KÜLTÜR , ESTETİK VE SANAT  EKSENİNDEKİ PARADİGMALAR ...

Hangi kültürün öz beşiğinde büyümüş olursak olalım, sanatın onu yaratan çevrenin hamuruyla harmanlandığına inanıyorum.

Yaşamım boyunca coğrafyanın insan üzerindeki etkisini eğitim, sanat, sağlık ve bilimsel ölçütlerini birebir yaşayan biri oldum. Mezopotamya’nın en kadim kentlerinden birinde elzem olanın erişebilirliği dahi zor iken İbn-i Haldun' un hep şu cümlesini hatırladım "Coğrafya kaderdir". İşte bu sözün vücut bulmuş haliydik aslında. Sonuna üç nokta bırakacak yaşamlarda format gereği yaşamı tercih etmeyen, suyun akışına göre değil tersine göre yürümeyi amaç edinmiş, özgün ve kendi dili kendi tarihi ve kültürüyle sanatsal çizgi yaratmayı  amaç edindiğimi söylemek isterim.

Sanat ve kültürü estetik değerler ile puzzle ın parçaları gibi düşünüp,insan biyografilerine yönelen bir çizgide yoluma devam ettim. Kültür, inanç, sanat, estetik değerlerin bir bütün olduğunu düşünürek sürreal biyografilere renk oluyorum.

Hangi kültürün öz beşiğinde büyümüş olursak olalım, sanatın onu yaratan çevrenin hamuruyla harmanlandığına inanıyorum. Bu yüzden ilk yazımda kültür, estetik ve sanat ekseninde ki paradigmalardan bahsedeceğim.

Kültür ile başlayalım. Kültür; bir topluluğun tarihi boyunca kazandığı maddi-manevi değerlerini, duygu, düşünce, yaşayış ve sanat varlıklarının tümüdür. Kültür, etkileşim yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılır. Bu yüzden gelin kültürün estetik ve sanat kavramlarının hangi olgu ve olaylar süzgecinden geçip, günümüze nasıl ışık tuttuğuna biraz bakalım.

Coğrafyanın kader olduğunu doğrulayan kavramların başında iklim ve çevre koşullarının, inanç ve yaşayış biçimlerinin sanat yapıtının ortaya çıkmasında etkisi büyük olmuştur. Örneğin; Afrika’da ki bir bireyin inanç ve yaşamının sanat üzerindeki etkisi ile Ortadoğu yada Avrupa’daki bir bireyin sanata bakışı arasında uçurumlar var diyebiliriz.

Coğrafi bölgenin, iklim ve çevre koşullarının, inanç ve yaşayış biçimlerinin sanat yapıtının ortaya çıkışındaki rolü büyüktür. Tıpkı bir Ortadoğulu bir Avrupalı yada Antarktika' da ki bir insanın farklı kültürlerin oluşturdukları sanatlar aynı zamanda  sanat tarihçisinin de uğraş alanı haline gelmiştir.

Sanat eseri, kültürün devamlılığını sağlayan en önemli etmenlerden biridir. Sanat, kuşaktan kuşağa aktarılan, kültür etkileşimi yoluyla çağa ve zamana ayak uydurarak, değişim ve dönüşüm ile yoluna devam eder. Kültür harmanlandıkça güzellik algısı mimari edebi ve yaşam tarzına sirayet eder böylelikle bizler sanatı, estetiği ve kültürü bir zincirin halkası gibi görmekteyiz. Her bir kavram diğer kavram ile iç içe hem etkileşim içine girmiş hemde birbirlerine yön vermişlerdir.

Bir sanat eseri, o kültürün özelliklerini kuşaklar boyunca taşır. Kültürün devamlılığını sağlayan en önemli etmenlerden biride sanattır nihayetinde.

Günlük yaşamın yeniliğe ulaşma arzusu ve modern ihtiyaca cevap verme gerekliliği siyasi, ticari, mimari, sanat, felsefe hatta sosyoloj alanlarını sorgulamayı da bir ihtiyaç olarak ele almış oluyor.

Peki sanat bir estetik kuramı ile yakın ilişki içindeyse her estetik olan değer ve görüntü güzel midir? Estetiği duvarda ki bir tabloda,mimari bir yapıda ve ya bir heykelde görmekteyiz. Mesela bir yemek sunumu, düğündeki bir organizasyon işte bunlarda hem  figüratif hem de dekor olarak kullanılabilir. Şimdilerde ise insan doğasını deforme edecek bambaşka konular çağımızın bir parçası haline gelmiş gibi.İnsanın burun, kaş, yüz, çene gibi fizyolojik değerlerini bir değişim dönüşüm içinde yapılandırması estetik kavramının konusu üzerinde değerlendirilebilir.

Tam da konu insan ve estetiğe gelmişken, felsefenin de aynı zamanda konusu olan estetik ve güzellik hakkında filozofların düşüncelerine kulak vermek gerekir. Bugün estetiğin en temel kavramı güzelliktir.

Estetik anlayış ile  tarihsel süreç  Antik Yunan Filozofu olan Platon’un (taklit) Mimesis kavramı sanatın estetik beğenisine temellendirilmesinin ilk örneğidir.

Oysa felsefenin bir konusu olan güzellik kavramı Platon ile başlamış ve mutlak öz olarak ideallere özlem duyma arzusu içinde olmuştur. Aristoteles’e göre güzellik âhenktir, uyumdur. Bir bütünü meydana getiren unsurlar birbiri ile uyumlu ise, o şey güzeldir. Alman filozoflarından I. Kant güzeli; estetik olarak hoşa gitme ve ruhtaki estetik duygu olarak ele almıştır. Hegel’e göre ise sanat; maddeye sokulan ve maddeyi kendine benzeten sanatçının ruhudur. Bu yaratıcı ruh, heykelde ve mimaride maddeye çok bağımlı iken resimde maddeye tamamen hâkim; edebiyatta ve müzikte ise maddeden âdeta kurtulmuş bir haldedir”. Aslında sanatçının olayların ve varlıkların özündeki ideali ve fikri taklit ettiğini söyler. Sanatçı, âdeta tabiatın eksik bıraktığı şeyleri tamamlar.

Özetle; her alanda olduğu gibi sanatta da geçmişe ve geçmişte sanata damga vuran anlayış her dönemle yepyeni pencerelere yeni perspektifler eklemiştir.

Bir sanat yapıtının oluşumunda ait olduğu toplumun kültür yapısının önemi büyüktür. Öncelikle sanat özgür bir ortam ister içinde bulunduğu kültür özgür değilse sanatın gelişimide o kadar zor olur.

Sanat insanlardan, kültürden, zamandan etkilenir ve dahası etkilemeye çalışır. Hiçbir sanat yapıtı onu yaratan çevreden soyutlanamaz. Sanat eserlerini incelediğimizde içinde bulunduğu kültürün , zamanın ve çevrenin izlerini görürüz. Kültür her ne kadar sanatı etkiliyorsa sanatta kültürleri etkiler geliştirir, güzelleştirir. Yani karşılıklı bir etkileşm olduğunu söyleyebiliriz.