Pek Muhterem Ali Osman Beyefendi Kardeşimiz. 

Azîz Kardeşim, elbette tahrîmen mekruh olan, üstelik sünnet’lerin yerine ikâme edilmeye çalışılan bir bid’atin ihyasında, ne huzur ne de ma’nevî lezzet olur. Tesbîh Namazı, nâfile bir ibadettir. Nâfile ve sünnet namazlarda, hattâ vacip derecesinde, müekked sünnet olan, Sabah Namazının sünnetini ferden, cemaatsiz kılmak esastır. Revâtip Sünnet’lerin dışında kalan nâfile namazların gizli kılınması da esastır. Sünnet namazlar arasında Ramazan ayının geceleri kılınan, Teravih Namazının cemaatle kılınması, Haz.Ömer’in, Hulefâ-i Râşidîn’in sünneti, Husûf ve Küsûf (Ayın ve güneşin kararması halinde kılınan sünnet) namazların, Peygamber’imizin salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizin sünnetidir. 

Tesbîh Namazının fazileti, “Hayrü’l-Âmâl, Ehmüzûhâ,” Hadis-i Şerifi’ne göre meşakkatli ve zahmetli bir namaz oluşundandır. Cemaatle kılınan tesbih namazında, Fatiha’yı, Sûre veyâ âyet’leri, tesbih’leri imam okuyor, cemaate sadece yatıp-kalkmak gibi zahmetsiz ve meşakkatsiz rükûnlar kalıyor. 

Aziz Kardeşim. Ben, Merhûm, Vehbi Koç’u yakînen tanırdım. 1963 yılında, ben, İstanbul-Zeytinburnu’nda, Sümer Mahallesi, Sümer Camii’nde va’az ederken, Cum’a günleri, yakınlarda bulunan kendisine aid, Bozkurt Mensucat Fabrikasında, Yönetim kurulu toplantılarına katılır, Cum’a Namazlarını Sümer Camii’nde kılardı. Kendisinden zaman zaman, Zeytinburnu, Taşcamii Kur’ân Kursu için yardım alırdım. Daha sonraki yıllarda, İstanbul-Sarıyer, Büyükdere’de bulunan, Azeryan Yalısında, (Şimdileri Sadberk Hanım Müzesidir.) iftar da’vetlerine katıldım, aynı masada iftar ettik, du’a’larımıza iştirâk etmiştir. Ricam üzerine, İstanbul Müftülüğüne Makam Aracı olarak kullanılmak üzere, çift kapılı, Anadol Marka bir otomobil hibe etmişti. Vefatında, tabutunun üzerine Ka’be örtüsünden bir parça konulmuştu. Elbette, hepimiz gibi beşerî ve insânî za’afları vardı. (Allah cümlemizin taksiratını afv buyursun.) Mü’min ve müvahhid olduğuna, ben şahid idim. 

Biz, “Nahn-ü Nahkümü Bi’z-Zavâhir,” (Biz, zahire (görünüşe) göre hüküm veririz. Lisan ile ikrar, cinân ile (uzuvlarla) amel varsa, mü’min ve müvahhid olduğuna şahid’lik ederiz. Kalbini açıp, “gerçekten kalbinde iman var mı yok mu” diye tetkik ve tahkîk ile mükellef de değiliz, yetkili de değiliz. Hakk, Hazinesini dilediğine bol bol, dilediğine de, daraltarak ihsan buyurur, Hakk’ın vâsî rahmetini daraltmaya da hakkımız yoktur. 

“Hoca,” Remzini kullanarak yorum yapan Beyefendiye: 

Üzerinde ısrarla durduğumuz mes’ele, zannettiğiniz gibi basit bir mes’ele değildir; Câmia ve cemaatlere bid’atler, sizler gibi nemelâzımcılar yüzünden sirayet eder. Bir bid’atin zuhuru, bin sünnetin ölümü demektir. Böylesine ciddî bir mes’eleyi, ciddiye almamak, bir kimsenin ehl-i Bid’at olduğunun göstergesidir. Ehl-i Küfür ile sohbet bile, ehl-i Bid’at ile sohbet kadar tehlikeli değildir. Kuzum, sizi, o kapılara kim zaptiye me’muru olarak dikti de istediğinizi içeri alıyor, istediğinizi içeri sokmuyorsunuz? Siz, o Mübarek kapıların küflenmiş dış mandalı bile değilsiniz. 

Pek Muhterem ve Değerli Kardeşimiz, Ertuğrul Beyefendi: 

Doğrudur, ömrüm boyunca, “te’lif-i Beyn” için uğraş verdim. Nefret, gazap, adavet kolaydır, tatlıdır. Sulh, muhabbet, muavenet zordur, acıdır. 

60 yıla yaklaşan mücadele hayatımızda, Câmiamız arasında ve Câmiamız dışında muhtelif vesiylelerle münasebet halinde olduğumuz insanlar arasında “te’lif-i Beyn” için nîce zahmetlere, mihnetlere katlandığımı bir, Allah Celle Celâlûhu, bir de, bendeniz bilirim. 

Daha sonraki yıllarda, devr’in Büyükleri tarafından hürmette kusur edilmeyen iki zât vardı. Eften-püften sebeplerle Câmia ile alakaları kesilmişti. Yıllar öncesi, birisi, güneş gözlüğü taktığı ve motosiklete bindiği için, bir diğeri, kızını bir İmam-Hatip Okulu me’zunu bir kişiyle evlendirdiği ve devrin, Tercüman Gazetesi’nde, “Mürşid-i Kâmiller’in irtihalleri halinde, tasarrufları kesilir,” meâlinde bir yazı kaleme aldığı için, Câmiamızdan, bu kelimeyi hiç sevmiyorum, ama, “tard,” edilmişlerdi. 

Her ikisini de yeniden Câmia’nın bir ferdi yapmak için, belki de hayatımın en zor “te’lif-i Beyn” faaliyetinde bulunduğumu ifade etmek istiyorum. (Merak edenler için not: Devrin Tercüman Gazetesi’nde, Mürşid-i Kâmiller’in ebediyyete irtihâli halinde, tasarruflarının kesilmesinin doğru olmadığını, Zikr-i Hafî Yolunda, Silsele-i Zeheb-Silsile-i Saâdât’da, “Üveysî”lik diye ta’bir edilen, Nisbet-i Ma’neviyye ile ba’zı Mürşid-i Kâmillerin tasarruflarının, ilâ Mâşâ Allah! devam ettiğini ve devam edeceğini, müzâkere ettik, Merhûm, Hoca’mız bu hususta, devrin Tercüman Gazetesi’nde yazdığı makale’nin hata olduğunu söyledi, özür beyan etti ve bürûdet son erdirildi.  Merhûm, vefatına kadar hizmetlerine samîmiyetle ve ihlas ile devam etti. 

Azîz Kardeşim Ertuğrul Beyefendi. 

“Onların kalplerine mühür vuruldu. Bu yüzden onlar, “Lâ Yefkahûn,” (anlamazlar)” (Tevbe 9/87)... 

Ba’zıları anlamazlar da, ısrarla anlamak istemeseler de, anlayanlar bizim için kâfidir. Bu bakımdan, herhalde, bu zeminde, bid’atlerle mücadele, sünnet’lere ittibâ ve ihya hareketimize her dâim destek vereceğinizden şüphe duymuyorum. 

Pek Muhterem, Mustafa Kaleli Beyefendi Kardeşimiz. 

Pek samîmî ve ihlaslı bir şekilde yaptığınız yorumunuza, aynı duygularla ve bütün samîmiyyetimle cevap vereceğim. 

Azîz Kardeşim, “Büyük’lerimizin onayı olmadan böyle bir uygulama imkânsız, olmaz,” buyuruyorsunuz. Haz.Üstazımız, tasarruf-u Sûrî ve zâhirî’de bulunduğundan, hiçbir zaman, tesbih namazını cemaatle kılmamış-kıldırmamıştır. Devr’in Büyüğü, Merhûm, Cennetmekân, Kemal Bey Ağabeyimizle, yıllarca beraber oldum, İstanbul’da, Sakarya’da ve Anadolu’muzun pek çok şehr’inde, mübârek gecelerde, aynı mekân’da, yurt-kurs, otel ve misâfir edildiğimiz yerlerde, hiçbir zaman cemaatle tesbîh namazı kılmadık. Ferda ferdâ, kıldığımız oldu. Muhterem, Büyüğümüz, Kemal Bey Ağabey devrinde de, daha sonraları, Merhûm Cennetmekân Ahmed Denizolgun Ağabeyimiz devrinde de, İstanbul’da ve Anadolu’nun muhtelif yerlerinde, maalesef, bid’at olarak, sünnet’lere aykırı, cemaatle tesbih namazı kılınmış-kıldırılmış olabilir. Devrin Büyüğü Kemal Bey Ağabeyimizin son yıllarında, aşağı derecelerdeki bir idareci, (T.K.) “Büyüğümüzün hiç haberi olmadan, “Ağabeyimiz şöyle buyuruyor-böyle buyuruyor,” diye diye, dört yıldan fazla bir zaman, Câmia’yı kendi istikâmetimizde ve kendi irademiz doğrultusunda idare ettik,” demiştir. Edirne’den-Kars’a, Sinop’tan-Hatay’a, yurdumuzun muhtelif yerlerindeki yurt-kurs’larda mahallî idarecinin iradesiyle cemaatle tesbih namazı kıldırıldığında, ihvanımızdan herhangi birisinin devrin Büyüğüne ulaşıp, bunun bid’at olup-olmadığı, sünnetlere uygun olup-olmadığını sorabilmesi ve cevabını alması mümkün müdür? 

Hasan Arıkan Ağabey’in, “Muhtasar İlmihal”inden bahsediyorsunuz. Filhakîka bu Muhtasar İlmihal’in Nâşiri şirket, son baskılarında, Hasan Arıkan ismini çıkarmış, yazarını anonim hale getirmiştir. Bu İlmihal, ilk def’a, hangi tarihte neşredildi, bilmiyorum, fakat, ilmihali çıkaran şirket, 1970 yılında, Haz.Üstaz’ımızın Tasarruf-u Hakîkîye geçişinden 11 yıl sonra kurulduğuna göre, bu İlmihal’e, Hazretimizin izin vermesi mümkün değil, diğer taraftan, eğer böyle bir İlmihal için devrin Büyüğü, Merhûm Beyağabeyimizden izin talep edilseydi, “Bana ne soruyorsunuz? Arkadaşlarımız fıkıh yönden incelesinler,” buyururdu. Kemal Bey Ağabeyin izni de söz konusu olamaz. 

Aziz Kardeşim. Muhtasar İlmihal, ilk mektep çocukları için basitleştirilmiş, Osmanlıca yazılmış ve avâm için “Mızraklı İlmihal,” seviyesinde bir kitapçıktır. Aslâ, mesned, me’haz kitabı değildir. Bizim Yolumuzun (tasavvufta ve Tarîkat-i Aliyye-i Nakşibendiyye’de), Yol Haritamız, İmam-ı Rabbânî, Müceddid-i Elf-i Sâni, Ahmed-ü Faruk es-Sirhindi (K.S.) Efendi Hazret’lerinin Mektûbat-ı Kudsiyye’sidir ki, Mektûbat-ı Kudsiyye’de, Mektûbât Cild 1, Sahife 328, 288. Mektup), tesbih namazı da dahil, nâfile namazların cemaatle kılınması bütün fukahâ’nın ittifakıyla, Tahrimen mekruhtur. Mekruh olan, kabîh olan bir şeyi güzel addetmek, kabahatlerin en büyüğüdür, Haram olan bir şeyi mübah-helâl görmek küfre götürür. Mekruhu güzel görmek-göstermek ve ondan ecir ummak, haramı helâl addetmekten bir mertebe aşağıdır,” buyurmaktadır. 

Bir Câmia’da, ba’zı kimseler, yanlış yapıyorsa, bid’ati terviç ediyorsa, onların arkasında aslâ, Sünnet’leri ihyâ, bid’atleri imha için vazifeli olarak gönderilmiş Müceddid durmaz. 

Muhtasar İlmihal’de ve Fazilet Takviminde (Yukarıda arz edildiği gibi, bunlar, aslâ delil, mesned ve me’haz teşkil etmezler.) Tesbih Namazı’nın cemaatle kılınabilmesi için gösterilen gerekçe “Kılmasını bilmeyenlerin istifade edebilmeleri,” Tahrîmen mekrûh olan bir bid’ati hâşâ sünnet gibi göstermeye böyle bir gerekçe kâfi midir? 

Aziz Kardeşim. Mes’ele, tesbih namazı, cenaze mes’elesi değildir. Mes’ele, bizim, sünnet’lere ittibâ, bid’atlerden kaçınma mes’elesidir. Asıl büyük fotoğraf budur, gerisi teferruat!...