Pek Muhterem, “Velî,” remzini kullanarak yorumlar yapan Kardeşimiz: 

Bilindiği gibi, Sevgili Peygamber’imiz, “Başınıza emîr ta’yin edilen, burnu halkalı bir köle de olsa itaat ediniz,” buyurmuştur. Bizim aldığımız terbiye’de, itaat esastır. İsyan demeyelim, ama, emirler de, ma’sum değillerdir. Lâ Yuhtâ velâ Yüsel değillerdir. Kendilerine ulaştırılan yanlış bilgiler dolayısiyle hatalı kararlar verebilirler. İyi niyetle, bu hataların tashihi için, i’tiraz’da bulunabilinir. İstişâre de bunun için yapılır. 

Pek Değer’li Kardeşim Ali Osman Beyefendi. 

Yorumcu’larımızdan, “Velî,” remzini kullanan kardeşimize verdiğiniz cevap, mukâbil yorum, bu zeminde yorum yapan bütün kardeşlerimize nümûne-i İmtisâl teşkil edecek güzellikte, zarafette, nezâkette bir yorumdur. Zarif Uslûbunuz için size ayrıca teşekkür ederim. 

Doğrudur, Asabî, sert mizaçlı görüntüsü altında, Merhûm Büyüğümüz, Cennetmekân, Kemal Beyağabeyimizin, rikkatli-şefkatli altın gibi bir kalbi vardı. Kendisiyle her mes’eleyi rahatlıkla tartışır, fikirlerinizi serbestçe ortaya koyardık. Kendileri farklı düşünse bile, istişâre neticesinde ortaya çıkan neticeye karşı, “Pek Âlâ! Mâdem öyle, sizlerin söylediği gibi olsun,” diye son noktayı koyardı. 

Aziz Kardeşim. Suâlinize tatmin edici, doyurucu cevap, diğer ba’zı yorumcu’larımıza verilen cevaplar ve mutala’alar zımnında, geniş bir şekilde, 05.06.2017 tarihli, “Yorumcu’lara Cevaplar ve Mutala’alar!.. (3/23)”de verilmiştir. Yine de bir tereddüt hasıl olursa, müteâkîp yorumlarınızda izhar buyurursanız yine de cevaplandırmaya gayret ederim. 

Pek Muhterem Osman Karaman Beyefendiye: 

Pek kısa yorumunuz, aslında, sual, yorum değil, şer’î ve Fıkhî bir mes’eleyi bir kerre daha ortaya koymak, tebârüz ettirmekten ibârettir. Nâfile bir ibadet ifade edilirken, istitâat’in bulunmaması, riba-faiz’e bulaşılması, kadınların yanlarında mahremleri bulunmadığı hallerde Hacc’ın bile farz olmamasına rağmen, mahremsiz umre, nereden bakılırsa bakılsın, Kebâir’den üç büyük kebîre’nin irtikâbı söz konusudur. Bu hususta, İnşâ Allah! “Cum’a Sohbeti,” köşemizde, müstekîl bir makale kaleme alacağım. 

“Osman,” remziyle yorum yapan Değerli Kardeşim. 

İmam-ı Rabbânî Evlâdı’nın birincil, evvelü’L-Evvel, vazifesi, Müceddid’in yolunda, tecdîd, ihdâ ve irşâd, zımnında tedris, Ümmet-i Muhammed’in Evlâdı’na Ulûm-u Diniyye’yi ta’lim ve teallüm vazifesidir. Bu maksada mebnî olarak, talebe-i Ulûm’un iaşe ve ibate işleriyle, dernek ve vakıf mensupları meşgul olmalılar, hoca’lar, asla, maddî işlerle, iaşe ve ibâte te’miniyle meşgul edilmemelidirler. Gecelerini ve gündüzlerini, bütün vakitlerini, talebe’nin tedris ve te’dibi için harcamalıdırlar. Nâfile bir ibadet için gecesini gündüzüne katıp çalışanların, en azından, farz’ları ihmal ettikleri bir gerçektir. 

Pek Muhterem Ertuğrul Bektaş Beyefendi: 

Kur’ân-ı Kerim’deki, geçmiş Peygamber’lere ve kavimlerine tid, kıssa’lar ki –takrîben, Kelâm-ı Kadîm’in dörtte biri, kıssa’lardan müteşekkildir,- sonradan gelen ümmet’lerin ve kavimlerin ibret alması içindir. “Ey akıl sahipleri! İbret alınız,” (Haşr 59/2) 

“Geçmişden adam, ıbret alırmış ne masal şey!... 

Beş bin senelik kıssa yarım hıssamı verdi; 

Tarihi tekerrür diye ta’rif ediyorlar. 

Hiç ıbret alınsaydi tekerrürmü ederdi!?” (Not: Orjinali gibidir. Lütfen tashih cihetine gitmeyiniz.) 

Azîz Kardeşim. Akıl, dinin medarı, şer’i Şerif’in medarıdır. “Lâ dîne, Limen Lâ Akle Leh,” (Aklı olmayanın dini de yoktur.) 

Tasavvufun derinliklerini ve inceliklerini idrak edebilmek için de, Akl-u Maâş’a ihtiyaç vardır. Kur’ân-ı Kerim’de de, sık sık, “Niçin aklınızı kullanmıyorsunuz?,” buyrulur. 

İslâm Kelâmcı’larına göre, İlm’in sebebi üçtür; Havas-ı Selpime, selîm, sağlıklı beş duyu, işitme, görme, koklama, tatma ve dokunma, Haber-i Sâdık, Allah’tan ve Resûlünden, tevâtür derecesinde bizlere ulaşan Haber, âyet ve hadis... Üçüncüsü de akıldır. Akıl olmaz ise âlât olan hisler de, Haber-i Sadık’da idrâk olunmaz. 

“Gassâl’in elindeki meyyit gibi olmak,” hâli, akıl yürütülmemesi, durumu, bizim için, perdenin arkası olan ve Mürşid-i Kâmil’in haber verdiği, hususlarla sınırlıdır. 

Yoksa, selîm hislerle, (âlet,) mahsûs olan ve akılla idrâk olunan hususlar için geçerli değildir. Birisi çıksa da, “Güneş, ay, yıldızlar yoktur. Müneccimlerin uydurmasıdır. Amerika, diye bir kıta da yoktur, coğrafyacı’ların uydurmasıdır,” dese, aklımızı bir kenara koyup, “doğrudur,” mu diyeceğiz? 

Aziz Kardeşim. Cemaatle tesbîh namazı mes’elesi, çok tartışıldı. Büyük ölçüde de vuzuha kavuştu. Ancak, ba’zı sefih ve hümeka’nın inadları devam ediyor. Bundan böyle, bu mevzuda, mesâî harcamak hepimiz için bir vakit ziya’dır. Yalnız, yorumunuza küçük bir katkı; herhangi bir kimse nâfile namaza niyet edip, abdestinin bozulması veya namazı bozan hareketlerden birinin zuhuru ile namazı fesada uğrarsa, kazası vâcıptir. Bütün namazlarda, Tahrime-İftitah Tekbiri çok mühîmdir. Tahrime-İftitah Tekbiri, kulların, Rabbimizin, “Ekîmu’s-Salât,” (Namazı kılınız) emrine inkiyad ettiği an’dır. Onun içindir ki, namaz esnasında, Farz’ın te’hiri, vacibin terk-i-Te’hiri durumunda, aslında namazın bozulması gerekirken, sehv-i Secde ile ta’mir ve tekemmül ettirilmektedir. 

Allah’ın huzuruna durup, nâfile bir namaza niyyet edip, sonra da hâşâ! “Allah’ım ben şimdi namaz kılmaktan vazgeçtim,” der gibi, bir durum ortaya çıkar ki, Neuz-ü Bi’llâh! Allah ile istihza olur. 

“Oruç,” remzini kullanarak yorumlarda bulunan Beyefendiye: 

“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın.” (Hucurât 49/12) 

Sarih ve net bilgi olmadan hüküm verilirse, Su-i Zan’a düşülüyor. 

Beyefendi, ben hiç ama, hiçbir kimseyi asla, yargılamıyorum. Bu benim hakkım da değil, haddime de düşmez. Yapmaya çalıştığım, Müceddid olan Hazreti Üstazımızın tecdidine uymak, sünnetlere tetebbû, bid’atlerden hazer hususunda bildiklerimi, okuyucularla paylaşmaktan ibârettir. “Kaşağı’yı, gebreyi alıp, ahıra girildiğinde, yarası olan beygirler gocunurlar.” 

Ehl-i Sünnet Akîdesinin, Müceddid’in tecdidinin tebârüz ettirilmesinden, “Dümenin başındakilerin” rahatsız olduklarını söylemek, en azından onlara karşı iftiradır, bühtandır. 

Pek Değer’li, Ali Osman Bey Kardeşimiz. 

“İşte böylece sizin insanlığa şahid’ler olmanız, Resûlü’nün de size şahid olması için sizi mu’tedil bir millet (ümmet) kıldık.” (Bakara 2/143) Ümmeti Muhammed, Ümmeti Vasat olarak gönderildiği için, ifrat ve tefritten uzaktır. Geçmiş kavimler gibi, Peygamberini inkâr ile tefrite düşmediği gibi, Peygamber’ini ilahlaştırarak, ya da İsa Allah’ın oğludur, Uzeyr Allah’ın oğludur, diyerek ifrata düşmemiştir. 

Nübüvvet ve risâlet, Sahâbî, tâbiîn, velâyet, Resûller ve nebîler, Sahâbîler, tâbiî’den olanlar, tebe-i Tâbiîn, müteahhirîn veliler, mürşidler, müceddid’ler arasında kesin ve kalın çizgiler vardır. Peygamber’lerden sonra, bütün insanların en efdali, Haz.Ebû Bekr es-Sıddîk radiya’llahu anh Efendimiz olmasına rağmen, mertebesi, asla, bir nebi ve resûl mertebesine ulaşmaz-ulaşamaz. Tâbiîn’in en efdali kabûl edilen Üveys el-Karnî, ki, Peygamberimizin muasırıdır, aynı yıllarda yaşamış olmasına rağmen, Sevgili Peygamberimizle veçhen an veçhin, görüşemediği, sohbetlerine mazhar olamadığı için, “Sahâbî,” olma vasfına eremedi. Onun mertebesi, aslâ, Hazreti Hamza’yı şehid ettikten sonra Müslüman olan ve ancak Peygamber’imizle yüz yüze bir-kaç def’a görüşebilen, Haz.Vahşî’nin mertebesine ulaşamaz. 

Tâbiîn’in en efdallerinden olduğu kabul edilen, Emevî Emiri, Ömer İbn-i Abdülazîz, İslâm Tarihinde adaletiyle meşhûr, “İkinci Ömer,” olarak isimlendirilmiştir. Abdullah İbn-i Mübârek’e sordular. Ömer İbn-i Abdülaziz mi efdal, yoksa, Hazreti Muaviye radiya’llâhu anh mi? 

Abdullah İbn-i Mübârek, “Vallâhi, Hazreti Muaviye radiya’llâhu anh Efendimizin, Haz.Resûl-i Ekrem ile birlikte çıktığı harb’lerden birisinde, at’ının burnuna giren tozlar, Ömer İbn-i Abdülazîz’den daha efdaldir,” buyurdular. 

Hiç kimse ifrat ve tefrite düşmemelidir. İmam-ı Rabbânî Evlâdı ise asla ve kat’â düşmemelidir... 

Pek Muhterem Abdullah Kara Kardeşimiz. 

Aziz Kardeşim. Koca Yunus’un dediği gibi, “Ben yaratılanı severim, Yaratan’dan ötürü,” Kâinattaki her şeyi severim. Hattâ, kuşu-kurdu, börtü-böceği.. Ayrıca bütün mü’minleri sevmek imanımın şartıdır. Mensubu olmayı, Rabbimin en büyük lütfu kabul ettiğim, Mürşidim, Müceddidim, Kapılandığım, Üstazım, Efendi Hazret’lerinin teberrüken, “İmam-ı Rabbânî Evlâdı,” diye tesmiye buyurduğu, Altın Nesl’in her birini, en kıdemsiz talebe’den en yaşlı ağabeyine kadar, istisnasız her birini Allah için, Resûli için, Pîran için, Haz.Üstaz için seviyorum. Benim şahıslarla bir derdim yok... Benim derdim, bid’at ve hurâfelerledir. Leşker-i Du’â’dan birisi olarak, Gaza Meydanındaki bütün Kardeşlerimi seviyor, onların muvaffakıyetleri için, du’â ederken, sünnetlere tam tetebbû ve bid’atlerden uzak durmaları için de, tenbîh, ihtar ve ikazlarıma devam edeceğim.