kardeşimize verdiğim cevap ve mutala’alarda da, ifade ettiğim gibi, 50 yıllık yazarlık hayatımda hiç bocalamadığım kadar bahsettiğiniz mes’ele’de bocaladım. Bahis konusu, risâle’nin diğer bölümleri, Müceddide aid ise, bu bölümü nasıl izah edeceğiz. Çalışmalarımıza ve araştırmalarımıza devam ediyoruz. Hepimizi tatmin edecek bir neticeyi istihsal edeceğimizi, kuvvetle ümid ediyorum.

İsmini zikrettiğiniz kişi, zavallı bir tasavvuf kalpazanıdır. Site’deki bilgiler de bir yerlerden aşırmadır.

Azîz Kardeşim. “Topyekûn Cevap,” yazısı üzerine yaptığınız, vecîz yorumunuza aynen katılıyorum. Hani, ne demişler, “Tavşan Dağa küserse bir şey ifade etmez, Dağ Tavşan’a küserse, tavşan kalacak yer bulamaz.”

Nâil ÖZKAN Yeğenim. Çok uzun yorumuna muttalî oldum. Teşekkür eder gözlerinden öperim. Tabiî ki, şaka! Arap’ların çok meşhûr bir sözü vardır; “Hayru’L-Kelâm, Mâ Kalle ve Delle,” (Sözün hayırlısı, az ve fakat delâleti çok olanıdır.)

Abdullah,” Remzini kullanarak yorum yapan Beyefendiye:

Abdullah,” Remzini kullanmışsınız, fakat hiçbir Allah’ın kuluna yakışmayan zehir’li bir lisân ile yorum yapmaya cür’et etmişsiniz. “İmam-ı Rabbânî Evlâdı’ndan olmak, bu devirde, “Mâ Ene aleyhi ve Eshabî,”den olmanın, ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat ehlinden olmanın, alâmet-i Fârikası ve mümeyyiz vasfıdır. Hem sonra bu “Altın Nes’le,” “İmam-ı Rabbânî Evlâdı,” unvanını veren ben değilim. Bizzat, Hazreti Üstaz’ımızdır.

Edep’ten, nezâketten, zarafetten hiç nasibiniz olmamış, fikriniz olmadığı için, aklınızı da zembille bir yerlere asmışsınız. “Boş Teneke’ye,” herhangi bir madde konulur, bir şeylere faydası olur. Fakat, Sünnet-i Seniyye’nin berrâk kaynak suyunu görüp, suyu-güneşi, görünce iyice kuduran Kelb-i Akûr, hiçbir şeye yaramaz. Ancak, itlâf edilir. Yorumcu’larımız kimin kim olduğunu çok iyi bilirler. Kuyruğunu kıs, bir daha çıkmamak üzere çukuruna gömül...

Pek Muhterem Kardeşimiz, Sadi Uzun Beyefendi:

Enes İbn-i Mâlik’ten rivâyeten Sevgili Peygamber’imizin, salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizin, “Ey Enes! Hiçbir zaman Müslüman kardeşlerine karşı kalbinde kin besleme! Bu, benim Sünnetimdir. Her kim, benim Sünnetime temessük ederse, beni sevmiş olur. Her kim, beni severse, cennette benimle beraber olur.” buyurmuştur. Yorumunuzda, Müslümanlar arasında sevgiyi, sünnetlere temessükü bir kez daha çıkardığınız için size teşekkür ederim.

Pek Muhterem Kardeşimiz Erhan Yıldız Beyefendiye:

Bu yorumlarınıza verilen cevaplar neşredilmeden önceki yorumculara verdiğim cevap ve mutala’alarda, bu Risâle mes’elesini, defa’atle cevaplandırdım. Risâle hakkındaki tereddütlerin hâlâ devam etmektedir. Eğer bu Risâle, bütünüyle, Hazretimize aid ise, -Sonradan ilâveler ve çıkarmalar yapılmadı ise, çok ciddî problemler var demektir. O takdirde, Risâle’nin, 12. Sahifesinde ifâde edilenlere, birileri, bir izah getirmek zorundadırlar.

Uslûb’dan bahsediyorsunuz. Sevindim; en azından bundan sonra yorum yapacaksınız, Uslûbunuza dikkat edeceğinizi anlıyorum. Bana gelince, Yazdığım onlarca, yüzlerce, binlerce yazı, arşivlerdedir. Uslûbum buralarda açıkça görülür. Ama, “Sabır Taşı,”da olsanız bir yere kadar, çatlarsınız. Her kim, Uslûbunu bozar, haddini aşar, belden aşağısına vurmaya başlarsa, hak ettiği cevabı hak ettiği gibi alır. Bu da biline istedim.

Pek Muhterem Ali Osman Beyefendi Kardeşimiz:

Bu yazıyı, 17 Haziran 2017 tarihinde, Cumartesi günü, Saat 16.40’da yazıyorum. Ba’zı yorumculara uzun cevaplar da ve mutala’larda bulunmak zarureti vardır. Bu bakımdan, yorumcu’ların yorumlarına haftasında cevap vermek mümkün olmamaktadır. Şu an için neşredilmeyi bekleyen sekiz adet yazı, vardır, yaklaşık iki aylık, stok demektir. Bu stok’ları eritmek için, her ne kadar formatları ayrı ise de, “CUM’A SOHBETİ,” Köşemizde, bir hafta kendi formatında, Cum’a Sohbetini, bir hafta da, “Yorumculara Cevaplar ve Mutala’aları,” neşretmeyi düşünüyorum. Bu zemine, ilk bu formatta başladığımızda, ba’zı arkadaşlar, çok fazla kişi yorum yapmaz. Bir-kaç kişinin yorumuyla da, bu zemin tutmaz diyorlardı. Allah’a çok şükür, artık, Yorumcularımıza cevap yetiştiremez bir hale geldik. Bu vesiyle ile buradan, başta, Zât-ıâliniz olmak üzere, bütün Yorumcularımıza şükranlarımı arz ediyorum. Efendim. Bu Yorumunuzdaki diğer, fikirlerinize katılmamak mümkün değildir.

MERCAN,” Remzini kullanarak Yorum yapan Değer’li Kardeşimiz.

Bahsettiğiniz hususta bundan önce, aynı istikâmette, yorum yapan Kardeşlerime verdiğim cevaplara ilâve edilecek bir husus yoktur. Eğer bu zemini ta’kip buyuruyorsanız, o cevapları okuyacaksınız.

Azîz OSMAN KARAMAN Beyefendi Kardeşimiz:

Akıl, Medâr-ı Teklif, Medâr-ı Şerîa’ttir. Aklı olamayan mükellef değildir. Aklı olmayan’ın dini de yoktur. Şer’i Şerife uymayan tarikatin şeyhi, şeytandır. Haz.Üstazımızın muasırı muarızlarının bile, taktıkları lakap, “Müteşerrî,” (Şeriata çok fazla bağlı) başka bir şey söylemeyi artık zaid addederim.

Beyşehirli, Adım, Adınız, Beyşehir, İlâhiyat remizlerini kullanarak yorum yaptıklarını zannedenlere:

Siz yorum yapmıyorsunuz, yapamıyorsunuz, zirâ yorum için bir fikriniz olması, aklınızı kullanıyor olmanız lazım. Öyle anlaşılıyor ki, sizin derdiniz benimle. Mor takke-laciverd takke, bu tartışma hedefine ulaşmıştır. Neyin bid’at olup-olmadığı sizler hariç bütün âlemce anlaşılmıştır.

Beyşehir’li, remzini kullanan kişiye: - Kuzum, kubûr fâresi gibi hep kanalizasyonlarda dolaştığın için aklın, fikrin, idrar yolları kanallarında. Güyâ “Cinas,”da bulunmuşsun sevsinler senin cinasını-mantığını...

İLÂHİYAT,” Remzini kullanan Beyefendiye:

Çok kişinin, bir mescidde bulunan her bir kişinin, hatta bir kasaba’da-şehir’de, bulunan her bir kişinin aynı renk ve desende takke giymesi elbette ki, bid’at olmaz. Ama, o mesciddeki hiçbir kişinin başka renk takke takamaması, takması halinde, kendisine kem nazarlarla bakılması, bid’atin tâ kendisidir.

Bir kişinin dünyevî ve uhrevî hususlarda, parmakla işaret ediliyor olması, onun için felâkettir,” (Hadis Meâli.)

Şehîd cenaze’lerinde ve başka yerlerde, başında Lâciverd takke olanlar için, “Hayrola! Bu şehîd sizden mi? Çünkü en önde, lâciverd takke giymişler vardı,” diye soruluyorsa, işte bu parmakla işaret olunmaktır. Şüphe yok ki, bu da tam da bid’atin ta’rifine girmektedir.

Sakal’da sünnet, Peygamber’imizin Hadis-i Şerif’lerinde “Kabze,” kelimesiyle ifade buyrulmuştur. “Kabze,”yi, ba’zı, hadis şârih’leri, parmak uçlarıyla tutulacak kadar olarak, ba’zı hadis şârihleri de, çene ucundan, herkesin kendi el parmaklarıyla dört parmak kadar olarak yorumlamışlardır. Fırıncı Küreği gibi, geniş ve göbeklerine kadar uzun sakal, kişinin hamakatine delâlet eder, buyrulmuştur. Evet, o ta’bir, bana aid’dir. Kendilerinde zerre kadar ma’nevî bir haslet bulunmadığı halde, göbeklerine kadar uzun ve kürek gibi sakal bırakan, tarikat ve tasavvuf kalpazanları için kullanılmıştır. Böyle birisiyle karşılaşırsam, yine aynı şekilde yazarım.

Meşâyih-i Nakşibendiyye’nin, “Bizim düsturumuz, Zâhirimiz halk ile, Bâtınımız Hak” ile, düsturu gereği, Beyağabeyimiz, büyüklerimiz takım elbise giyer ve kravat takardılar. Bendeniz de giydim, kravat taktım. Zaman zaman da, takmaya devam ediyorum. Kravat, Osman Yüksel Serdengeçti’ye göre, Medeniyyet Yularıdır, fakat küfür alâmeti değildir.

Mor veya Laciverd Takke takmanın farz veya vacip olmadığını göstermek için, Haz.Üstazımızı misâl olarak gösterdim. Sizi niçin rahatsız etti ki?!...