Nasıl anlatabilirdim, toprak olacak bir ruhun yerine koyacağın her şeyin bir gün kabahat olmadığına?

Bir sonbahar akşamında, parmak izlerinin saçımda kodladığın meçhul bir güne uyandım.

Derinlerin en derinine nasır tutmuş, kaderin çorak topraklarında kök salmış çınar ağacıydın, sen aslında.

Rengarenk dünyamın en nadide kuzusu, gezegenimin sende sonsuz kez tutulduğu güneşin ta kendisiydin.

Heybende biriktirdiğin misketlerin karmaşası günden güne artarken, eksilen yanlarının farkına varmadan yoluna devam ettin.

Heybendeki en büyük miskete yüklediğin anlamların tarifi güçtü, senin için. Hayatına yön veren en büyük zaafın heybende biriktirdiğin misketlerdi oysa.

Parlasın, çizilmesin ama hep heybemde olsun diye direttiğin, kırılmasın diye defalarca heybene yama yaptığın...

Aradan yıllar geçti, heybendeki misketlerin kendi karmaşası o kadar çoğaldı ki ağırlıklarının altında zorlanmaya başlar oldun.

Birbirlerini törpüleyen misketlerin masumluğu parlaklığı zaman geçtikçe eskiyordu.

Sert geçen bir kış günüydü, HATIRLA!!

Yerlerdeki kar örtmüştü tüm Mezopotamya ovasını.

Toprak damlı yuvada kar küreği ile karı temizliyordun. Odun sobasında fokurdayan tenceredeki yemeğin kokusu evi sarmıştı. Karların içinde başı dimdik duran Berfinleri seyre dalarken heybendeki misketlerden birini kaybettiğini fark ettin...

Yorgunluğuna eşlik eden heybenin ağırlığı o kadar acı veriyordu ki, karanlık tünelde neler olup bittiğinin farkına varmadan savruluyordun artık. Sımsıkı sarıldığın elindeki misketlerden birinin yokluğuna alışmadan, bir başka misketi de kaybettiğini sonradan anladın.

Son nefesine kadar bir gün döneceğine inandığın o iki misketi hep arayacaktın. Gönül mabedinde umudunu saklamıştın, bir gün bulacağına inanıyordun.

Yıllar yolları kovaladıkça, yollar yıllardan öç alıyordu. Zaman, heybesini törpülüyordu.

Tünelin acımasız, kapkaranlık ve dikenli yolları yorgunluktan ruhunu çekiyordu adeta. Zaman ilerliyordu. Yüzündeki yorgunluk, bedenine ve ruhuna işledikçe, yaşama karşı inanılmaz güçlü ve asil duruşunla da misketlere ders veriyordun.

Gözlerindeki maviliği, başından beline kadar uzanan bembeyaz örtünü, dantelli koyun yün yastıklarını, sabaha doğru serin rüzgarla tahtta kıldığın namazını, ellerinle ördüğün avlunun duvarlarını, seni görünce heyecanlanıp sana koşan onlarca sokak hayvanını ve bir de banyoda suyun sıcaklığına dayanamayıp ağlarken hafifçe kafama vurduğun bakır tasın sesini hiç unutmadan, seninle büyüdüğümü ve yaş aldığımı heybede görüyordum.

Baharı büyük bir heyecanla bekleyen koca çınar, bir Eylül sabahında...

Belki sadece senin değil, heybendeki tüm misketlerin berraklığını, ifadelerini, ruh hallerini dahi karaya çalan, sadeliği, güzelliği, şefkati, iyiliği en çok parlayan misketin bu defa kaybolmasına değil; gerçekten kırılıp heybeden ayrılmasına şahitlik ettiler.

Sen ise sadece seyretmedin. Kırılan misket camlarını ellerine alıp sonsuzluğa uğurladın.

Seni sadece üzmedi, o misket kırılırken senin de bir yanını kendisiyle beraber götürmüştü sanki...

Çünkü hiçbir şey artık eskisi gibi asla olmayacaktı.

Heybenin ağırlığını taşıyamayacağın anları kovalıyordun.

Sımsıkı sarıldığın misketleri yine de bir arada tutmaya çabalıyor, onları bir arada tutmaya devam ediyordun...

Yelkovanın akrebi kovaladığı gibi, zamana direnemeyen yaşın ağırlığına bedenindeki ağrılar eşlik ediyordu.

Sadece yorgun değilsin.

Ruhun ile bedenin arasında cephelerin belirsiz olduğu bir iç savaş yaşanıyordu...

Heybendeki misketler teker teker dağılmaya başlamış bile...

Bugünlerde sana çok daha yakınım, belki duygusal belki de korkarcasına yakın...

En azından misketlerin sekizincisi olan ben, törpülenen heybenin dibinde saklıydım…

Çocukluğumdan bugüne kadar değişmeyen tek şey, ellerimin saçlarına bir ırmak gibi akmasıydı. Saçlarınla oynarken bulduğum huzurun günden güne ellerimden kayıp gittiğini şimdi çaresizlikle izliyorum...

Küçükken gökkuşağının altında süzülen uçurtmanın ipinin birden koptuğu ve bir daha o uçurtmaya kavuşmayacağım hissini seninle yaşıyorum...

Sana minnettarım, biliyorsun.

Bu dünyadaki koşulsuz sevginin ve kabulün tek sığınağısın.

Her şey için sana sonsuz kez teşekkür ediyorum...

Bazen düşünüyorum da, kimbilir; belki de gitmelerine müsaade etmediklerin, vakitsiz giden misketler kadar mutlu değillerdi...

Saygıyla ANNEME...