Pek Muhterem, Hasan Güneş Hocaefendi. 

Takdîr, teşvîk ve hak etmediğim, iltifatlarınız için çok teşekkür ederim. Bu zemine katkı vermeye devam buyurmanızı istirham ederim. Efendim... 

Azîz ve Pek Muhterem Ali Osman Beyefendi Kardeşimiz: 

Her mevz’u’da, maydanoz olup, akılsız, fikirsiz, sözde, yorumlarıyla, bildikleri bir tek şey, hakaret ve aşağılama olanlar, her nedense, “Tecdid, Sünnetlere Tetebbû ve Bid’atlerden kaçınma,” Serlevhalı, dört yazıya herhangi bir yorum getirmediler. Zât-ıâliniz, Yorumunuzda çok güzel hulâsa etmişsiniz. Bırakınız, sarâheten bid’at olanları, tahrîmen mekruh olanları, İmam-ı Rabbânî Evlâdı, Son Müceddid, Tecdîd ve Tasarrufu devam etmekte olan, Haz.Üstaz’a nisbetlerinin devam ettiğini söyleyenlerin, bid’at’in tozundan bile şiddetle kaçınmaları gerekir. 

Azîz Kardeşim. Biz, Mutlâk küfür karşısında, “Ehven-i Şerri, Mahz-ı Hayr,” gören bir nesiliz. Devr’in, Matbuat Umum Müdürü, İstanbul Valiliği’ne bir ta’mim göndererek, “Son günlerde, İstanbul Matbuatında, sık sık, “Allah,”tan bahsedildiği görülmektedir. Önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması... Ta’mimi gönderen, Tek Parti, Mütegallibe, C.H.P.’nin, ta’yin ettiği, Matbuat Umum Müdürü Vedat Nedim Tör idi. Böyle bir devirden, iktidara gelişinden, 33 gün sonra, “Ezan-ı Muhammedî’yi “tangır-tungur” okutmak yerine, aslına rücû ettiren, Demokrat Parti, Aziz Milletimize ümid vermiş ve “Ehven-i Şer,” olarak kabûl edilmişti.  

Mevcûd iktidar döneminde; Genel Kurmay Başkanı, “Devlet-i Aliyye’mizi ınkıraza uğratmakla, Aziz Milletimizin, Medeniyyet yürüyüşüne bir parantez açmışlar bir süre durdurmuşlardı. Şimdi bu parantezi kapatıp, Medeniyyet yürüyüşümüze devam etmeliyiz,” diyor. 

İrticâ olur, sonra, “bana mürtecî derler,” diye eşinin cenaze namazını kılmaktan imtina eden, Genel Kurmay Başkan’larından, şehîd cenazelerine katılan, ta’ziye ziyaretlerinde bulunan, okunan Kur’ân-ı Kerim’i büyük bir huşû içerisinde dinleyen, ellerini kaldırıp du’â eden, bize iletilen bilgilere göre, beş vakit namazını da kılıyor. 

Cumhurbaşkanı ise ma’lûm, Genel Kurmay Başkanı’nın yaptıklarının tamamını yerine getirdiği gibi, şehîd ailelerine ta’ziye ziyaretinde veya çat kapı ziyârette bulunduğunda, Kur’ân okuyor, du’â ediyor, ettiriyor, zaman zaman da, Ankara’da, Külliye’nin yakınında bulunan Millet camii’nde, Sabah Ezan’larını bizzat kendisi okuyor. Böyle bakıldığında, “Ehven-i Şer,” bile denilemez, “Mahz-ı Hayr’dır,” desem, bütün tevâkuşlar, mevcud iktidara müdâhane’de bulunduğumu, iddia edebilirler. 

Ziya Paşa ne güzel söylemiş;

“Meşhûrdur ki, Fısk ile olmaz Alem Harap, Anı, Müdâne-i Âliman Eyler Harap!”

Aziz Kardeşim. “Bu yazı, yazı listesinde niye yok?,” dediğiniz yazı hangi yazıdır, bildirirseniz, arşivimizden veya gazete’nin arşivinden te’min eder size ulaştırabiliriz. 

“HOCAZÂDE,” Remziyle Yorum yapan Pek Değerli Kardeşimiz: 

Bahsettiğiniz zât, Zikr-i Hafî, (Nakşibendiyye,) Zikr-i Celî (Kâdiriyye) Meşâyihi arasında bulunmamaktadır. Hazretimizin, Zahirî-Cismânî, Şeyh’i, Mürşidi, Salahaddîn İbn-i Mevlânâ Sürcüddîn (k.s.) Efendi Hazretleri, Nisbeti Ma’neviyye ve Nisbet-i Bâtıniyye ile ve Üveysî’lik tarıkıyle, İmam-ı Rabbânî Müceddid-i elfi Sâni Hazretleridir. “Mesâil-i Mühimme,” Risâlesindeki ba’zı notların 1925 yılında tutulduğu dikkate alınırsa, muhtemelen bu mevhûm isim, asıl mürşidi hedef olmaktan çıkarmak için, ortaya atılmış olmalıdır. Fakat bu kat’î bir bilgi değildir. Hayretler içerisindeyim. Araştırmalarına devam ediyorum. Sarih bir bilgiye ulaştığımda, elbette sizlerle paylaşırım. 

Pek Muhterem, OSMAN KARAMAN Beyefendi Kardeşimiz: 

Azîz Kardeşim. Hazreti Üstazımız ve bütün melekeleri yerinde iken, Merhûm, Muhterem Büyüğümüz, Cennetmekân, Beyağabeyimiz zamanında olmayan pek çok şey zamanımızda zuhur etmiştir. Bunların tamamına, “dinî ve tasavvufî bid’at’dir,” diyemesek bile, âdetî bid’atler de Câmia’yı dalâlete sevk eder. 

Meselâ, Perşembe geceleri, Perşembeyi Cum’a’ya bağlayan gecede, yapılmakta olan, Kâdirî Hatmini, Haz.Üstaz’ımız, Sûrî ve Zahirî Tecdîd yıllarında, sadece bir kerre, İrtihalinden 60 gün önce, Milâdî 1959 yılının, Hicrî 1 Muharrem gününün gecesinde, Kısıklı’da, Ziyârethâne’de yaptırmıştır. Orada bu hatme iştirak edenler arasında bulunan Seyfeddin Alkan Hocamıza, “Seyfi! Bu hatmi not al, talebeye de not ettir,” buyururlar. 

Haz.Üstazımız, Sahib-i Zaman olması i’tibâriyle, diğer, Turuk-u Âliye’den o devir’de şeyhi olmayan, tarîkatin de şeyhidir. Onun için teberrüken, Kadirî Tarikatinin esaslarından olan, Hatm-i Kâdirî’yi yaptırmıştır. Uzun ara, fâsılalarla, sene’de bir-kaç kere de, bizler yapardık. Ama, böyle her hafta ve hiç aksatmadan yapılmazdı. Hatm-i Kâdirî’ye, hiç aksatılmadan devam edilmesine ne zaman, kimin emriyle başlandığını bilmiyorum. 

Zikr-i Hafî, Tarîkat-i aliyye-i Nakşibendiyye’nin en büyük rükünü ve destûr’larından birisi, Abdülhâlık-ı Gücduvâni Hazretlerinden i’tibâren, aslen ve fer’an, Kitap ve Sünnetten me’huz ve Muktebes, Hatm-i Hâceğân’dır. Hafta’nın Çarşamba günlerinde yapılır. Hatim öncesi ve sonrası, yapılan sohbetler, Nefs-i Emmâre’nin tezkiyesi ve kalbin tasfiyesine müteveccih olmalıdır. Bizim zamanımızda, bu hatimlere kadınların iştiraki veya kendi aralarında hafta’nın ba’zı günlerinde hatim yapmaları gibi bir durum da yoktu. Dikkatimi çeken bir başka husus da, Yolumuzun asıl rüknü, Hatm-i Hâcegân evlerde ve küçük topluluklarca yapıldığı halde, Kadirî hatimleri, yurt mescidlerinde ve Cem-i Gafîr halinde yapılmaktadır. 

Aziz Kardeşim. İfâde buyurduğunuz her kelime bir müşkile ve bir probleme işâret ediyor. İşimizin ne kadar zor olduğunu bu yorumunuzdan dolayı bir kez daha anladım. Şimdilik, “Fincancı Katırlarını ürkütmeyelim,” zamanı gelince her şeyi ortaya koyarız. İnşâ Allah!... 

“A.H.”, Remzini kullanarak yorum yapan, Değer’li Kardeşimiz: 

Teşekkür, iyi niyet ve du’â’larınıza mukabele ederim. Yazılara ulaşmaktaki müşkilinizi, gazete’mizin internet sitesi editörlerine ileteceğim. İnşâ Allah! bundan sonra daha kolay ulaşırsınız... 

Pek Muhterem Sadi Uzun Beyefendi Kardeşimiz: 

Aziz Kardeşim. Üslubunuz, nezâket ve zarâfetiniz, Osmanlı Beyefendiliğiniz için, öncelikle, size çok teşekkür ederim. Giyim-kuşam mevzu’nda, Sevgili Peygamber’imiz’in herhangi bir renk ve şekil şartı yoktur. Mensubu olmakla iftihar ettiğimiz, Zikr-i Hafî, Turuk-u Âliyye’den, Nakşibendiyye Meşâyihi, Silsile-i Zeheb-Silsile-i Saâdât’ın da, giyim-kuşam mevzu’nda yine bir renk ve şekil tercihi yoktur. Düsturumuz, “Zâhirimiz halk ile bâtınız Hak ile,” dir. Rengi ne olursa olsun, herhangi bir takkeyi takma’nın hiçbir mahzuru yoktur. Hattâ, kalabalık bir grubun tek bir renk takkeyi takmasında da bir mahzûr yoktur. Zevk’leri, gelenekleri, mahallî şartlar gereği, bir kasaba’nın-şehr’in bütün halkı aynı renk takke takabilir. 

Müşkil odur ki, bir renk tercihinin, meselâ, “Lâciverd,” alâmet-i Fârika ve mümeyyizi mâ siva, haline getirilmesi “ilerleyen zamanlarda değil,” şimdiden bid’at haline gelmiştir. Üçbin-dörtbin kişilik bir cenaze alayında, bir tek kişi dahî beyaz veya başka renk bir takke niye giymez-giyemez?

Bid’atlerin zuhurunda, ihmâlkâr davranırsak, kısa bir zaman sonra, her bir bid’at bir Sünnet-i Hüdâ haline getirilir. Benim, laciverd takke ile, giyenlerle bir derdim yok. Böyle bir şâyia, Merhûm, Büyüğümüz, Kemal Bey Ağabeyimiz zamanında çıksaydı, derhâl, Câmia’nın huzuruna, Beyaz bir Takke ile çıkar ve şêyia’yı anında bitirirdi. 

“ATİKOĞLU,” Remzini kullanan Değer’li Kardeşimiz: 

“Mesâl-i Mühimme,” Risâle’sinin bütünü hakkında, şu anda, sarih ve kat’î bilgilere sahip değilim. Tespitlerime göre, Sahife 12’de. “Ma’lûm olmak lâzımdır ki,” diye başlayan bölümde verilen bilgiler elbette ki aslâ doğru değildir. Bundan önce, bir başka Yorumcu’muza verdiğim cevapta da, ifade etmeye çalıştığım gibi, bahsedilen zât, yâ mevhum bir zât, ya da, ismini zikrettiğiniz diğer zât gibi, bir ma’neviyat kalpazanıdır. Mesâil-i Mühimme’deki diğer ma’lûmat, hem uslûp olarak, hem de tasavvufî derinlik bakımından, Haz.Üstazımıza aid olmalıdır. Bu hususta araştırmalar yapıyorum. Bir netice’ye ulaşırsam, bilgileri sizlerle de paylaşırım.